Ekim ayının sonuna geldik. On ayda dünya ortadan ikiye çatladı. Bu çatlak önceden bildiğimiz çatlaklara, kutuplara falan benzemiyor. Mesela komünizm ile kapitalizm arasında değil. Yoksul ve zengin ülkeler arasında değil. Gelişmiş demokrasilerle, az gelişmişler arasında değil. Ülkeler politik liderliklerine bağlı olarak çatlağın bu tarafında ya da diğer tarafında yer alabiliyor. Ama bütünüyle değil, aynı çatlak ülkelerin içinden de geçiyor. Çatlağın iki tarafına ilişkin kullandığım tanımlar bana ait, dolayısıyla objektif olduğunu iddia etmeyeceğim, zira ben de açıkça çatlağın bir tarafında yer alıyorum.
Dünyayı çatlatan Covid pandemisi. Sloganlaştırırsak, çatlağın bir tarafında “öncelikle salgın kontrol edilsin”, diğer tarafında ise “öncelikle ekonominin çarkları dönsün” var. Çatlağın benim de olduğum tarafında özetle şunlar söyleniyor: Salgın bir gerçekliktir. Çok kolay bulaşan ve öldürücülüğü yüksek bir virüs milyonlarca insanı öldürme potansiyeli taşımaktadır. Virüsün henüz aşısı ve etkin bir tedavisi yoktur. Ama salgın, yeterince test yapıp, bulaşma zincirlerini takip ederek, virüsü taşıyanların yalıtılması ve temaslıların karantinasıyla kontrol edilebilir. En önemlisi virüs kontrolden çıkarsa yalnız hastalık ve ölümlerin sayısı artmaz, sosyal hayatımız da, ekonomi de altüst olur.
Çatlağın “öncelikle ekonominin çarkları dönsün” kısmında söylem çeşitli. Bu yüzden sınıflandırarak bakalım. “Salgın yok, bu bir Asya/Çin hastalığı” söylemi, salgının hızla yayılmasıyla tedavülden kalktı.
“Bu virüs aslında çok ölümcül değil, zaten ölecek yaşlılar ölüyor” söylemi çıktı sonra. Salgının ilk aylarında Avrupa’da ölümlülük oranları beklenen ölümlerle karşılaştırılınca geçersiz olduğu görüldü.
“Salgına karşı en etkili silah, hastalığı hafif geçiren çoğunluğun hastalanmasına sağlayarak kitle bağışıklığına ulaşmaktır” denildi. İngiltere Hükümeti Mart başında epeyce bu görüşle oyalandıktan sonra, yapılan projeksiyonlarla bunun mümkün olmadığını gördü. Arada kaybettiği zamanın bedelini birinci dalgada yüksek ölüm oranlarıyla ödedi. İsveç’in politikaları -kendi yöneticileri kabul etmese de- çatlağın bir tarafında kitle bağışıklığının başarılı örneği olarak sunuldu. Ama İsveç birinci dalgayı İskandinav komşularına göre daha yüksek ölüm oranları ve daha çok küçülmüş bir ekonomiyle bitirince bu teori unutuldu. Ya da unutulduğunu sanıyorduk, ama Avrupa’da ikinci dalgayla birlikte yeniden tedavüle sokuldu.
“Salgını önleme tedbirleri, salgının kendisinden daha ölümcül” denildi. Özellikle Avrupa’da birinci dalga baskılandıktan sonra bu görüş yayıldı. Ortaya çıkan ekonomik küçülmeyi, artan işsizliği, ve olağan sağlık hizmetlerindeki (aşılama, kanser taraması ve tedavisi, gebelik bakımı ve doğum gibi) aksamaları tümüyle önlemlere bağlayan bu görüş yeniden yeniden farklı biçimlerde öne sürülüyor.
“Maske kullanımı, insanlar arası fiziksel etkileşimin azaltılması özgürlükleri kısıtlıyor”. Bu gibi fikirleri çeşitli komplo teorileri, Çin/yabancı düşmanlığı ile birlikte bir salata halinde savunan ittifaklar kuruldu. İşler salgını önleme tedbirlerini, maskesiz, mesafesiz (bazen ABD’de olduğu gibi elde silah) protesto etmeye kadar gitti. ABD’de ve Avrupa’da bazı meraklı gazeteciler bu protestoların öyle gösterilmek istendiği gibi eve kapatılmaktan bunalmış kalabalıkların kendiliklerinden hareketi olmadığını ortaya koydular. 5G protestocularından, maske muhaliflerine, ve yukarıda bahsettiğim kitlesel “demokratik” protesto gösterilerine bu söylenti ve faaliyetlerin, ABD ve Avrupa’daki aşırı sağ grupların medya hesaplarınca organize edildiğini ortaya koyan hatırı sayılır sayıda makale yayınlandı.
Pandemi konusundaki çatlak bilim dünyasını da etkilemiş gibi görünüyor. Özellikle Batı Avrupa’da ikinci dalga ve kitlesel tedbirlerin kapıda görünmesiyle “Ne olursa olsun, ekonominin çarkları dönsün” tarafının “bilimsel” sözcüleri harekete geçtiler.
Çeşitli ülkelerde bazen bir doktor grubu, bazen tek bir uzman çağrılarda bulundu, hükümetleri dava etmekle tehdit etti. Bu çağrılar, yayınlanır yayınlanmaz hızla Türkçe dahil birçok dile çevrildi. Türkçe bildiriler açıklamaların üzerinden 24 saat geçmeden 5g’cilerin (aslında virüs olmadığını, insanları öldürenlerin 5g sinyalleri olduğunu öne sürenlerin kurduğu ve öyle adlandırdığı komplo teorileri salatası yayıncısı) sitesinden sosyal medya ağlarına yayılmıştı. Kervana son olarak daha bilimsel görünüşlü ve Batının prestijli üniversitelerinden dört akademisyenin başını çektiği “Barrington Bildirgesi” katıldı. Salgının tedavisinin -alınan önlemler- hastalıktan daha öldürücü olduğunu söyleyen bildirge, riski yüksek gruplar korunurken, nüfusun diğer kesimlerinin normal hayatlarına devam etmelerini, böylece kitle bağışıklığı sağlanarak salgının atlatılacağını savunuyor. Gerçekçi olmadığı bahar aylarında yaşadıklarımızla kanıtlanmış bu bildirge, Türkçe dahil 28 dile çevrilmiş bile. Kaynakları bol bir grup olsa gerek bildirgenin organizatörleri.
Buna karşın çok daha kalabalık ve Covid konusunda sahada da çalışan seksenden fazla bilim insanının Lancet dergisinde yayınladığı John Snow Memorandumu da, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörünün “Kitle bağışıklığı aşı ile ilgili bir kavramdır. Tarihte kitle bağışıklığı yoluyla üstesinden gelinmiş bir salgın yoktur. Bu pandemide kitle bağışıklığına ulaşılmasını, yani virüsün kontrolsüz bırakılmasını savunmak hem bilimsel hem ahlaki açıdan sorunludur,” yanıtı da yalnızca yazılıp söylendikleri dilde, İngilizcede kaldı.
Nasıl olsa pandemi zamanındayız ve ortalık hurafeden ve komplo teorisinden geçilmiyor. İzninizle ben de kendi “ufak” komplo teorimi geliştireyim. Ben çatlağın “öncelikle ekonominin çarkları dönsün” kısmının, bu çarkların şimdiye kadar olduğu gibi dönmesinden aslan payını alanlar sayesinde ve onların bilinçli teşvikleri ve muhtemel parasal katkılarıyla bu kadar yüksek ses çıkarabildiğini düşünüyorum. Bu grubun politika alanındaki kararlı liderliğini Trump ve Bolsonaro yapıyor. Biz dahil birçok ülkede de yönetimler açık ya da utangaç bir şekilde, belli çevrelerin ekonomik kaygılarını önceleyip, bilimsel salgın yönetiminin gereklerini ihmal ediyor.
Kitle bağışıklığı milyonlar ölmeden mümkün değil. Musa kendisine inananların evlerinin kapılarına sürdüğü adak kanıyla onları salgından korumuştu. Ama günümüzde kimin hastalığı ağır geçireceğini ve öleceğini garantili saptayacak ve onları koruyacak öyle sihirli bir işaret yok. Bahar aylarında Avrupa’da birçok ülke hastanelerini boşaltmak için yaşlılarını gizlice huzurevlerine geri göndermişti. Artık gizli saklı da kalmadı, bu hafta İsviçre 75 yaşın üzerindeki, ya da kanser tedavisinde olup yaşam şansı yüksek olmayan hastaları yoğun bakımlara alınmayacağını resmen ilan etti. (*) Bu ahlaki düşkünlüğü gelecek kuşaklar utançla hatırlayacak. Ahlaktan daha çok değer verdiğimiz sosyal hayatımız ve ekonomi ise gösterilmek istendiği gibi salgına karşı alınan önlemlerden değil, salgının kontrol altına alınamamasından daha büyük zararlar görüyor.
Geçen hafta Yeni Zelanda’da seçimler oldu. Christchurch katliamından sonraki krizi olduğu kadar Covid salgınını da yönetmedeki başarısıyla Jacinda Ardern, Yeni Zelanda’nın son 24 yılındaki en büyük seçim zaferini sağladı. Televizyonda seçim haberini seyrederken irkildim. Zaferi kutlayan İşçi Partililer kameraların önünde birbirlerine sarılıp, öpüşüyorlardı… Olacak şey değil. Şu pandemi zamanında. İlk şaşkınlığımı, Yeni Zelanda’da yaygın test yapılmasına rağmen haftalardır vaka sayısının sıfır olduğunu hatırlayarak aştım.
Yorumcular, Jacinda Ardern’in önündeki en önemli sorunun ekonomik toparlanmayı sağlamak olduğunu söylediler. Brezilya gibi. ABD gibi. Türkiye gibi. Sizce hangi ülke ekonomisini daha çabuk toparlar? İnsanların rahatça sarılıp öpüştüğü, hastalık korkusu olmadan işine gücüne devam ettiği Yeni Zelanda mı? Diğerleri mi?
(*) Yazı yayınlandıktan sonra İsviçre’de bu tür bir resmi açıklama olmadığını, Acil Tıpla ilgili triage modellerinin, resmi açıklamaymış gibi yaygın bir şekilde sosyal medyada dolaştırıldığını öğrendim. Bir anlamda ben de infodemik kurbanı oldum. Bilgiyi resmi kaynaklara bakarak doğrulamam gerekirdi. Özür diliyorum. Nuriye Ortaylı.
Güncelleme: 29 Ekim 2020 saat 14.42
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…