Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 8 Ocak’ta İstanbul’daki görüşmelerinin ardından ortak ateşkes çağrısı yapacakları, doğrusu pek az kişi tarafından tahmin edilebilirdi. Dışişleri Bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ve Sergei Lavrov tarafından verilen ilk havadisi yazılı açıklama izledi. İki lider “arabulucu” sıfatıyla Libya’nın meşru hükümetinin başındaki Feyiz Serrac ile isyancıların başındaki Halife Haftar’ı 12 Ocak saat 00.00’dan başlamak üzere ateşkese çağırıyorlardı. Yalnız Libya’nın değil, Akdeniz’den Kuzey Afrika’ya bölgesel istikrar için ılımlı davranmaya ihtiyaç vardı. Kayıtsız şartsız uyulması beklenen bu ateşkesin, Almanya Şansölyesi Angela Merkel tarafından Libya barışı amacıyla başlatılan Berlin Süreci konferansına da yardımcı olması amaçlanıyordu. Diplomasiye ağırlık verilecekti.
Bu hedefler Erdoğan tarafından haftalardır gündemin ön sıralarında tutulan Libya’ya asker gönderme, söylemiyle pek örtüşmüyor, daha çok CHP, İYİ Parti ve HDP’nin Libya’ya asker, özellikle de paralı asker gönderilmesine itirazlarını andırıyordu. Değişimin savaş ve çatışmadan yana değil, mevcut tablodan görülebildiği kadarıyla diplomasi ve uzlaşmadan yana olması, yerilecek bir şey değil. Meşru savunma dışında savaştan yana olmak düşünülmemeli dahi.
Peki, bu değişimi neye borçluyuz? Bir iki gün içinde Libya’da cihat restleşmesinden barış güvercinliğine dönüştüren değişimin arkasında ne var, nasıl oldu?
ABD ortalığı karıştırırken, Orta Doğu’ya barış getiren kişi olarak anılmak isteyen Putin programında görülmeyen bir kararla 7 Ocak’ta Şam’a gidip Beşar Esad ile birlikte hem Meryem Kilisesi, hem de Erdoğan’ın 2012 yılında çok yakında namaz kılacağını söylediği Emevi Camini ziyaret edip öyle İstanbul’a gelerek iki şeyi göstermek istiyordu:
1- Türkiye’nin işbirliğiyle Suriye’de varılan ateşkes işe yaramaya başlamış, IŞİD ve El Kaide geriletilmişti. İdlib’in bu tabloyu bozmasına izin verilemezdi ve ülkeyi Cenevre barış konferansına Esad’ın götürmesini istiyordu,
2- Libya’da dengeyi değiştiren Rusya’nın Hafter güçlerine verdiği örtülü destek olmuştu. Dolayısıyla Hafter’i durduracak güç de Putin’in elindeydi; Merkel de bunu görüp Berlin Süreci için destek istemişti. NATO üyesi Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan da Serrac üzerindeki etkisini kartlarını açıp gerekirse asker göndereceğini söyleyerek göstermişti,
3- Öyleyse düne kadar Libya’da çatışan tarafların avukatı rolündeki Putin ile Erdoğan, çatışmayı sone erdirip barışın kapısını aralayan liderler rolüne bürünebilirdi.
İki gün önce, 6 Ocak’ta Rusya Savunma Bakanı Sergei Şoygu, MİT Başkanı Hakan Fidan’ı aramış, hem Libya, hem Suriye konuşmuşlardı. Neden dışişleri bakanları konuşmamıştı? Neden Şoygu Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ı aramamış, ya da Fidan’ı arayan SVR’nin başı Sergey Narışkin olmamıştı? Çünkü Putin de Erdoğan da Suriye-Libya ortak ekseninde sahanın kimden sorulduğunu biliyorlardı. Lavrov da, Çavuşoğlu da uzlaşmanın diplomatik zemini için çalışıyordu ama sahada sözü geçenlerin Şoygu ve Fidan olarak görüldüğü anlaşılıyordu.
İşin doğrusu, Serrac BM tarafından tanınan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti başındaydı ama yaptırım gücü giderek kayboluyordu; ortada bir mutabakat kaldığı da söylenemezdi. O kadar ki, Putin’in Erdoğan’la Türk Akımının açılışını yaparken, henüz Libya ve Suriye görüşmeye geçmemişken, Hafter güçlerinin Serrac’ın kontrolünde kalan birkaç yerden biri olan, stratejik Akdeniz liman şehri Sirte’yi de aldıkları haberi gelmişti.
Mısır, Suudi Arabistan ve BAE öteden beri Müslüman Kardeşlerin temsilcisi gördükleri Serrac’a karşı Hafter’i destekliyordu ama BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi Rusya’nın duruşuydu Hafter’i güçlendiren. Erdoğan’ın da bir TV programında özellikle andığı gibi, eski Rus özel kuvvet elemanlarından oluşan Wagner birlikleri olmadan Hafter başkent Trablus’u kuşatma aşamasına gelemezdi.
Peki, Arap dünyasındaki destekçileri Hafter’in Rus-Türk ateşkesini kabul etmesine ne diyecek? Özellikle Mısır’ın Suudi Arabistan ile Rusya arasında kaldığında yapacağı tercih, Abdül Fettah Sisi’nin içerideki konumunu nasıl etkileyecek? Alınacak yeni tutum, Mısır’ın Yunanistan ve İsrail ile Kıbrıs ve Girit doğal gaz yatakları üzerine yaptığı işbirliğini de etkileyecek önemde. Nitekim Serrac, Türk-Rus ateşkes çağrısına uyacağını açıklarken, Hafter reddetti, ama bu reddettme ile sürecin son bulduğu düşünülmemeli. (*)
Gayet zor durumdaki Serrac’ın ateşkes çağrısına destek vermesinde beklenmedik bir şey olmaz. Hafter’e örtülü destek veren Fransa gibi ülkeler de bu aşamada ateşkes ihtimalini bozan, Rusya tarafından Berlin Sürecini baltalayan taraf olarak görünmek istemez. Zaten bu girişimden birkaç gün önce, 3 Ocak’ta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Putin’le yaptığı önemli bir telefon görüşmesi vardı. Putin, şimdi Erdoğan’la yaptığı ateşkes girişimiyle 11 Ocak’ta Moskova’da adeta kurtarıcı olarak ağırlayacak Merkel’i. Tam da dünyanın dikkati Irak’ta patlayan ABD-İran krizine çevrilmişken.
Dahası, Putin, Erdoğan ile birlikte yaptıkları ateşkes çağrısı ile özellikle Batı Avrupa’da son haftalarda öne çıkan Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme, hatta belki Suriye’den (Idlib civarından) kaydıracağı eski ÖSO üyesi paralı asker göndereceği endişesini sakinleştiren kişi olarak görülebilir.
Libya’ya paralı asker gönderme fikrini ortaya atıp tartışmaları başlatan kişi olan, ÖSO’cuların eğitiminde de yer alan özel güvenlik şirketi SADAT’ın kurucusu, emekli tuğgeneral Adnan Tanrıverdi olmuştu. Erdoğan ve Putin’in ortak ateşkes açıklamasından kısa süre sonra, Mehdi’nin gelmesi için bizlerin ne yaptığını da sorgulayacak kadar ileri giden Tanrıverdi’nin, Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanlığı ve Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyeliğinden istifa ettiği haberi duyuldu.
Erdoğan, ateşkes çağrısı karşılık bulur ve uygulanmaya başlarsa, Meclis’in verdiği asker gönderme iznini kullanmayabilir.
Gelinen noktada CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere muhalif odakların asker göndermeye karşı ısrarlı duruşunun etkisi de yabana atılmamalı; 2003 Irak tezkeresinden sonra ikinci defa oluyor bu.
(*) 10 Ocak 2020 saat 06.55’te güncellendi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 23 Kasım’daki basın toplantısında Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te başlayacak ikinci…
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…