Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Anayasasında yer alan temel amacı “Tüm insanların mümkün olan en yüksek sağlık düzeyine ulaşmalarını” sağlamaktır. Örgüt bu amacı gerçekleştirmek üzere uluslararası düzeyde sağlık çalışmalarını yönetir ve eşgüdümünü yapar.
Birleşmiş Milletler’in ihtisas kurumlarından biri olan DSÖ’nün, adından da anlaşılacağı üzere, siyaset ile uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yoktur, ya da olmaması gerekir. Kurumun başındaki genel direktörün de doğal olarak ehliyet ve liyakat sahibi bir profesyonel olması icap eder. Nitekim, bu kriter, bugüne kadar hep gözetilmiştir.
Ancak, şimdiki DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus’un, küresel sağlık bakımından hayati önem taşıyan bu göreve getirilmesi sürecinde, kriterlerin gözetilmesi bakımından, bugüne kadar sergilenen hassasiyet maalesef gösterilmedi. Bir kere, Dr. Tedros Ghebreyesus tıp doktoru değildi; kamu sağlığı alanında doktorası olan bir biyologdu. DSÖ’nün tarihinde genel direktörlük görevine ilk defa tıp doktoru olmayan bir kişi getirilmişti. Etopyalı bir akademisyen-siyasetçi idi. Siyasete girişi ise 1991’de Etyopya’nın o zamanki Moskova yanlısı lideri Mengitsu Haile Mariam’ı deviren Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) saflarında olmuştu.
Çin’in Wuhan kentinde Koronavirüs salgınının patlak vermesinden hemen sonrasında, sanırım 2020 Ocak ayı başında, İngiliz basınında, Dr. Tedros Ghebreyesus hakkında ağır bir eleştiri okumuştum. Etiyopya hükümetinde yer aldığı (2005-2012 arası Sağlık ve 2012-2016 arası Dışişleri Bakanlığı) dönemlerde, Çin Devlet Başkanı ile çok yakın ilişkiler geliştirmesine müsaade edildiği, Çin’e yüklü miktarda borçlu olan Etiyopya’nın, bu suretle DSÖ Genel Direktörü üzerinden adeta kontrol edildiği öne sürülüyordu. Nitekim, tıp alanında uzmanlığı bulunmayan Ghebreyesus’un DSÖ genel direktörlüğüne getirilmesinin de Çin’in yoğun baskı ve girişimleri sonucunda olduğu iddia ediliyor, Ghebreyesus, Çin’in oyuncağı haline gelmekle itham ediliyordu.
Koronavirüs krizi çerçevesinde yapılan, önceleri ihtiyatla yaklaştığım bu ağır eleştirilerin, zaman geçtikçe hiç de haksız olmadığını gördüm. Dr. Ghebreyaesus, ilk günden itibaren Çin’i cansiperane savunuyordu. Haberlerin ve rakamların çarpıtılmasını, hataların örtülmesini, kamuoyunu uyarmaya çalışan Çinlilerin tutuklanmasını görmezden geliyor, Çin yönetiminin çizgisini destekliyordu.
Ghebreyesus’un ve tabiatıyla DSÖ’nün itibarına ve güvenilirliğine ağır darbe vuran bu çerçevedeki beyan ve açıklamalarını dijital medyada kolaylıkla bulabilmek mümkün. Ancak, koronavirüsün İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde fark edilmeye başlandığı Ocak ayı sonlarında, salgının büyütülecek bir yanı olmadığı, küresel bir tehdit oluşturmadığı, sadece Çin ile sınırlı olduğu, panik yapmamak gerektiği mealindeki açıklamalarını DSÖ web sayfasında bulabilmek artık mümkün değil. Sanırım, bunlar silinmiş.
Peki, DSÖ Genel Direktörlüğü işine uygun ve yeterli olmadığı bilinmiyor muydu? Bence, gayet iyi biliniyordu. Ancak, Çin, Afrika kıtasındaki nüfuz alanını iyice genişletmek, siyasi ve ekonomik etkinliğini arttırmak amacıyla, öteden beri yakın çalıştığı Ghebreyesus’u, kıtadaki faaliyetleri son derece kapsamlı olan DSÖ’nün başına getirmeyi çok istiyordu.
Çin’in DSÖ üzerinde zaten öteden beri önemli bir ağırlığı mevcuttu. Örneğin, Ghegreyesus’tan önce 10 yıl boyunca genel direktör olan Margaret Chan, Çin asıllı bir Kanadalıydı. 2017 Mayıs ayındaki DSÖ seçimleri sırasında, Çin, kendisine güçlü bir destekçi de buldu: Rusya. BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan bu iki ülkenin dayanışması Etiyopyalı siyasetçinin DSÖ Genel Direktörlüğü’ne getirilmesine yetti de arttı bile…
Esasen Çin’in, bir ölçüde de Rusya’nın, tamamen siyasi saiklerle attıkları bu adım, popülizm ateşinin dünyayı sardığı bir dönemde, insanlık için ilave bir küresel maliyet yarattı.
Tehdit, ilk başlarda Çin’in korunup, kollanacağı şekilde, bilinçli olarak küçük gösterildi, bu durum da krizin boyutları doğru algılanamamasına katkıda bulundu ve neticede önleyici tedbirler zamanlıca alınamadı. Dr. Ghebreyesus, salgının küresel insan sağlığına ciddi bir tehdit teşkil eden bir pandemi olduğunu gerçek manada daha geçen hafta açıkladı. Bu arada Çin, hastalığın ülkesinde tamamen kontrol altına aşıldığını zaten açıklamıştı. Ama artık çok geçti.
Herhangi bir “diyet borcu” bulunmayan, ehliyet ve liyakat sahibi bir kişi DSÖ’nün başında olsaydı, Koronavirüs salgını bugünkü gibi kontrolden çıkar mıydı? Bu soruya doğru yanıt verebilecek uzmanlığa sahip değilim. Ancak, mesleki tecrübem bana, salgını kontrol etmek bakımından, her halükârda bugünkü kadar acz içine düşmeyeceğimizi söylüyor.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…