Hayatımızın COVID-19 ile geçen iki ayının sonunda bir değerlendirme yapalım:
Türkiye, ilk vaka görüldüğü anda kısmi karantinaya başlayıp zaman içerisinde tedbirlerin artırıldığı karma bir uygulama benimsedi. Mart ortasından itibaren uzaktan eğitime geçilirken işyerleri de mümkün mertebe uzaktan üretime teşvik edildi. Nüfusun yüzde 40’ını oluşturan 65 yaş üstü ve 20 yaş altı nüfus için tam karantina uygulandı. Sonrasında nüfusun geri kalanı için de hafta sonları ve bayramlarda tam karantina uygulamasına geçildi. 23 Nisan ile 26 Mayıs arasındaki 33 günün 17’sinde tüm nüfus için tam karantina uygulandı.
Alınan kararların sonucunda vaka sayılarında ve yayılma oranında gözle görülebilir bir düşüş gözlemliyoruz. Virüsün yayılma hızını gösteren R0 değerinin 1’in altına inmesi çok olumlu bir gelişme. Çünkü bu sayının 1’in altına inmesi artık en kötünün geride kaldığına ve dalganın geri çekilmekte olduğuna işaret.
Elde edilen başarı sağlık çalışanlarımızın büyük fedakarlıkları en başta olmak üzere toplumsal bir koordinasyonun eseri ve hepimiz gurur duymalıyız. İki ay gibi görece kısa bir sürede bu noktaya gelmiş olmamız bir tesadüf değil. Önceki yazılarımda da sonuçlarını paylaştığım çalışmamızda COVID-19 ile mücadelede tam karantina uygulamasına ne kadar yaklaşılırsa karantina süresinin ve ekonomik maliyetin o kadar düşük olacağını tespit etmiştik. Yaptığımız hesaplamalar, Türkiye’deki uygulamanın kısmi karantina ile tam karantina arasında bir noktada olduğuna işaret ediyor.
Dünya genelinde başarı hikayelerine baktığımızda, araştırma bulgularımızla tutarlı olarak Danimarka, Yeni Zelanda, Yunanistan gibi ülkelerin tam karantina ile yaklaşık bir aylık bir sürede salgını kontrol altına almış olduklarını gözlemliyoruz.
Etkin bir karantina ile salgını kontrol altına almak işin ilk bacağı. Yolun bundan sonrasında elde edilecek başarı toplum olarak sosyal mesafe kurallarına ne kadar riayet edeceğimizle yakından ilişkili. Bir sonraki aşamada karantinadan en uygun şartlarda çıkabilmek, kısıtlamaları doğru zamanda kaldırmak ve ikinci dalga riskini ortadan kaldırabilmek çok önemli. Çünkü kendi ülkenizde salgını kontrol altına alsanız bile sınırlarınızı açtığınız anda tekrar başa dönmek durumunda kalabilirsiniz. Bu nedenle erken başarı örneklerinde adı geçen ülkelerin nasıl bir yol izleyecekleri diğer ülkelere de rehber olacak.
Yine çalışmamıza dayanarak yolun bundan sonrasına ilişkin bulgularımızı paylaşmak istiyorum. İki ayın sonunda elde ettiğimiz sonuçlar erken sevinmemek gerektiği konusunda bizi uyarıyor. Zira vaka sayısı makul seviyelere inmeden kısıtlamaların kaldırılması ikinci dalga riskini artırıyor.
Bazı varsayımlar altında, hiç karantina uygulanmazsa virüsün doğal seyrini ve vaka sayısını şekilde mavi çizgi gösteriyor. Böyle bir senaryoda zirve noktasında çok sayıda vaka olabileceğini, ancak sonrasında yayılma hızının giderek azalıp yaklaşık bir sene sonunda salgının kontrol altına alındığını görüyoruz. Kırmızı ve siyah çizgiler ise alternatif kısmi karantina uygulamalarını gösteriyorlar. Gri taralı alan karantina süresini gösteriyor. Eğer karantina dönemi çok etkili olmaz ve daha çok insan hastalığı kapar ve bağışıklık kazanırsa (kırmızı çizgi), kısıtlamalar kalktığında geriye fazla vaka kalmıyor. Yani biraz aceleci davranıp virüs tam da kontrol altına alınmadan kısıtlamaları kaldırmanın bedeli çok yüksek olmuyor. İronik bir şekilde, eğer başarılı bir karantina uygular ve hastalığı evlerden uzak tutarsanız (siyah çizgi) bu sefer vaktinden önce yani prematüre bir şekilde kısıtlamaları kaldırmanın bedelini büyük bir ikinci dalga ile ödüyorsunuz.
İkinci bir dalganın ekonomik maliyeti çok yüksek. Çünkü vaka sayısındaki artışa paralel olarak tüketici güveni zayıf kalıyor. Talep normale dönmeyince ise iş yerleri açılsa bile üretimde arzu edilen canlanma gerçekleşmiyor.
İki ayın sonunda virüsün hala aramızda olduğunu unutmayalım. Bu nedenle aşı çıkana kadar geçecek sürede tedbiri elden bırakmamak ve sosyal mesafe kurallarına uymak ikinci dalga riskini azaltarak hem sağlığımızı hem de ekonomiyi koruyacak en doğru rehber olacak.
Ekonomik durgunluk süresinin kısalmasında, ikinci dalga riskini azaltmak kadar ekonomik birimlerin en az hasarla bu süreci atlatmaları da önemli bir rol oynuyor. Bu dönemde gelir akışı sekteye uğrayan firmalara ve tüketicilere kaynak aktarımında bulunulması gerekiyor. Bu aktarımların, borçluluk seviyesini çok artırmadan mümkün olduğunca transfer ödemeleri ile gerçekleşmesi, salgın bittikten sonra harcama ve yatırımları canlandıracak bir zemin oluşturacaktır.
Bu noktada salgına karşı geliştirilen ekonomik paketlerin büyüklükleri devreye giriyor. Yukarıda bahsettiğim transfer ödemelerinin gerçekleşebilmesi için ciddi bir kaynak gerekiyor. Bunu kısmen para basarak karşılamak mümkün. Ama enflasyonist risklerimizi göz önünde bulundurduğumuzda döviz cinsi kaynak sağlanmadan tamamen para basarak bu işi götürmek hem çok daha zor hem de süreci uzatarak üretim kapasitesini küçültme riski var.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…