1 Kasım 2015’te yapılan yenileme seçimi kampanyası sırasında Trabzon’da bir vatandaşın kayda aldığı görüntüler bazı haber sitelerince paylaşılsa da üzerinde fazla durulmadı. AKP seçim otobüsü, sözlerini Siyasal İslam’ın ve Müslüman Kardeşler örgütünün önde gelen ideoloğu Seyid Kutub’un yazdığı “Ehi Ente Hurrun” (Sen Hürsün Kardeşim) marşını çalarak dolaşıyordu. Marş Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 2013 askeri darbesiyle devrilmesi ve sonrasında başlayan Rabia eylemlerinde de Türkiye’de sıklıkla çalınmıştı. Mısır’daki askeri darbeye yönelik AKP’den gelen tepkiler, seçilmiş bir cumhurbaşkanı ve Mısır halkının demokratik iradesine yönelik bir desteğin sonucu muydu? Yoksa Türkiye’deki Siyasal İslam ile Mısır Müslüman Kardeşleri arasında ideolojik ve örgütsel kökenleri yıllar öncesine giden ilişkilerin bir yansıması mıydı?
Yarım asır önce (o zaman Batı) Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Rudolf Thierfelder, Türkiye’deki seçimler öncesinde Bonn’a 13 sayfalık, diplomatik teamüllere göre oldukça uzun bir rapor gönderir. 3 Ağustos 1969 tarihli raporun başlığı çarpıcıdır: “Türkiye’de Resilamizasyon”, yani “Yeniden İslamlaştırma”. Deneyimli Alman diplomat Thierfelder, o zaman henüz aktif siyasi hayatta olmayan Necmettin Erbakan’ın bağımsız milletvekili olarak Meclis’e gireceği ve Milli Nizam Partisini kurarak 1970’li yılların kilit aktörü olacağı 1969 seçimleri öncesinde Türkiye’de Siyasal İslam odaklı önemli değişimlerin yaşandığını gözlemler.
Alman Büyükelçi İslamcıların başrolde olduğu, sol ve laiklik karşıtı gösterileri şöyle sıralar: Temmuz 1968 Konya olayları, Şubat 1969 İstanbul’daki “Kanlı Pazar” eylemleri, Mayıs 1969 Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenazesinin basılması, Temmuz 1969 Kayseri olayları. Thierfelder bu eylemlerin Türkiye’de bir “Reislamizasyon” sürecinin sonucu olduğuna dikkat çekerek, bunun öznesinin kim olduğuna dair bir sorgulama yapar. Büyükelçi’ye göre Türkiye’de, sol kesimlerin iddialarının aksine, Demokrat Parti ve Adalet Partisi reislamizasyon sürecinin baş aktörü değildir. Hem Menderes hem Demirel, İslamcılığı desteklememişler ama engellememişlerdir de. Thierfelder 1945-50 arasında İnönü ve CHP’nin politikalarından örnekler vererek, reislamizasyonun önünün bu dönemde açıldığını vurgular. Alman büyükelçi, Türkiye toplumunun en muhafazakâr kesimini oluşturan köylülerin, cemaatlerin etkin olduğu esnafların ve komünizme karşı İslam’ı çözüm olarak gören üst düzey iş adamlarının dinselleştirmeyi destekleyen sınıflar olduğunu vurgular. Ancak raporda Reislamizasyon sürecinin siyasal öznesinin kim olduğuna dair bir yorumda bulunmaktan kaçınır. Thierfelder’in bir diplomat olarak son derece çarpıcı şekilde gözlemlediği bu gelişmeler başkalarının da dikkatinden kaçmaz. Alman elçisinden iki yıl önce MİT istihbarat faaliyeti sonucunda Resilamizasyon’u çok daha detaylı şekilde raporlamıştır.
Ant dergisi 19 Mart 1968’de “Milli İstihbarat” raporlarına dayanarak Türkiye’de “Müslüman Kardeşler” (İhvan-ı Müslim) örgütlenmesinin rapor ve şemasını yayınlar. Necmettin Erbakan’ın meclise girmesinden bir buçuk yıl önce “bir başbakan adayı” olarak tanımlandığı rapor, Türkiye’de Reislamizasyonun detaylı haritasını çizer. Basın, siyaset, sivil toplum örgütleri, ekonomi ve devlet kurumlarında kilit yerlerde bulunan isimlerin “tavandan tabana iktidara hâkim olma yolunda oldukları” iddia edilir: “Türkiye’de irtica Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşler teşkilatı ile bağlantılı olarak faaliyet göstermektedir.” Rapora göre sol ve milliyetçi akımları kendi çıkarları için tehdit gören “Anglo-Amerikan emperyalizmi, İslamı politize etmek gereğini duymuş ve Müslüman Kardeşler hareketini CIA vasıtasıyla desteklemeye başlamıştır.”
Uğur Mumcu’nun Rabıta dosyasını yayınlamasından 20 yıl önce, Ant dergisi Milli İstihbarat raporlarına dayanarak Mısır merkezli Müslüman Kardeşler’in CIA ve Suudi Arabistan tarafından kullanıldığını iddia ediyordu. Peki, Arap coğrafyası dışında yer alan Türkiye’de Müslüman Kardeşler iddia edildiği gibi etkili miydi? Türkiye’deki İslamcılarla Müslüman Kardeşler arasındaki ilişkiler nasıl ve kimler üzerinden kurulmuştu? Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) kaynaklı olduğu öne sürülen raporlarda Türkiye’de Siyasal İslam’ın örgütlenme şemasını çıkarılırken neden “Müslüman Kardeşler” terimini kullanıyordu?
Müslüman Kardeşler ile Batılı istihbarat örgütleri arasında önceleri milliyetçiliğe, daha sonra da yükselen sola karşı 1950’lerden itibaren kurulan ilişkilere değinen çok sayıda kitap ve makale yayınlandı. Bu karanlık ilişkilerin merkezinde yer alan kilit isimlerden birisi de Said Ramazan idi. Said Ramazan Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan el Benna’nın damadıydı. Müslüman Kardeşlerin tüm dış bağlantılarını yöneten isim olan Said Ramazan için, Hasan el Benna’nın oğlu Cemal el Benna, “Eğer İhvan’ın bakanlar kurulu olsa, o dışişleri bakanı olurdu” demişti. Said Ramazan daha 1950’lerin başında Pakistan’dan Suriye’ye, Ürdün’den Türkiye’ye kadar Ortadoğu’daki tüm İslamcı akımlarla Müslüman Kardeşler adına irtibat kuran isimdi.
Said Ramazan ve Müslüman kardeşler, devlet merkezli bir İslam anlayışına karşı çıkıyordu. Ümmetin birleştirilmesi, devletleri aşan bir idealdi. Dolayısıyla Müslüman Kardeşlerin merkezinde olduğu İslamcılık anlayışı mevcut devletlere entegrasyonu değil, onlardan izolasyonu savunuyordu. İran petrolünün, Süveyş Kanalının Batı tarafından kontrolüne karşı çıkan, bunları millileştirmek isteyen Musaddık ve Nasır gibi milliyetçi liderleri ABD ve İngiltere ise kendi çıkarları için tehdit olarak görüyordu. Dolayısıyla onların iktidarına karşı çıkan İslamcı örgütlerin Batının radarına girmesi uzun sürmedi. ABD ve İngiltere, Siyasal İslam’ın anti-emperyalist bir enstrüman olarak Kremlin tarafından Ortadoğu’da kullanılmasından da çekiniyordu.
Said Ramazan 1953 yılında ABD’de Princeton Üniversitesinde İslam üzerine düzenlenen bir akademik konferansa, ABD’nin Mısır Büyükelçiliğinin Washington’a Ramazan’ı özellikle önerdiği bir rapor sonrasında davet edildi. Konferans sonrasında ABD Başkanı Eisenhower’ın Beyaz Saray’da ağırladığı heyet içinde yer alıyordu. Müslüman Kardeşlerin “Dışişleri Bakanı” Said Ramazan daha 27 yaşındayken Oval Ofiste ABD Devlet Başkanının karşısına çıkacak kadar hızlı yükseliyordu.
Said Ramazan, 1950’li yıllarda Müslüman Kardeşler liderliğinde Şam ve Kudüs’te toplanan tüm kongreleri örgütleyen isimlerin başındaydı. Müslüman Kardeşler’in 1954’te Mısır lideri Nasır’a karşı düzenlediği suikast girişiminin başarısız olması sonrasında Said Ramazan arananlar listesine alındı ve sonrasında vatandaşlıktan çıkarıldı. Ancak Ürdün Kralı’nın onayıyla cebine diplomatik pasaport konuldu. Sadece Ortadoğu değil, artık Avrupa’da rahatça dolaşabiliyordu. Ramazan’ın Ürdün diplomatı olarak İsviçre ve Batı Almanya merkezli sol ve milliyetçilik karşıtı bir Siyasal İslam örgütlemesinde CIA ile birlikte çalıştığı, hatta Ramazan ile Amerikalılar arasındaki bağlantıyı CIA ajanı (1959-1971 arası CIA Türkiye istasyon şefi) çalışanı Ruzi Nazar’ın sağladığı yönünde çok sayıda iddia var.
Alman istihbarat örgütü BND Ramazan’ın Amerikalılarla çalıştığını, Suudiler tarafından finanse edildiğini düşünüyordu. Hangi Amerikan kurumunun Said Ramazan üzerinde etkili olduğunu bulabilmek için, Ramazan’ın Cenevre’deki ofisine operasyon düzenlenmesi bile planlanmıştı. Ramazan’ın faaliyetlerini yakından izleyen İsviçre kurumları, Ramazan’ın İngiliz ve Amerikan istihbaratıyla yakın ilişkiler kurduğunu, tam bir anti-komünist olması nedeniyle ülkede kalmasında sakınca bulunmadığını not ediyordu. Said Ramazan, Rabıta’nın kurulması fikrini Suudilere öneren kişiydi. 1962’de Rabıta’nın kuruluşunda yer alan 21 üyenin 7’si Ramazan ve Müslüman Kardeşlere yakın isimlerdi.
Milliyetçilik ve sol karşıtı bir Siyasal İslam örgütlerken, Batılı istihbarat örgütleriyle yakın ilişkiler kuran, Suudilerin finanse ettiği sermayeyle Cenevre’ye yerleşen Said Ramazan’ın Türkiye serüveni 1950 yılına uzanıyor. Kasım 1950’de Türkiye’de gazetecilerle yaptığı sohbette “memleketinizde İslamlığın zerresi dahi kalmadığı hakkında birçok menfi propagandalara şahit olmuştum. Fakat şimdi bu propagandaların tamamen yalan ve iftiradan ibaret olduğunu bizzat görmüş bulunuyorum” diyordu. Said Ramazan’ı Türkiye hakkında bu kadar olumlu konuşmaya sevk eden, gördüğü yakın alaka ve teveccühtü. Ramazan, 10 Kasım 1950 Cuma günü Fatih Camiinde Cuma Namazında cemaate bir konuşma yapacak kadar derin bağlantılara sahipti. Arapça verdiği hutbe Türkçeye tercüme edilmiş, cemaat üzerinde tesirli olmuştu. Nurcular, Ramazan’ın Fatih Camiinde verdiği hutbe için Diyanet İşleri Başkanı Aksekili’den kendilerinin izin aldıklarını iddia ettiler. Ramazan ziyareti sırasında Aksekili ile de görüşme fırsatı buldu.
Ramazan’ın Türkiye’nin beğendiği yönü tabii ki laiklik anlayışı değildi. 1951’de Karaçi’de toplanan Dünya Müslümanlar Kongresinde Türk heyetinden Ömer Rıza Doğrul, Kemalizm’in laiklik anlayışını savununca, Said Ramazan buna karşı çıkmıştı. Said Ramazan’ın ziyareti ve kurduğu bağlantılar sonrasında Müslüman Kardeşlerin Türkiye’de etkisinin arttığı gözlemlenir. 1952’de gazeteci Ahmet Emin Yalman’a (Malatya’da Hüseyin Üzmez tarafından) düzenlenen suikast girişimini örgütleyenlerin Müslüman Kardeşlerle bağlantılı oldukları iddiası soruşturma raporlarında belirtilir. 1953 yılında Mısır’da El-Ezher’e okumaya giden 84 Türk öğrenci olduğu, bunların Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de Nurcular ve İlim Yayma Cemiyetinden destek gördüğü yönünde iddialar gazetelere yansır.
1952’de gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürmeye teşebbüs eden Hüseyin Üzmez‘in Müslüman Kardeşler bağlantıları olabileceği soruşturma raporlarına yansımış.
Said Ramazan ve Müslüman Kardeşler liderliğinde, Ürdün Kralı’nın desteğinde Ocak 1960’da Kudüs’te bir İslam Kongresi düzenlenir. Kongre’nin ana temaları Filistin meselesi ve komünizm altında yaşayan Müslümanlardır. Türkiye’den kongreye iki önemli akademisyen katılır: Ali Fuat Başgil ve Fuat Sezgin (2019 Türkiye’de Fuat Sezgin yılı ilan edildi). Kongre’ye Türkiye’den katılan temsilciler ve neler konuşulduğuna dair haberler Türk basınında yer almaz. Ancak Avusturya’nın Ankara Büyükelçisi Karl Hartl, 25 Şubat 1960’da Viyana’ya gönderdiği raporunda kongreyle ilgili önemli bilgiler paylaşır. Avusturya Büyükelçisine göre Türk temsilcilerine davet Said Ramazan’dan gelmiştir. Elçi, ciddi bir paraya sahip Said Ramazan’ın daha önceleri İstanbul’da uzun zaman geçirdiğini de belirtir. Avusturya elçisi duyumlarına dayanarak, ABD’nin Müslüman Kardeşleri Nasır’a karşı desteklediğini de vurgular.
Aynı kongre, iki yıl sonra 1962’de Kudüs’te yine Müslüman Kardeşler ve Said Ramazan liderliğinde toplandığında, Türkiye’den çarpıcı bir isim de katılımcılar arasındadır: Mehmet Şevket Eygi. Eygi kongrede Said Ramazan ile baş başa görüşür ve izlenimlerini yayınlar: “Son derece zeki, faal bir kimse idi. Hem Şark, hem de Garp kültürünü iyice hazmetmiş, ihâtalı (kapsamlı düşünen) bir kafaya sahipti… Halen İsviçre’nin Cenevre şehrinde oturuyor ve orada tesis ettiği İslam Merkezi vasıtasıyla, Avrupa’da Hak dinini yaymağa çalışıyordu.” Eygi, Said Ramazan’ın 1953’te Ankara’da Hacı Bayram Camiinde Cuma hutbesi verdiğini de vurgular: “Cemaatin çokluğundan, camiin kapısından minbere ancak on dakikada geçebilmişti. Bu hadiseyi anlatırken ‘Anadolu halkının İslamiyet’e bağlılığını başka hiçbir yerde görmedim’ diyordu.” Eygi kongreye katıldığında kendisinden başka Türkiye’den resmi bir heyetin daha bulunduğunu şaşkınlıkla öğrenir. Resmi heyet dışında Kudüs’e giden Eygi’ye davet nasıl ulaşmıştır. Said Ramazan üzerinden mi? Ankara’daki CIA istasyon şefi Ruzi Nazar vasıtasıyla mı? Yoksa başka kanallardan mı?
Türkiye İslamcıları üzerinde Said Ramazan’ın çarpıcı etkisinin zirveye ulaştığı nokta, 1962’de Mekke’de Rabıta’nın kuruluş toplantısıdır. Toplantıda bulunan Kemalettin Şenocak “kongreyi fiilen Dr. Sait Ramazan idare ediyor” diyerek, 18 Mayıs 1962’de Ramazan’ın yaptığı konuşmadan ne kadar etkilendiğini tarif eder: “Genç Hukuk Doktoru Mısırlı Sait Ramazan söz aldı. İrticali olarak öyle bir hitabede bulundu ki, hayatımda, üzerimde tesir icra eden bu kabil bir konuşmayı ilk defa duyuyordum. Hatip konuşuyor, konuştukça coşuyor, imanlı bir kalbin akılla işbirliğinin en beliğ timsali ve bir yanardağ, bir volkan misali coştukça coşuyor. İslam’ın yeryüzündeki dertlerini davalarını birer birer ele alıyor, Müslümanları İslamiyete sıkı sarılmağa, uyanıklığa, kardeşliğe ve birliğe davet ediyor. Konuşma biterken heyecanımdan gözlerimin yaşardığını, tüylerimin ürperdiğini hissettim.”
Kuşkusuz ki Amerikan istihbarat servisi ve Suudiler, Müslüman Kardeşler içinde birlikte çalışmak konusunda hem örgütsel kapasitesi hem bağlantıları hem de hitabet yeteneği gibi hususlarda Said Ramazan’dan daha etkili bir isim bulamazdı. Burada çarpıcı olan bir diğer nokta, Said Ramazan, Müslüman Kardeşler ve Rabıta’nın Türkiye’ye etkisinin Milli İstihbarat tarafından 1960’ların ikinci yarısından itibaren yakından takip edilmesi ve raporlanmasıdır. İşin o yanını başka bir yazıya bırakalım.
MHP ile DEM Parti düşman çatlatmaya devam ediyor. Kötü anlamda söylemiyorum. Kürt işleri özellikle Suriye’de…
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…