Zeynep Miraç
Bir İtalyan mimarın şöyle dediği rivayet edilir: “Türkler, İstanbul’u 1453’te fethettiler ama hâlâ yerleşemediler.”
Yalan değil. 567 yıllık bir şantiye bu şehir.
Son zamanlarda ağzımıza sakız ettiğimiz, “Coğrafya kaderdir” saptaması yalnız insanlara mı ait? Kader, bazen mekanların da yakasını bırakmıyor. Taksim Meydanı’nın çilesi de bir türlü bitmiyor. Yıllardır şekilden şekle giriyor, her gelen yeni bir “düzenlemeye” girişiyor ve o düzenleme bir türlü nihayete ermiyor.
Gün gelip İstanbul’a yerleşsek bile bu gidişle en sona Taksim kalacak!
Taksim adını, Sultan I. Mahmut zamanında Belgrad Ormanı’ndan gelen suyun Beyoğlu bölgesine “taksim edilmesi”, yani bölüştürülmesi, dağıtılması için inşa edilen “maksem”den alıyor. Suyu artık Maksem paylaştırmasa da adını verdiği meydan “taksim edile edile” bitirilemiyor. Kim, neyi paylaşamadıysa hırsını buradan alıyor.
Son hamle, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan geldi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, “İstanbul Meydanlarına Kavuşuyor” projesi kapsamında Taksim’e Kavuşma Durağı adında bir sergi platformu inşa etmişti. Meydandan geçenler üzerinde soluklanıyor, birileri müzik çalıyor, birileri sohbet ediyordu. Ancak bir hafta sonra Koruma Kurulu’ndan itiraz geldi: “İzin almadan kurdunuz, kaldırmazsanız suç duyurusunda bulunuruz.”
Kurul; platformun yanı sıra, aylardır meydanın orta yerinde duran Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın Dijital Gösterim Merkezi çadırının da kaldırılmasını istedi. Habertürk’ten Fatih Altaylı’yı arayan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, kurulun söz konusu kararıyla Bakanlığın Taksim Meydanı’na dair projesinin de iptal edildiğini açıkladı.
Çadır da, platform da hızla kaldırıldı. Taksim akıbeti belirsiz beton çölü haline geri döndü.
Taksim Meydanı’nın tarihi maksem kadar eski değil aslında. Ancak 1928 yılında, Cumhuriyet Anıtı’nın dikilmesiyle meydan olarak anılmaya başlıyor. İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya yaptırılan, bir yüzü genç Cumhuriyet’i diğer yüzü Kurtuluş Savaşı’nı temsil eden anıtla birlikte Cumhuriyet’in simgesi haline geliyor. 1939’da Lütfi Kırdar’ın Henri Prost’a yaptırdığı imar planlarıyla yıkılan Topçu Kışlası’nın Gezi Parkı’na dönüşmesiyle kamusal alan olarak önemli bir yer ediniyor. (Taksim’in tarihçesini merak edenler Turan Akıncı’nın fevkalade sitesine bakabilirler.)
Meydanın hikayesi ülkenin hikayesiyle el ele ilerliyor. İllüzyonla gerçeğin üstü üste bindiği 1930 ve 40’ların ardından İstanbul nüfusunun değişimi buraya da yansıyor. Gazete Duvar’da Taksim Meydanı’na dair bir seri yazı kaleme alan mimar Hakkı Yırtıcı’nın sözleriyle “Meydan bir taraftan yeni ve modern Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzü olurken, diğer taraftan yeni oluşan ulusu bir arada tutmak için milliyetçilik ve yurttaşlık bilincini yaymanın aracı” oluyor.
1950’ler ve 1960’lar kentsel değişimin rüzgarıyla geçtikten sonra 70’ler politik çalkantılarla geliyor. Tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen 1 Mayıs 1977 mitinginin, 34 kişinin ölümüne neden olan o korkunç günün de sahnesi Taksim Meydanı.
1987’de İstanbul Belediye Başkanı olan Bedrettin Dalan’ın Tarlabaşı’nın bir bölümünü yıkıp bulvar yapmasıyla yine şekil ve ruh değiştiriyor. 2000’ler ise yine yıkım ve yeniden inşa ile geliyor. Son on yıl ise baş döndürücü bir hızda ilerliyor:
Yazarken yoruldum, yazarken sıkıldım. Değil ki yaşarken…
Herkes biliyor ki, alt alta sıraladığım bu olaylar bir mimarlık kavgası değil.
“Bir meydan nasıl tasarlanır?” kavgası hiç değil.
Suyu paylaşmak için kurulan bir alanın, ülkeyi paylaşmaya giden hikayesi bu. Nerede sonlanacağı belli olmayan…
Ne var ki maliyeti ağır… Öde öde bitmiyor.
2012 yılında Milliyet Pazar için mimarlık tarihi profesörü Uğur Tanyeli ile bir söyleşi yapmıştım. “Türkiye’de kentsel mekanlar bir tür terbiye etme aracı gibi kullanılıyor” demişti; “Terbiye edilmek istenen kitle, hiçbir dönemde sabit kalmıyor. (…) Türkiye’de kamusal alanda yapılan bir şeye itirazınız varsa, iktidarlar bunu asla o mekâna ilişkin bir itiraz olarak algılamaz. Kendi varlığına yönelik bir itiraz olarak değerlendirir ve onun tepkilerini üretir.”
Yine Taksim bir terbiye, hatta yola getirme aracı olarak kullanılıyor. Kaderine boyun eğmiş, başına gelecekleri bekliyor.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…