Güvenli Bölge, YPG, PKK derken ABD askeri Türk topraklarında… Yanıtı olan ve olmayan sorular.
Önce son hafta içindeki gelişmeleri hatırlayalım:
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 7 Ağustos’ta ABD ile Suriye’nin kuzeyinde PKK’ya karşı güvenli bölge kurma planı üzerinde birlikte çalışmak üzere mutabakat sağlandığını açıkladı.
Beşar Esad yönetimi kararın “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saldırı” olduğunu söyledi ve 2014’ten bu yana Amerikan saflarında savaşan PKK/YPG’ye “saflarımıza dönün” çağrısı yaptı.
MHP lideri Devlet Bahçeli, 9 Ağustos’ta Müşterek Görev Gücünün komutasının Türkiye’de olması talebiyle ABD’nin “yeni bir oyalama sürecine tevessül etmemesini” istedi.
Aynı gün HDP sözcüsü Kubilay Güney, ABD ile “Güvenli Bölge” görüşmelerine destek verdi. Eski HDP’li yeni Saadet Partili Altan Tan da Abdullah Öcalan’ın yakında silah bırakma çağrısı yapabileceğini” öne sürdü.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, aynı gün ilerleyen saatlerde anlaşmanın “yeni bir oylama sürecine dönüşmesine” izin verilmeyeceğini, Türkiye’nin “ABD ile olsa da olmasa da” PKK/YPG’yi Fırat’ın Doğusundan çıkarmaya kararlı olduğunu tekrarladı.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo 10 Ağustos’ta Türkiye ve ABD’nin “sürdürülebilir bir güvenlik mekanizması” doğrultusunda anlaştığını, güvenli bölge kurulabilmesinin “büyük bir adım olacağını” söyledi.
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, 10 Ağustos’ta Amerikan askerlerinin “Güvenli bölge kurulunca” geri döneceğini söyledi.
Müşterek Görev Gücünde görev yapacak (ve 93 kişi olduğu yönünde haberler çıkan) Amerikan askerlerinden ilk altısı 12 Ağustos’ta Şanlıurfa’ya geldi.
Milli savunma Bakanlığı 13 Ağustos’ta “Müşterek Harekât Merkezi’nin tesisi ve bir an önce başlamasına yönelik çalışmalar zaman gecikmesine mahal verilmeden sürdürülmektedir” duyurusunu yaptı. Şimdi hatırlatalım:
Böylece Türkiye-Suriye sınırının her iki tarafında da Amerikan askeri varlığı konuşlanmış oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 1 Mart 2003 tarihinde AK Parti hükümetinin Meclis’e getirdiği ABD’nin Irak’ı işgal planına katılma tezkeresini kabul etmemesindeki en önemli etkenler arasında, Türkiye topraklarında konuşlanmasına itiraz vardı. (Çelik o dönemde de tezkere lehine konuşan AK Partililerdendi). Şimdi, Anayasa’nın 92’inci Maddesi, Meclis tatildeyken de Cumhurbaşkanının yabancı askeri gücü ülke topraklarına kabul etme yetkisini ülkenin ani bir saldırıya maruz kalmasına bağlamışken ABD askeri birliği Şanlıurfa’dadır.
Suriye’nin kuzeyinde PKK’ya karşı ABD ile ortak görev gücü kurulmasına karar verildiği ilk kez Çavuşoğlu tarafından 7 Şubat 2019’da ilan edilmişti. Bu gücün kurulması üzerine mutabakat sağlandığı kararının Akar tarafından açıklanması tam altı ay sonra oldu.
Bu altı ay boyunca Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler ciddi ölçüde gerildi. Türkiye, ABD’nin Rus yapımı S-400 füze sistemi alması durumunda F-35 savaş uçağı programından çıkarılacağı ve ekonomiyi de etkileyecek yaptırımlar uygulanacağı tehdidine (6 Haziran tarihli mektup) rağmen kararından dönmedi. İlk S-400 parçaları 12 Temmuz’da Ankara’ya teslim edildi. İlk teslimatın tamamlandığı 16 Temmuz’da ABD Savunma bakanlığı Türkiye’nin (ortağı olduğu) F-35 programından çıkarılma sürecini başlattığını duyurdu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın (29 Haziran’da, Japonya’da) ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi bu sonucu engellemedi, ancak Trump’ın devreye girerek yaptırımlar sürecini frenlemesine ve zaten duraklama içindeki Türk ekonomisine yeni bir darbe vurulmasına engel oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile sürekli temas halinde olan Erdoğan, ikinci parti S-400 teslimatını 2020 yılına bırakmış, ABD ile gerilimin düşürülmesi için “Güvenli Bölge” konusunda ilerleme sağlanması böylece öne çıktı.
ABD ile Suriye’de yaşanan gerilimin bir kökeni 1 Mart 2003 tezkeresi ise, diğer kökeni de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2014 sonbaharında IŞİD’in (YPG kontrolündeki) Kobani kuşatmasına karşı işbirliği isteyen önceki ABD Başkanı Barack Obama’ya “Hem IŞİD, hem PKK ile mücadele etmeliyiz” yanıtı vermesiydi. Bu yanıt ABD tarafından “IŞİD’e karşı mücadeleye şart koşma olarak algılanmış, ABD’nin IŞİD’e karşı PKK/YPG ile işbirliği böyle başlamıştı.
ABD, YPG’nin PKK’nın uzantısı olduğunu –Kongre oturumlarına da konu olmuş halde- bilmekte, kamuflaj amacıyla kulağa daha hoş gelen Suriye Demokratik Güçleri ismini almalarını sağlamakta, 2014’ten bu yana silah, para, eğitim ve en önemlisi siyaseten tanınırlık desteği sağlamakta (ve daha sonra bu uğurda Türk ekonomisini “mahvetme” tehdidi savuran Trump’ın ağzından da) onları “IŞİD’e karşı savaşan ortaklarımız” olarak anmaya başladı.
Bu gelişme üzerine Suriye’de kurulan ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakı dağılmış, takibat 2015’te Rusya’nın Suriye’ye (ve Orta Doğu’ya) dönüşü başlamış, uçak düşürme krizinin Erdoğan’ın Putin’e yazdığı “kusura bakmayın” mektubu ile çözülmesi ardından Fırat’ın Batısında Rusya (ve daha taktik ölçüde) İran ile işbirliğine gidilmişti.
Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırları boyunca “Güvenli Bölge” kurması girişimi AK Parti ile başlamamıştır; öteden beri Genelkurmayın değişik siyasi iktidarlara, Özal, Demirel, Çiller ve Ecevit’e de önerdiği bir plandır.
Güvenli bölge görüşmelerinin en çok tıkandığı nokta, ortak devriyeler ve tampon bölge içindeki YPG militanlarının ABD tarafından geri çekilmesi değil, bölgenin derinliğidir. Türkiye’nin 30-35 kilometre derinlikte ısrar etmesinin temel nedeni, hem YPG kontrolündeki pek çok yerleşim biriminin, hem de Halep’ten Kamışlı’ya, oradan Irak’taki Musul’a uzanan M-4 karayolu hattının bu mesafe içinde olmasıdır.
Şu anda YPG/PKK’nın ABD sayesinde Suriye’nin Fırat’ın doğusunda kalan üçte birini kontrol ediyor görünmesine karşın, Suriye’deki Kürt nüfusun asıl yoğunlaştığı yer Türkiye sınır boyu bölgeleridir. Askerler özellikle bu karayolunun YPG kontrolünde kalmasının, PKK’nın Kandil-Sincar-Haseki-Afrin koridorundaki sürekliliği canlı tutmasını sağlayacağı kaygısındadır. Şimdi sorular:
Amerikan askeri gerçekten PKK’ya karşı ortak mücadele inancıyla mı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayıyla Türkiye topraklarına, Şanlıurfa’ya alındı?
Müşterek Görev Gücünün komuta merkezi neden asıl harekât alanı olan Suriye’de değil de Türkiye’de Şanlıurfa’da kuruluyor?
Görev gücünün komutası kimde olacak? Eğer harekât merkezi Türkiye’de kalacaksa, komutanı Türk mü, Amerikalı mı olacak, yoksa eş-komutanlık sistemiyle mi yönetilecek?
Pompeo’nun dediği türden “sürdürülebilir bir mekanizma” oluşturulması ve daha sonra Güvenli Bölge kurulması için bir takvim öngörüldü mü? Yoksa ileride “ABD bizi kandırdı, oyaladı” demeçleriyle mi karşılaşacağız?
AK Parti – MHP ortaklığı ABD’nin YPG/PKK’ya karşı Türkiye’yle birlikte mücadele edeceğine gerçekten inanıyor mu?
Erdoğan ve Bahçeli, Güvenli Bölgenin, kurulabilse dahi PKK’ya (Irak’taki operasyonlarla birlikte) askeri planda zarar verme ötesinde PKK’yı “bitireceğine” gerçekten inanıyor mu?
ABD’nin PKK’yı bölüp, YPG’den daha ABD (ve dolayısıyla İsrail) yanlısı ayrı bir siyasi güç kurma planları biliniyor mu?
Kandil’in de bu planları bildiği, gerekirse kendi içinde bölünme takiyesine başvurabileceği, Suriye-Rusya kartını hep ellerinde tutarak ABD’nin kendilerini NATO müttefiki Türkiye’ye belli tavizler karşılığında “satma” ihtimaline karşı önlemler aldığı biliniyor mu?
Suriye’de bir Kürt federasyonundan yana olduğunu resmen, yazılı olarak ilan edip, “yeni Suriye” anayasasında Kürtlere özerklik tanınmasını öngören tek ülkenin ABD (ya da bunu siyasetçileri kanalıyla sözlü olarak ifade etmekle yetinen) İsrail değil, Rusya olduğu bilinmiyor mu?
Cezaevlerindeki açlık grevlerini İmralı’dan yazılı bir not ile bitiren Abdullah Öcalan’ın PKK’ya “silah bırakma” dâhil çağrısına, mevcut koşullarda Kandil’in uymayacağı riski göze alınıyor mu?
Güvenli Bölge kurulması, Suriye sınırından gelen tehdidini önlerse Türkiye’deki terörizm, PKK ve nihayet Kürt sorununa çare bulunmuş mu olacak?
Son yerel seçimlerde (Meclis’teki üçüncü büyük grup olan) HDP’nin kazandığı belediyeleri, kayyumlar yoluyla yeniden ellerinden alma hazırlığı, ABD’nin desteğiyle Suriye’de Güvenli Bölge kurma planıyla paralel mi düşünülüyor?
Erdoğan, bu süreçte CHP ve İYİ Parti muhalefetinin mutedil tepkiler verip sorgulamakla yetinmesinden ama MHP ile HDP’nin ABD ile Güvenli Bölge sürecini desteklemesinden bir sonuç çıkarıyor mu?
Bütün bu çabalara rağmen Güvenli Bölgenin “yine oyalama” olduğu ortaya çıkarsa bunun bir yandan devam eden “ticaret hacmini 20 milyardan 100 milyar dolara çıkarma” çalışmalarına da ciddi darbe vuracağı düşünülmüyor mu? Ve birkaç soru da CHP’ye. CHP’nin önerisi Türkiye, Suriye, Irak ve İran arasında toplanacak bir Suriye konferansıyla soruna çare bulunması. Yani, 2011’den itibaren Suriye iç savaşına fena şekilde dâhil olmuş Türkiye, Devrim Muhafızları ve Hizbullah’la Suriye coğrafyasını Şam’a bağlı tutmak için savaşan, Amerikan yaptırımı altındaki İran, kendi egemenlik ve toprak bütünlüğüne sahip çıkmaktan aciz Irak bir araya gelip sınır güvenliğini tartışıp çözüm bulacak, doğru mu anlıyorum? Ve bu yolla Suriye sorunu da çözülmüş mü olacak? Ve Suriye iç savaşına taraf olan bütün küresel ve bölgesel aktörler de Ankara, Tahran, Şam ve Bağdat arasındaki bu serinkanlı diplomasi çabasının sonucunu bekleyip tanıyacaklar mı? Erdoğan ve AK Parti umudunu Trump, Bahçeli ve Öcalan’dan PKK’ya “silah bırak” çağrısına bağlamışken Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bayram tatili sonrasında CHP Genel Merkezini daha gerçekçi ve yaratıcı öneriler üretmek için çalıştırmasında Türkiye’nin de yararı var. Çünkü hükümetin neredeyse her derde deva diye sunduğu Güvenli Bölge önerisi, yanıtlardan çok soruları artırmış durumda.