Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ankara Barosunu keskin bir dille eleştirmesi üzerine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ile barolarda sözde demokrasi, özde yönetim değişikliği tartışmaları, barolarla AK Partililer arasında Batı’lıların “head on collision” dedikleri kafa kafaya bir çarpışmaya doğru hızla yol almakta.
AK Parti değişikliği meclise getirmeye ve kanunlaştırmaya kararlı olduklarını gösterirken, hukukçu milletvekillerinin TBMM’ne sunduğu değişiklik teklifinin “Gerekçe” kısmı yapılmasını istedikleri değişiklikleri haklı gösterecek -esaslı değil, ele gelir de değil– hiçbir gerekçe göstermemekte.
Durduğu yer pek de net olmayan, kerhen karşı görünür gibi duran, meşruiyeti bu aşamada çok tartışmalı Türkiye Barolar Birliği başkanı Metin Feyzioğlu’ndan başka kimse açıkça teklifin tarafında durmamakta.
TBMM’ne sunulmasına kadar sır gibi saklı tutulan fakat içeriği kısmen sızdırılmış olan teklife, Türkiye’deki büyük veya küçük 80 il barosunun tamamı, özellikle de değişikliklere, özellikle de “çoklu baro” önerisine güçlü şekilde karşı çıkmakta. Değişikliklerin baroları parçalayacağını, güçlerini zayıflatacağını, hukukun üstünlüğü ve temel insan hakları aksamalarından en başta sorumlu olan iktidarı eleştirme güç ve cesaretine sahip olan son kalenin de düşeceğini düşünen avukatlar demokratik yollardan direnmekte. Baroların illerindeki gösterilerde binlerce avukat, İstanbul barosunun Çağlayan adliyesi önünde düzenlediği alanı dolduran avukatların neredeyse tamamı ayağa kalkmış bulunmakta. Ankara’da Türkiye’nin her yerinden gelen avukatların Ankara’da düzenleyecekleri etkinlik valiliğin Covid 19 tedbirine takılmış bulunmakta. Sıranın kendilerine geleceğini düşünen diğer meslek kuruluşları da bu mücadeleye destek vermekte; “odama dokunma” “mesleğime dokunma” temalı bildirilerle seslerini giderek yükseltmekte.
Sözde demokrat özde sarı baro yönetimi
AK Parti tarafından TBMM’ne sunulan Avukatlık Kanunu Değişiklik teklifi bu şekilde kabul edilirse şunlar öngörülmekte:
– Türkiye’deki (2019 sonunda) 124,555 avukatın 73,262’sini, yani yüzde 58’8’ini temsil eden Ankara, İstanbul ve İzmir Barolarının Türkiye Barolar Birliği (TBB) genel kurulunda yüzde 41,5 oranındaki temsil oranı da yüzde 7,5’e inecek,
– Ankara, İstanbul ve İzmir illerinde 2.000 avukatla “çoklu barolar” kurulmasıyla, avukatların yüzde 88,8’ini temsil eden görece büyük 23 il barosunun Türkiye Barolar Birliği genel kurulunda temsil oranı 67,1’den yüzde 31,5’e düşürülecek,
– Buna karşılık avukatların yüzde 12,2’sini temsil eden 57 küçük il barosunun temsil oranı yüzde 32,9’dan yüzde 68,5’a çıkarılacak.
Bu konuda Daha İyi Yargı Derneği geniş kapsamlı görüş, değerlendirme ve önerilerini yayınlamış bulunmaktadır.
Demokratik hiçbir yönü olmayan tam tersine mevcut durumu da geri götüren, teklifin basına beyanatlarda sözde “baroların ve TBB’nin yönetimini demokratikleştirmek” olarak sunulması manidardır. Zira teklif; yüzde 41,2 oranındaki 51,293 avukatı temsil eden üye sayıları küçük il barolarının TBB genel kurulunda temsil oranını ezici yüzde 92,5’e çıkararak azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesini sağlayacaktır.
Esas bölücülük: çoklu Baro
Teklif‘teki Avukatlık Kanunu 77. maddeye “Beşbinden fazla avukat bulunan illerde asgari ikibin avukatla bir baro kurulabilir” ibaresinin eklenmesi; Ankara, İstanbul ve İzmir illerinde çoklu barolar oluşması, böylece bu büyük illerdeki 73,242 avukatın 30’dan fazla baroya bölünmesi ile sonuçlanabilecektir.
Üç büyük şehirde 30’dan fazla baro (“Çoklu baro”) kurulabilmesini öngören teklif, Anayasa’nın 3. maddesinde “Türkiye devleti ve milletiyle bölünmez bir bütündür” hükmü ile benimsenen üniter – tek devlet ilkesinin ruhuna ve bu ilkenin yansıması olan idarenin bütünlüğü ilkesine zarar verecek, uzun vadede ülkenin bekasına yönelik tehditler oluşmasına neden olabilecek niteliktedir.
2019 yılı sayılarına göre Ankara’da 6 adet, İzmir’de 2 adet ve İstanbul’da 20 adet ilave baro kurulmasına ve bu üç ilde toplam 31 adet baro oluşturmaya, en küçük birim olarak il bazında yapılan idari yapılanmada 28 ilave idari kurum – baro oluşturmaya bir kere izin ve imkân verildiğinde bu durum üniter devlet ilkesinde onarılması güç bir delik açacağı, bunun da üniter devlet ilkesini zedeleyecek gelişmelerin önünü açacağı kolayca öngörülebilir.
Üniter devlet, tekli idare
Gerçekten de Teklif yasalaştırıldığı ve bir kısım illerde mevcut idari örgüt varken 2.000 avukatın bir araya gelerek aynı ilde ilave çoklu barolar kurması halinde:
• 2.000 avukat iktidar yanlısı bir baro kurarsa
• 2.000 tarikat mensubu avukat dini amaçlı bir baro kurarsa;
• 2.000 avukat dinsizliği, ateistliği amaçlayan bir baro kurarsa;
• 2.000 etnik kökenli avukat ayrılıkçı bir baro kurarsa,
• 2.000 avukat ırk ayrımcılığı amaçlı bir baro kurarsa
• 2.000 fırsatçı avukat yolsuzluk amaçlı baro kurarsa
• 2.000 avukat anarşik amaçlı bir baro kurarsa
Bu ülkenin tarihinde yaşadığı onca çalkantı ve zorluklar sonucunda oluşturduğu üniter devlet ilkesinin zedeleneceğini; kısa bir süre sonra belediyeler, valilikler gibi başka alanlarda taleplere yol açma potansiyeli taşıdığını öngörmek mümkündür.
Teklifin amaçladığı “üç büyük şehirde çoklu baro” düzenlemesi kanunlaştırıldığı takdirde baroların bağımsız meslek kuruluşu niteliğini yitireceği, baroları hukukun üstünlüğü yerine üyelerinin menfaatini savunan ve bu konuda daha çok üye çekebilmek için birbirleri ile yarışan nitelik itibarı ile sendikalara benzeyen menfaat gruplarına dönüştüreceği; avukatlık mesleğinin bozuşmasına yol açacak şekilde kötü davranışları teşvik edecek kötü bir ortam oluşacağı kolayca görülebilir.
Savunması bağımlı yargı, bağımsız olabilir mi?
Daha da önemlisi, teklif bu şekilde yasalaştığı takdirde bağımsız ve tarafsız yargının üç kurucu unsurundan bağımsız savunma ayağının bütünlüğünü bozulacak, yargı gücünün bağımsız işlevini de zedeleyebilir. Avukatlara ve barolara verilmiş olan; en başta iktidarın hukuka aykırı hareket etmesine karşı durmayı gerektiren “hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını savunma” görevi ciddi şekilde aksayabilecektir.
Kanun Önünde Eşitlik İlkesi’ni düzenleyen Anayasa’nın 10. maddesinin 4. fıkrası gereğince “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmüne aykırı olarak Ülkenin bir coğrafi bölgesinde bir baro kurabilmek için 2.000 avukatın bir araya gelmesi şart koşulurken diğer bir coğrafi bölgede 30 avukatın bir araya gelerek bir baro kurabilmesi, bir coğrafi bölgedeki avukat sayısı 2.000’in altına düşen barolar tasfiye edilirken, diğer bölgelerdeki çok daha düşük bu rakamın yüzde 2’si veya 3’ü oranında (40, 80, 90) sayıda üyesi olan baroların varlığını sürdürmesi üye sayısı küçük illerdeki avukatlara imtiyaz tanınmakta.
Pol-Bir ve Pol-Der unutuldu mu?
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları arasında baroların hem yapılanma, hem organlarının seçimleri ve hem de üyeleri olan avukatların yönetimde temsilini ve kararlara katılmasını mevcutta olandan çok daha yukarılara götürülmesi, ülkemizin ileri ve örnek demokratik kuruluşları haline getirilmesi herkesin ortak arzusudur. Çünkü bundan sadece barolar değil tüm ülke yarar görecek, demokrasi, hukuk ve refahımız yukarıya gidecek; bu daha başka nice iyileşmelerin yolunu açacaktır.
Peki bu ortak amacı gerçekleştirmek için illa ötekileştirmek, kutuplaştırmak, dayatmak, diretmek ve çatışmak mı gerekmekte? Türkiye, Koca Osmanlı imparatorluğunun asırlar süren çöküş döneminde de Cumhuriyetten sonra da ayrışma ve kutuplaşmalardan çok çekmedi mi? 1980 öncesinde kamu görevlileri siyasi görüş ve eğilimlerine göre derneklere bölünerek kutuplaşmalarından çektiğimiz acıları ne çabuk unuttuk? Kamu görevlilerimizin ve hatta polislerimizin ülkücü, devrimci ve sair siyasi görüşlerde olmalarına göre ayrıldığı Pol-Bir, Pol-Der gibi ayrışma ve kutuplaşmaların ülkemize ne yararı oldu?
Avukatların tamamı karşı çıktığı halde kendi meslek kuruluşlarını kendileri seçecek olan avukatlara uzak yakın birçok tehlikesi olan çoklu baro önerisini dayatmak niye? Bu öneriyi getirmek için haklı nedenler ve sorunlar varsa bunlar barolarda ihtiyaca orantılı olarak organları veya üyelerinin sayısını artırmak, komisyonlar, semt veya adliyelerden sorumlu başkan yardımcıları oluşturmak, yönetim görevlerini tam zamanlı ve ücretli hale getirmek gibi yöntemlerle çözülemez mi? Karşıt görüşlülerin hiç mi haklı bir tarafı yok?
Baroları tanzim, hukuku tanzim demektir
Anti demokratik ve işe yaramaz delegelik sistemini tüm kanunlardan tamamen ilga etmek yerine daha da bozmanın ne faydası var? Türkiye Barolar Birliğinin başkanını ve organlarının üyelerini – il baro seçimlerinde olduğu gibi – delegeler değil bütün avukatlar neden seçemesinler ve seçemiyorlar? Cumhurbaşkanını iki turlu seçimle seçmeye Anayasa ile karar verdiğimize göre, TBB başkanını, il barolarının başkanlarını ve hatta mahalle muhtarlarının neden iki turlu seçemeyelim? Madem şikâyet ediliyor o zaman seçimlerde blok listeleri neden yasaklamıyoruz?
Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, Anayasa m. 135 gereğince kurulmuş olan ve organları kendi üyeleri tarafından demokratik usullere göre seçilen kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olmalarından ayrıca bağımsız ve tarafsız yargının kurucu unsurlarından savunmayı temsil ederler. Bağımsız yargının – hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını savunmak görevi yüklenmiş olan – bağımsız bir unsuru olması sebebiyle barolar, Anayasa Madde 135’e göre kurulmuş olan kamu kurumu niteliğindeki diğer meslek kuruluşları ile ticaret ve sanayi odalarından çok farklı ve önemli bir işleve sahiptir. Bu nedenle barolarla ilgili düzenlemeler yapılırken aslında yargının işlevlerinin olumsuz etkilenmemesine yüksek itina gösterilmesi gerekir.
Samimi sorumluluk ve ortak akıl
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerden, dolayı milletvekillerine sorumsuzluk getiren Anayasa Madde 83, keyfi davranma hakkı vermez. Milletvekillerinin kendilerine tanınan yetki ve ayrıcalıkları Anayasa Madde 5’te belirtilen çerçevede ve özellikle “Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak” yönünde kullanmaları gerekir.
Konu ile ilgili tüm taraflar sorumlu ve yapıcı davranmalı, AK Parti milletvekilleri de söz konusu taslağı TBMM’nden geri çekmelidir. Konunun tüm paydaşları ön şartsız ve ön yargısız olarak bir araya gelmeli, sorunları müştereken belirlemeli ve ortak akıl yoluyla bir çözüm bulmalıdır.
Türkiye’nin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Bunu yapmasının önündeki tek engel, tek görüşü karşıtlara dayatmak, çatışma yaratmak ve yersiz didişerek değerli kaynaklarını israf etmektir.
Farklılıkları hoşgörü ile karşılayarak ortak aklı harekete geçirmeyi başardığında Türkiye; bütün zincirlerini kıracaktır.