Umarım yakında yayınlanacak “Darbeler Kitabı” hazırlığım bitmek üzere. (*) Sadece Türkiye’deki darbe ve darbe girişimlerini değil, bizi ilgilendiren coğrafyadaki darbe girişimleri ve darbeleri çalışıyorum epeydir. Ve birbirleriyle ilişkilerini, ortak noktalarını, ayrılan noktalarını… Türkiye’deki darbe girişimi ve darbelerin -15 Temmuz 2016- hariç nasıl olduğu ayrıntılarıyla yazıldı; ben ne olduğu, neden olduğu ve ne tür sonuçlar doğurduğu üzerinde durdum ve yazarken beni de şaşırtan örnekler buldum. Kitapta çok daha fazlasını bulacaksınız umarım ama bugün 12 Eylül 1980 askerî darbesinin kırkıncı yılı ve o yüzden 12 Eylül’le ilgili kısmından şu saptamamı paylaşmak isterim. Askerler 12 Eylül’de sola vurdu, siyasi İslâmcılığın önünü açtı.
Bunu ne sola vurmak ne İslâmcılığa yol vermek için yaptılar, dert başkaydı, ona geleceğim. Ama abartılan bir “komünizm tehlikesini” din istismarıyla engellemek ABD’nin Sovyetleri “çevreleme” projesinin bir parçasıydı. Polonya’da, Çekoslovakya’da Macaristan’da Katoliklik, Yunanistan’da Ortodoksluk, Türkiye, Pakistan, Afganistan’a Sünnî İslâm üzerinden yürütüldü. NATO’nun Soğuk Savaşı kazanması gerekiyordu; Kenan Evren, Türk Silahlı Kuvvetlerini bu stratejiye alet etti.
12 Eylül’le ikinci defa askerler tarafından başbakanlıktan devrilen Süleyman Demirel, bir mülakatımızda 11 Eylül günü kan dökülen sokakların nasıl olup da 13 Eylül’de süt liman olduğunu soruyordu. Kast ettiği, 1978’de üstelik Bülent Ecevit’le anlaşarak “zararsızdır” diye Genelkurmay başkanı yaptıkları Evren ve üst komutanların, daha o tarihten itibaren darbe hazırlığına giriştikleri ve silahlı kutuplaşmanın tırmanmasına izin verdikleriydi. 2012’de açılan 12 Eylül davası iddianamesinde Aralık 1978’daki Kahramanmaraş Katliamıyla Türkiye’nin “iç savaş benzeri” bir çatışma ortamına “sürüklenmesine göz yumularak”, halkın askerin yönetime el koymasını adeta bekler hale gelmesinin amaçlandığı görüşüne katılıyorum. Evren’in darbe planı talimatının 1979’da verdiği artık biliniyor, çok kanlı bir yıldı.
12 Eylül yönetimin aldığı ilk karar, kendi deyimleriyle kardeş kavgasını yatıştırmaya yönelik bir karar değil, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü üzerinde Demirel ve Ecevit’in kaldırmayı reddettiği vetoyu, ABD isteğiyle kaldırma kararıydı.
“Günde yirmi kişi” faciasına “halkın askerin yönetime el koymasını bekler hale” getirmek için kasten meydan verildiği bugün geriye bakınca daha açık görülüyor.
Bu söz 12 Eylül’de MHP davasında yargılanan Agâh Oktay Güner’e aittir, duruşmada hâkimlere söylenmişti.
O dönem 12 Eylül’ün darbesini yiyen solcular, askerî rejimin niteliğini teşhir etmek amacıyla bu sözü adeta MHP’lilerden çok sahiplenmişlerdi. Oysa bugün geriye dönüp baktığımızda Güner’in bu sözlerinin de abartı olduğunu söylemek mümkün. 12 Eylül’le yol verilen milliyetçi ideoloji olmamıştır çünkü. Aslında Türk milliyetçiliğinin 1960’lardan itibaren, Bozkurt’un Üç Hilal’e döndüğü günden itibaren kademeli olarak bir tür ulusalcı İslâmcılığa dönüştüğünü söylemek mümkündü.
İktidara gelenin ne olduğunu anlamak için 12 Eylül öncesi ve sonrası askerler dışında yerini koruyan ve güçlendiren tek kişinin (ekibiyle birlikte) Turgut Özal olduğuna bakmak yeterliydi olsa. Necmettin Erbakan’ın 12 Eylül’den sadece 6 gün önceki Konya-Kudüs mitingini öne sürenler, yolu hem ABD hem İskenderpaşa cemaatinden geçmiş 24 Ocak Kararları mimarının MSP’den milletvekili adayı olup seçilemediğini bilmiyorlar mıydı? Özal’ın “Türk İslâm sentezi” olarak dillendirdiği ideolojiydi iktidarda olan.
Askerler de Amerikalılar gibi olmayan bir şeyin, “ılımlı İslâmın” peşinde koştular. Onlar için “ılımlı” demek “kullanabileceğimiz” anlamına geliyor, kullanamadıkları an “radikal” damgasını yapıştırıyorlardı. Farkın bir din, inanç sistemi olarak İslâm ile siyasi-İslam arasında olduğunu kabul etmek istemediler.
Evren, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a dek, eline Kuran alarak seçim kürsüsüne çıkan ilk siyasetçi oldu. Erdoğan’a dek en fazla imam-hatip okulu Evren zamanında açıldı. Din derslerinin zorunlu kılan askerler oldu. Askerler büyük bir sığlık ve kibir içinde göremediler ama siyasi İslâmcılık kendi günübirlik doktrinlerinden çok daha güçlü ve köklüydü. Askerler bir yandan Atatürk’ü sabah akşam tekrarlayarak milleti kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ten soğuturken, diğer yandan alabildiğine din istismarı yapıyorlar, din işleriyle devlet işlerini birbiri içine sokarak aslında laikliğin altını oyuyorlardı.
Gazeteci Toygun Atilla, “İfşa” kitabında Fethullah Gülen’in arandığı halde nasıl yakalanamadığını, ihbar üzerine yakalanınca da “yukarıdan” gelen telefonlarla nasıl serbest bırakıldığını ayrıntılarıyla yazdı. Askerî okullarda ilk sınav yolsuzlukları o zaman ortaya çıktı, o zaman okullara giren Işık Evi şakirtleri 15 Temmuz’da albay, tuğgeneral rütbelerine erişmişti. Sadece onlar da değil, bugün devlet kadrolarındaki tarikat rekabetinin kökleri o günlere dayanıyor. Bir memur kaç yılda şube müdürü, daire başkanı, genel müdür oluyor? Bir hesap edin lütfen.
Erbakan’ın Millî görüş hareketi 12 Eylül’ün solu ve sağ partileri bölen verimli zemininde önce büyükşehir belediye başkanlıklarına, sonra hükümete geldi.
28 Şubat “post-modern” darbesiyle askerler siyasi İslamcılığı yeniden kontrol edebilecekleri düzeye çekmek istediler. Deniz Zeyrek’in hatırlattığı, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın 28 Şubat 1997 MGK toplantısı öncesinde ziyaret ettiği Kudüs’te Mescidi Aksa’daki Muallak Taşı’nın altında iki rekât namaz kılması örneği çok şey anlatır. Ama Türkiye değişmişti, dünya değişmişti sadece hükümeti değiştirebildiler, o da Demirel’in yardımıyla. Diğer yandan uyguladıkları zorbaca psikolojik operasyonla toplumda tepki ve ikiliğe yol açtılar.
Askerler düzeni sürdürmek için İslamcılığa yol verip sonra altında kaldılar.
12 Eylül gibi, 28 Şubat da netice itibarıyla Türkiye’de siyasi İslâmcılığın güçlenmesine yolaçtı. Ve yıllarca güya “ılımlı” diye içtekilerin, dıştakilerin faydalandığı bir siyasi İslâmcı akım, 15 Temmuz’da siyasi İslâmcı köklerden gelip merkeze oturan ve merkezi değiştiren AK Parti iktidarını devirmeye kalkıştı.
Kitapta çok örneğini bulacaksınız, sadece 12 Eylül ve 28 Şubat’la da sınırlı değil.
Bugüne böyle geldik. Darbelere karşı durmak için o kadar çok nedenimiz var ki…
(*) Bu yazı YetkinReport’ta daha önce de yayınlandı. İki farkla her şey geçerlidir. Birincisi, Meraklısı İçin Darbeler Kitabı‘nın yayınlanmış olması. İkincisi de 12 Eylül’de askerlerin siyasi İslamcılığın yolunu açması sayesinde doğup büyüyen AK Parti iktidarındaki bazı uygulamaların, baskı ve otoriterlik bakımından 12 Eylül darbe rejimiyle paralellik göstermeye başlaması. O çerçevede size bu bağlantıdan T24’te Mehmet Yılmaz’ın yazısını okumanızı öneririm
(**) 12 Eylül saat 09.08’de güncellenmiştir.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…