Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 4 Ağustos’ta, tam da bu konuları görüşmek üzere bir Amerikan askeri heyetinin Ankara’ya vardığı sıralarda yeniden gündeme taşıdı. Harekât için askeri, siyasi ve psikolojik hazırlıkları ilerlettiğini son bir hafta, on gündür gösteriyordu.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın sıklaşan Suriye sınırındaki askeri yığınağı teftiş ziyaretleri; MHP lideri Devlet Bahçeli’nin evine gidip –AK Partili Kürtlerin muhtemel tepkisini göze alarak Bozkurt heykelleri önünde resim çektirerek güven tazelemesi ve “Pelikan Yalısı” diye bilinen psikolojik operasyonlar merkezini ziyaret edip tam destek vermesi bu işaretlerden bazılarıydı.
Erdoğan’ın, tam da Suriye’de “Güvenli Bölge” müzakeresine gelen Amerikan askeri heyeti Ankara yolundayken yaptığı Fırat’ın Doğusuna da gireceğiz konuşmasında MHP ile “Cumhur İttifakına” seçim olmasa da devam edeceklerini söyleyerek bir filli koalisyon idaresini kabul etmesi önemlidir. Böylece, bir numaralı gerekçesi “koalisyon hükümeti döneminin kapanması” olarak gösterilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bir numaralı sonucu, üstelik herhangi Anayasal gerekçesi bulunmayan, fiili bir koalisyon hükümeti olmuştur.
Erdoğan, tıpkı 1974’te Bülent Ecevit’in, resmî koalisyon ortağı Necmettin Erbakan ile karar verdiği Kıbrıs harekâtı gibi, gayrı-resmî koalisyon ortağından aldığı destekle mi Suriye harekâtı düşünmektedir?
Dünya da, koşullar da çok farklıdır.
Ve bir kaç cümle sonra değineceğimiz bir risk alınmaktadır ama önce birkaç siyasi etkene değinmek lazım.
Neticede uluslararası garantörlük haklarına dayanan bir askeri harekâtın Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki çıkarları, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerdeki çıkarları bakımından kırk beş yıl sonra etkileri ortadadır. Suriye neticede Türkiye’nin aradaki bütün sorunlara rağmen diplomatik olarak tanıyıp toprak bütünlüğü ve egemenlik hakkını tanıdığı, iç savaşına Müslüman Kardeşler hayranlığının da etkisiyle maalesef feci halde dâhil olsa da resmen savaş halinde bulunmadığı bir komşusudur.
Gerçi Erdoğan şimdiye dek Suriye konusunda iki defa dediğini, çoğu kişiyi siyaseten ters köşeye yatırarak yerine getirmiştir. IŞİD’in elindeki Cerablus ve El Bab’a yönelen – o arada Münbiç ve Afrin’deki PKK’lıların birleşmesinin önünü kesen Fırat Kalkanı harekâtı, üstelik 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden yalnızca beş hafta sonra başlatıldı. PKK/YPG elindeki Afrin’i hedefleyen Zeytin Dalı harekâtı ise 2018 Ocak ayında başlatıldı. Her iki harekâtı da yöneten de Akar oldu.
Ancak her iki harekât da Rusya’nın desteğiyle, Rusya’nın Suriye hava kuvvetleri ve topçusunun ülke topraklarına giren Türk birliklerine saldırmasını önlemesi sayesinde oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir yandan Türkiye’yi kendisine borçlu bırakmak, diğer yandan hem ABD’ye meydanın boş olmadığını gösterip canını acıtma, hem de YPG üzerinden PKK’ya eğer bir hedefe varmak istiyorsa yolun Vaşington’dan çok Moskova’dan geçtiğini hatırlatmak amacını taşıyordu.
Erdoğan, Fırat’ın Doğusunda bulunan ABD destekli PKK kontrol noktalarına askeri harekât fikrini 2018’de, tam da ABD ile Rahip Andrew Brunson krizinin yükseldiği yaz aylarında ortaya attı. Ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın tehditlerinin yol açtığı kur krizinde Fırat’ın Doğusu rafa kalktı. (Bağımsız Türk yargısı da Erdoğan’ın Fethullah Gülen’i kast ederek, “Al papazı, ver papazı” ve “Bu can bu bedende kaldıkça” sözlerine rağmen Brunson’u serbest bıraktı; Trump daha sonra “Erdoğan’a söyledim, bıraktı” iddiasında bulunacaktı.) Sonra, artık Rusya’dan S-400 füzesi alınacağı açıklandıktan sonra, Fırat’ın Doğusu harekâtı yine gündeme geldi. Trump bu defa “IŞİD’le savaşan Kürt ortaklarımızı vurursa Türk ekonomisini mahvederiz” küstahlığında bir tehditte bulundu. Bu çıkış dahi Türk lirasının ağır bir kriz daha yaşamasına neden oldu ve hükümet yanlısı medya tarafından Şubat-Mart gibi “eli kulağında” denilen Fırat’ın Doğusu konusu bir daha sessizce rafa kaldırıldı. Zaten 31 Mart seçimleri kapıdaydı. Üstelik ABD ile S-400 üzerine bir de F-35’lerin verilmemesi krizi çıkmıştı.
Suriye’de Fırat’ın Doğusu yerine Irak’taki PKK’ya karşı, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG) ve Bağdat’la yapılan (ve ABD yaptırımlarından bir nebze kaçınmak için İran’dan alımı azaltmayı amaçlayan) özel petrol anlaşmaları karşılığında Pençe-1 ve Pençe-2 harekâtları başlatıldı. Bu harekâtın en önemli özelliği, artık etkin şekilde kullanılan insansız hava araçlarından da çok, Roketsan’ın ürettiği, yaklaşık 300 km menzilli Bora füzesinin ilk defa kullanılmış olması ve Kandil’in bir şekilde vuruş menziline girmesiydi; tabii mesela Münbiç’in de, Rakka’nın da.
Ancak Fırat’ın Doğusuna yapılacak bir askeri harekâtı Cerablus ve Afrin’den ayıran önemli bir risk de var.
Erdoğan ABD ve Rusya’yı bilgilendirdik diyor ama Rusya’nın Fırat’ın Doğusunda Türkiye’ye vereceği (dolaylı hava koruması dâhil) ciddi bir askeri varlığı bulunmuyor; orası hava sahasını ABD’nin kontrol ettiği bir bölge. Türkiye, sınıra paralel olarak 30-32 kilometre boyunca uzana karayolunun SGD (PKK/YPG) kontrolünde olmasını istemiyor. Çünkü bu hat hem Türkiye’ye saldırıların yapılabileceği, hem de Kandil-Sincar-Kobani hattını, Afrin’e, yani Irak’taki PKK varlığını Suriye üzerinden Türkiye’nin Hatay sınırına, Akdeniz’e ulaştırabilecek koridor. ABD ise 15-20 kilometrede ortak kontroller yapabiliriz diyor. Müzakerelerin kilitlendiği noktalardan birisi bu…
Şimdi işin püf noktasına gelelim: Erdoğan ve kurmayları, ABD’nin PKK’yı savunmak için Türkiye’ye saldırmayacağı varsayımından hareket ederek bu riskin alınabileceğini değerlendiriyor.
Erdoğan belki de şu anda karşı karşıya kaldığı ciddi sorunları, yani;
1- Ekonomideki ciddi durgunluğu,
2- Yerel seçimlerdeki yenilginin psikolojik travmasını,
3- Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu hareketlerinin AK Parti’de oluşturduğu çatlakları,
4- Ve şu anda Trump’ın insafıyla derinleşmeyen ABD ile S-400/F-35 krizinin derinleşmesinin siyaset ve ekonomiye getirebileceği ek yükleri bir güvenlik sorununa (PKK/Suriye) tahvil ederek hafifletebileceğini hesaplıyor.
Bu çok ciddi bir risktir. Yalnızca terörizm sorununa, PKK sorununa ve genel olarak Türkiye’deki Kürt sorununa kalıcı çözüm getirmeyeceği için değil.
Bu çok ciddi bir risktir, çünkü evet, ABD şu anda taktik işbirliği içinde olduğu PKK’yı savunmak için stratejik çıkarlarının NATO bünyesinde devam ettiği Türkiye ile doğrudan askeri bir çatışmaya girmek istemez. Ama günümüz dünyasında riskler sadece doğrudan askeri çatışmalarla sınırlı değil ve alınacak daha büyük bir risk, ABD’den gelmesi muhtemel yanıtlara karşı Rusya’nın ilelebet Türkiye’ye destek vereceğini zannetmek olacaktır. Sonra bu konuda da “kandırılmışız” demenin Türkiye’ye ve halka faturası çok ağır olabilir.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…