Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, iyi hazırlandıkları belli olan çok geniş bir askerî harekât ile Dağlık Karabağ’ın çok büyük kesimini çarpışarak, kısa sürede ele geçirmeyi başardı. Dağlık Karabağ dışında kalan, Ermenistan ile Karabağ arasındaki topraklar da büyük ölçüde Azeri kuvvetlerinin eline geçti. Ermenistan ile Dağlık Karabağ’ın başkenti Stepanakert/Hankendi arasında ufak bir koridor kaldı.
Rusya Federasyonu, tam bu aşamada devreye girerek her iki tarafı da çok ciddi biçimde ateşkes yapmaları ve kapsamlı bir barış için masaya oturmaları konusunda “ikna” ediverdi. Bunu yaparken, bu çatışmada taraf gibi görünen Türkiye’yi de çözüm sürecine dahil ederek, bölgesel güçlerin istikrar sağlama konusunda iş birliği yapabileceğini gösterdi. Ermenistan’ın popülizme ve milliyetçiliğe giderek daha fazla kayan Başbakanı Nikol Paşinyan’a, Batı Avrupa’ya fazla güvenmemesi konusunda olmayacak bir ders verdi.
Çözüm sürecinin nasıl işleyeceği henüz kesinleşmiş değil. Ne var ki 2.000 kadar Rus askeri çatışma bölgelerine ateşkesi kontrol etmek için gönderilecek, bu birliklere Türk askeri gücünün katılıp katılmayacağı henüz belli değil ancak ortak bir denetleme mekanizması ve merkezinden bahsediliyor. Türkiye, garantör güç olarak Azerbaycan topraklarında bayrak gösterebilir. Bunun ötesinde, Azeri ordusunun hazırlığı, başarısı ve altyapısı, büyük ölçüde Türk Silahlı Kuvvetlerinin himayesinde ve eğitiminde gerçekleşti. İsrail ile Azerbaycan ilişkilerinin de Azeri Hava Kuvvetleri’nce kullanılan İHA’lar hususunda son derece belirleyici bir rol oynadığını söylemek yanlış olmaz.
Olayların gelişmesi, Türkiye’de hükümet ve çevresi tarafından “ver Mehteri” anlayışıyla, büyük sevinç ve zafer çığlıklarıyla karşılandı. Yirmi sekiz yıl boyunca topraklarının beşte biri işgal altında tutulan Azerbaycan’ın, bu boyutta bir askeri başarıyı sevinçle kutlaması anlaşılabilir bir durum. Türkiye’nin, Azeri Silahlı Kuvvetlerini, SSCB dağıldıktan sonra neredeyse al baştan yeniden oluşturduğu, eğittiği ve teknolojik açıdan desteklediği ayrı bir gerçek. Bu anlamda, askeri başarının ortağı gibi görünmesini de garipsememek gerekir.
Garip olan, çatışmalar başladığı andan itibaren “Türkiye Ermenistan’a saldırıyor” vaveylası koparan, bir uçaklarının Türk F-16 jetleri tarafından düşürüldüğünü iddia eden, Suriye’deki Türkmen taburlarının Azeri kuvvetleri safında çarpıştığını söyleyen Nikol Paşinyan’ın provokasyonlarına paralel bir söylem tutturmuş olmamız. Azeri kuvvetleri Dağlık Karabağ’ın önemli bölümünü, işgal altındaki diğer Azeri topraklarının neredeyse tümünü savaşarak geri aldı. Türkiye bundan memnuniyet duyar, ancak bu savaşın içinde çarpışan taraf olmadığını da vurgulamak zorundadır.
Türkiye, nihayetinde Kafkaslar’da kalıcı bir çözüm ve barış içinde birlikte yaşayabilecek bir sistem oluşturma aşamasında, farkında olmasa da anahtar ülkedir. Geçmişte bazı önemli normalleşme adımları Ermenistan ile atıldığında, buna en çok karşı çıkan Azerbaycan olmuştu. Sadece askeri zafer, eski SSCB toprakları üzerinde Rusya Federasyonu’nun onayı olmaksızın, barışçıl bir sistem kurulmasına maalesef yeterli olmaz.
Ermenistan, Der Bedrosyan dönemi haricinde, Minsk grubu ile oturduğu müzakere masasında her zaman maksimalist bir tavır ortaya koydu. Bunun nedeni de 1992-1993 döneminde kazandığı büyük askeri başarı idi. Dağlık Karabağ’ı bütününü istediği gibi, bu bölgeyi Ermenistan’a bağlayan iki Azeri bölgesini de kendi topraklarına katmayı hedefledi. Sovyet ekolünden gelen, Rusya’nın değişmez Dışişleri Bakanı Lavrov ise işgal altındaki Azeri (reyonlarından) bölgelerinden Laçin ve Kelbecer’in Ermenistan bağlantısı oluşturmasını, diğer bölgelerden Ermeni güçlerinin çekilmesini önermişti. Dağlık Karabağ ahalisi için bir halkoyu düzenlenmesi ve bölgenin muhtariyetine halkoyu neticesinde karar verilmesi hedeflenmişti. Esasen Azerbaycan için son derece dezavantajlı bu konum dahi, Ermenistan tarafından kabul görmemekteydi.
Şimdi masada bambaşka bir denklem duruyor. Büyük ölçüde Karabağ’ın Ermeni nüfusu (ve Suriye’den gelmiş sonradan yerleşen Ermeni mülteciler) Ermenistan’a kaçmış durumda. Muhtemelen bazı bölgeler için nüfus mübadelesi öngörülecek, Karadağ’ın ufak bir bölgesi Ermenistan’a bir koridorla bağlı olarak muhtariyet isteyecek, karşılığında Nahcivan ile Azerbaycan karayolu ile birbirine bağlanacak. Türkiye’nin Bakü ile doğrudan karayolu bağlantısı oluşacak.
Böylesi adaletli bir senaryo sonucu bölgeye barış ve istikrar gelir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek çok zor, çünkü Ermenistan hem ekonomik hem siyasi anlamda derin bir krizde. Sanıldığı gibi diasporanın yardımıyla değil, Rusya Federasyonu’nda çalışarak evlerine para gönderebilen Ermenistan Ermenilerinin gayretiyle ayakta duruyor. Bölgede yegâne güvencesi Rusya Federasyonu, az ölçüde de İran. Her iki ülke de petrol gelirlerindeki ve ambargolar yüzünden Ermenistan’a yatırım yapacak dinamiği yaratamıyorlar.
Türkiye ise hem AB Tek Pazarı’nın bir parçası, hem de ekonomik kapasitesi, üretimi, ticareti ve teknoloji ihraç etme becerisiyle, istikrar üretebilen çok önemli bir yumuşak güç. Eğer Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ı kapsayan bir serbest ticaret bölgesi oluşturulabilirse, bölgede yaşanabilir bir uluslararası sistem oluşturulabilir.
Türkiye bunu Suriye, Lübnan ve Ürdün ile birlikte neredeyse gerçekleştirme aşamasına gelmişti. Suriye iç savaşı ve Baas rejiminin reforme edilemeyecek yapısı, bugünkü felaketi hazırladı. Geriye bakıldığında, 2011 yılında bir serbest ticaret bölgesinin gerçekleşememiş olmasının nasıl büyük bir fırsatı, derin bir felakete dönüştürdüğü açıkça görülüyor.
Kafkasya’da bu mümkün olur mu? Askeri bir zaferin ardından, Azerbaycan ve Türkiye’nin eli, Rusya Federasyonu’nu sıkıştıracak denli güçlü mü? Buna “evet” diyebilmek pek mümkün değil. Nasıl ki Azerbaycan on yıllar boyu rövanş almak duygusuyla, Türkiye’nin de desteğiyle, savaşa hazırlandıysa benzer bir gelişmenin önümüzdeki yıllarda, Rusya’nın desteğiyle Ermenistan’da olmayacağının garantisi var mı?
Batı ülkeleri, özellikle de Fransa, Kafkaslar’da yer alan bu gelişmelerin tümüyle uzağında kaldılar. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’den aldığı bu son darbeye öyle sinirlendi ki Türkiye-AB Gümrük Birliği’ni feshetmeyi dahi önerdi. Bu tehdidi pek gerçekleşmeyebilir ancak bilerek ya da bilmeyerek, Türkiye’nin gerçek gücünü oluşturan can damarına işaret etmiş bulunuyor. O da Gümrük Birliği ve AB ile olan ekonomik bütünleşmemiz. Ayrıca Türkiye, Ermenistan’da ikinci kez katliam yapan ülke imgesini mutlaka kırmak zorunda, çünkü Avrupa basınında ve kamuoyunda Paşinyan’ın propagandası çok büyük etki yarattı. Propaganda iyi olduğu ya da inandırıcı bulunduğu için değil, kamuoyu nezdinde Türkiye, Apartheid Güney Afrika’sından beter bir görüntüye ve üne sahip olduğu için herkes “saldırgan Türkiye” açıklamasına inandı. Giderek artan radikal İslamcı terör ve yükselen İslamofobia, böyle devam ederse Türkiye ile AB arasındaki bağların daha da zayıflamasına yol açacak. Bunu engellemenin en emin, en sağlam rolü, Türkiye’nin kalıcı bir barış ve birlikte yaşama konusunda, yumuşak gücünü ortaya koyması, bunu da bir an önce yapması olacak.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…