Amerikalı Senatör Lindsey Graham Ankara’da aynı gün içinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan ile görüştü. Erdoğan ile 18 Ocak görüşmesi tam 2,5 saat sürdü, yazıyla iki buçuk saat. Dahası, beraber Fazıl Say konserine bile gittiler. O kadar yani…
Bir devlet başkanına uygulanacak düzeyde bu görüşme trafiği, geçtiğimiz günlerde Graham’ın Türkiye’nin Vaşington Büyükelçisi Serdar Kılıç’ı aramasıyla başlamıştı. Senatör, Ankara’da yalnızca Erdoğan’la görüşmeyi yeterli bulmuyor, bütün kararların Cumhurbaşkanı tarafından alındığını iyi bildiği halde güvenlik ve dış politikayla ilgili diğer üst yetkililerle de görüşmek istiyordu.
Talep hemen kabul edildi: bir çıkış yolu olabilirdi.
Özel kalem müdürlerinin Graham’ın en hassas dört makamla bütün randevularını aynı gün içinde gerçekleştirme telaşı başladığında Ankara’ya Trump bombası düşmüştü zaten. ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ocak’ta attığı Twit ile “Türkiye Kürtleri vurursa ekonomisini mahveder[iz]. 20 millik güvenli bölge olacak” gibi kabul edilemez bir tehdit savurmuştu. Yetmemiş, hemen arkasından, Erbil’de Iraklı Kürt liderlerle görüşen ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo “Sanırım Başkan yaptırımlardan söz ediyor” gibi çıtayı yükseltmişti.
Başka koşullar altında Ankara bu hakaretamiz tehdide karşı olabilecek en şiddetli tepkiyi gösterirdi. Ama Çavuşoğlu’dan gelen “Bu millet gerekirse aç kalır” çıkışı dışında güçlü bir çıkış gelmedi. Onun yerine Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan “Müttefikler basın aracılığıyla” konuşmaz gibi, Türkiye dâhil hiçbir ülkenin aldırmadığı bir ilkenin hatırlatılması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’ı aradığı açıklaması geldi.
Sonra bir baktık, bir gün önce Türk ekonomisini tahrip etmek tehdidini savuran Trump, telefon konuşmasından sonra, yeni işbirliği imkânlarından söz etmeye başlamış. Bunu Trump’ın gelgit aklına bağlayacak, Amerikalı Demokratlardan daha fanatik Trump düşmanı siyaset yorumculuğu ile işim olmaz; Çünkü uluslararası ilişkiler sahnesinde de, perde gerisinde de ilişkiler öyle yürümüyor.
Çünkü Trump 24 Aralık 2018’de “Suriye’den tamamen çekileceklerini” açıkladığında bu sadece Amerikalıların Suriye’de kalmasını isteyen Pentagon’u, Amerikan askeri-sanayi lobisini, İsrail lobisini ve PKK’yı değil, Türk hükümetini de hazırlıksız yakalamıştı. Erdoğan ve yönetimi ABD askerinin Suriye’den tamamen çekilmesini değil, PKK’nın Suriye kolu PYD’ye gem vurmasını istiyordu. Bu, Türkiye’nin öteden beri vurguladığı güvenlik kaygılarının yanı sıra, hem 31 Mart yerel seçimleri öncesi PKK’nın Suriye sınırından sızarak teröre eylemlerine kalkışmasını önleyecek, hem de seçim propaganda sürecinde dikkatlerin ABD-PKK işbirliği karşıtlığında kalmasına yardımcı olacaktı.
Trump’ın bu açıklaması öncesinde 2 Ekim’de Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda öldürülmesiyle başlayan gelişmeler dizisi vardı. Bu çerçevede CIA Başkanı Gina Haspel Türkiye’ye gelip MİT Başkanı Fidan ile görüşmüş, dönüp Trump’a bilgi vermesi ardından hava dönmeye başlamıştı; Türk istihbaratı Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın entrikasını açığa çıkarmıştı. Bu Orta Doğu’daki dengeleri Suudi Arabistan’dan İsrail’e, Mısır’dan Suriye’ye dek etkileyecek küçük ama etkili sarsıntılara yol açtı. Fidan’ın Aralık başında (Türkiye ile saat farkına göre 5 ya da 6 Aralık’ta bir grup Kongre üyesiyle özel bir görüşme yapması, aslında Kaşıkçı cinayetinden Suriye’deki PKK ve IŞİD varlığına dek uzanan bir ilişkiler zinciriyle bağlantılıydı.
O toplantıyı düzenleyen kimdi biliyorsunuz değil mi? Lindsey Graham. Dünkü konuk senatör yani… Kendisiyle birlikte Hakan Fidan’ı dinleyen az sayıda senatör arasında Jeanne Shaheen de vardı. Graham, Cumhuriyetçi, zamanında Trump’ı desteklememiş olmasına, Trump’ın etrafındaki Tea Party ekibine karşı çıkmış olsa da şimdi “ılımlı muhafazakâr” etiketiyle Trump’ın en yakın destekçilerinden. Shaheen ise Demokrat. Lübnan asıllı eşinin “şahin” soyadını taşımasına karşın o da “ılımlı demokrat” biliniyor. Peki, biz bu her ikisi de ayrı partiden olmasına karşın milli güvenlik konularında birleşen ikiliyi başka nereden tanıyoruz?
Evet, bildiniz: Amerikalı rahip Andrew Brunson tahliye edilmeden önce Türkiye’ye gelip Erdoğan dâhil devlet yetkilileriyle görüşen yine Graham-Shaheen ikilisiydi.
Graham bu kez yalnız gelmişti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’un açıklamasına göre, Suriye konusunda görüşmeler yapacaktı. Basına sızdırılan haberlerde Kaşıkçı konusunun da gündemde olabileceği konuşuluyordu. Bu arada asker kökenli olan Graham’ın Türkiye’nin Suriye siyasetini ve özellikle PKK/PYD konusundaki asabiyetini gayet yakından izlediğini de söyleyelim. Nereden mi biliyoruz? Daha ortada 15 Temmuz 2016 darbe girişimi filan yokken, 28 Nisan 2016’da Kongre’de (o dönem Barack Obama yönetiminin) ABD Savunma bakanı Ashton Carter, Senatörleri neden PYD ve onun silahlı gücü PYD’ye silah yardımı yapılması gereğine ikna etmeye çalışıyordu. Carter’a ısrarlı sorularıyla, evet, PYD’nin PKK ile “organik bağı” olduğunu bildiklerini söyleten Senatör de Lindsey Graham olmuştu.
Trump’ın Suriye’den bütünüyle çekilme kararına dönersek, Türkiye’yi de hazırlıksız yakalamıştı ama durum kontrol altına alınabilir görünüyordu. Kalın, 8 Ocak’ta önemli bir toplantı yapılacağını açıklamış, Çavuşoğlu bu toplantıda “çekilme sürecinin koordine edileceğini” söylemişti. Toplantının Vaşington’da yapılması bekleniyordu.
Ama öyle olmadı.
Onun yerine Trump’ın ta Bush döneminden kalma, neo-Con şahinlerin en sertlerinden Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, 8 ülkeyi kapsayan bir Orta Doğu turu çerçevesinde Ankara’ya geldi. Gelmeden önce İsrail’de yaptığı bir açıklama ise ortalığı birbirine kattı: Türkler, Amerikan askerinin gidişini fırsat bilip “Kürtleri boğazlamaya” kalkmamalıydı. Ankara görüşmeleri bir felaketti; sağırlar diyalogu şeklinde geçti. Ankara bu kadar önyargılı konuşan Bolton ile ciddi müzakereyi reddetmişti ama zaten Amerikalıların da çekilmeyi Türkiye’yle koordine etme niyeti olmadığı, onun yerine PKK/PYD ile koordine etme eğiliminde olduğu anlaşılmıştı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Bolton’un arkasından müstehzi bir Twit de attı, “Türk misafirperverliğini tattı” kıvamında. (Bana kalırsa Türk misafirperverliğine pek uygun olmayan bir çıkıştı ama konumuz bu değil şimdi.)
Bolton’un Washington’a dönmesi ve Trump’a bilgi vermesinden hemen sonra işte o “ekonominizi mahvederiz” tehdidi geldi. Sonra Erdoğan’ın son zamanlarda sık rastladığımız gibi restleşmek yerine diplomasiyi devreye alıp Trump’a telefon etmesi, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in Amerikan Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ile Brüksel’deki NATO toplantısı çerçevesinde görüşmesi ve Senatör Graham’ın ziyareti.
Senatör Graham’ın Büyükelçi Kılıç’a ziyaret talebini iletmesi ardından, bürokratların harıl harıl bütün randevuları aynı güne denk getirmeye çalıştıkları sırada Ankara hasar tespit ve diplomatik onarım çalışmalarına başlamıştı.
Hasar tespit ve onarım çalışmaları için önümüzde en azından belli olan iki imkân da var: Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Bakan Yardımcısı Sedat Önal, 5-6 Şubat tarihlerinde Vaşington’da yapılacak IŞİD’le uluslararası mücadele toplantılarına katılacak. Ama o zamana dek perde gerisinde bazı adımların atılacağı, Amerikalı Senatörün “hızlandırılmış” Ankara temaslarından belli.
Graham’ın girişiminden Erdoğan’ın da, Trump’ın da beklentileri var.
Erdoğan, etrafındaki güvenlik bürokrasisi ve lobileri aşıp derdinin Trump’a doğrudan aktarılmasını bekliyor. Münbiç’in anlaşmasına uyulmasının önemini ve IŞİD’le mücadelede ciddi olduğunu.
Trump ise Erdoğan’ın beş yıldır paralı asker niyetine kullandıkları PKK’lıları bir günde kapıya koyamayacaklarını, İran’a karşı işbirliğine ihtiyaç duyduğunu ve konuşmalarında sürekli ABD’ye vurmanın kendi elini güçlendirmeyeceğini görmesini istiyor.
Tabii bu tartışmanın tam ortasında Rusya’nın PYD’yi kastederek “Kürtlerden Esad yönetimiyle ilişki kurmalarını istedik” çıkışını yabana atmamak lazım. Suriye’de bir Kürt federasyonu önerisini, hem de yazılı olarak veren ülke, Suriye’deki ortağımız Rusya’dır. Nitekim Anadolu Ajansının bildirdiğine göre, Graham’ın Ankara’da olduğu 18 Ocak günü Münbiç’in bazı bölgelerinde YPG’liler Rus özel kuvvetleriyle “müşterek devriye” atmışlar. Buralarda bir süre öncesine dek Türk-Amerikan askeri devriyesi başlamıştı. Fotoğrafta görülen binada ise kısa süre öncesine dek PKK flaması yanında Rusya değil, ABD bayrağı asılıydı.
Evet, tam öyle, çözdükçe dolaşıyor.
Türk-Amerikan ilişkileri gerildikçe Rusya alan genişletiyor ve onlar da PKK’yı kullanıyor.
Mevcut gerilim belki Türk-Amerikan ilişkileri koparmaz. Ama böyle giderse gerilim daha çok Türkiye’ye zarar verecek bir hal alır.
Senatöre özel ilgi gösterilmesi boşuna değil; dedik ya bir çıkış aranıyor, her kes bakımından karizmayı daha çok çizdirmeyecek bir çıkış. Malum, kritik bir seçim var önümüzde.
Anlayabildiğim kadarıyla ABD’nin Suriye’den çekilmesi o kadar kolay ve çabuk olmayacak ve bu da Türkiye’nin o kadar da istemeyeceği bir şey değil.
Ha bir de, sanıyorum bu seçim kampanyasında AK Parti ve ortağı MHP’nin anti-Amerikan söylemleri o kadar üst perdeden olmayabilir.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…