Türkiye kentlerinde gün geçmiyor ki bir aşınma, bir yitik, bir kalıcı değer yitimi olmasın. Buna geçen pazar günü, bir süredir sıkıntı çektiğini bildiğimiz Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) ile ilgili gelişme de eklendi. Kentler canlı varlıktırlar; ekonomik yapılarıyla, konjonktürle, hinterlandları ile, kendilerini var eden canlılarla vardırlar; yani sürekli değişirler. Ama bir kent değişirken, nelerini korur, nelerini kalıcı kılar; nelerine yol verir? Bu konuda daha belirgin anayasaları olmak gerekmez mi? Ama kentler o anlamda canlı değillerdir. Tam tersine onlara, canlı olan insanlar biçim vermekteler.
Yıllar önce bir konferansında Ahmet İnam “Kaybolmadığım kent benim değildir” diyordu, kentte kaybolabilmek bir serüvendi onun için: Kent bu çeşitliliği, bu katmanlılığı, bu yenileşme ve değişimi kişiye sunabilmelidir. Bir kent sırf değişeni gösterebilmek için bile değişmeyeni tutmalıdır. Kentler gizemli, içinde yaşarken de tümüyle tüketemediğimiz zenginlikleri, kargaşayı ve bilinmezliği içlerinde barındıran mekânlardır; öte yandan yenilenirler. Zenginliklerin önemli bölümü geçmişten gelir. Önemli ölçüde değişir, ama yine de ayakta dururlar. Saraylar, vali konakları, ana caddeler, belli başlı devlet yapıları, belli başlı ticaret ve endüstri yapıları, “durdukları yerde dururlar”. Ekonomi rüzgârına rağmen, değişen konjonktüre karşın kenti ‘o kent’ yaparlar.
6 Aralık 2020 Pazar günü, sosyal medyada yer alan bir haberle derinden sarsıldık. Sahnelerini Ankara Kızılay Ihlamur Sokak’ta 6 Aralık 1963 günü açan Ankara Sanat Tiyatrosu, bir süredir hissedilen sıkıntılarını, sonuca bağlamış biçimde kamuoyuyla paylaşmaktaydı: “58 yıldır her türlü maddi zorluklara rağmen perdelerini açtığımız salonumuzu ayakta tutmak için her türlü fedakârlığı gösterdik. Ancak özellikle pandemi döneminin getirdiği kaldırılamaz yükler, yıllardır mahrum bırakıldığımız devlet yardımları, mülk sahibinin bir tiyatro kurumuna dayattığı ağır koşullar ve uzlaşmaz tavrı nedeniyle; bir kentin, bir ülkenin belleğini, tarihini, kültürünü temsil eden; sayısız sanat insanının yetişmesine vesile olmuş; oyunlarına, her türlü etkinliklere ev sahipliği yapmış evimizden ayrılmak zorunda bırakıldık. Bu süreçte salonumuzdan kopmamak adına yaptığımız her türlü girişimlerimiz, çalışmalarımız, görüşmelerimiz, gayretlerimiz de maalesef sonuçsuz kalmıştır. 1963 yılından beri aynı adreste perdelerini açan salonumuz, şimdi bir otel, otopark veya bir mağazanın deposu olmakla karşı karşıya kalmıştır.”
Ankara Sanat Tiyatrosu, Ankara’da 1960 sonrası ortaya çıkan “özgür iletişim ve düşünce paylaşım platformları” olarak Ankara tiyatrolarından Birlik Tiyatrosu ile ayakta kalabilen belki de sonuncusudur. Halk Oyuncuları, Meydan Sahnesi, ve ötekiler gibi kısa ömürlü olmamış, tiyatro literatürüne geçen katkılarda bulunmuş olan bir platform, bir okul, bir çoksesli ortamdır. Keşke diğer kültür mekânları olarak sinemalarımızı da koruyabilseydik. Evet sinema salonunda film izlemenin bir anlamda devri geçmiştir; artık bir dönem akşamları ödünç kaset alarak evlerde izlediğimiz filmlere portallerden abonelikle ulaşılabilen döneme geçtik, doğrudur. Ancak şu anda bile Ankara’da Kavaklıdere, Nergis, Menekşe, Kızılırmak, Karınca, Talip sinemaları mekân olarak ayakta durmakta, ancak kullanılmamaktalar. Kentte varolan bu kültür yapılarının yeni düşüncelerle işlevlendirilmesi anlamlı olmaz mı?
Herkes biliyor ki AST yalnızca bir tiyatro değildir! Seyirlik bir ortam hiç değildir! Semtle gelişen, semt halkıyla, çevredeki esnafla, başkent Ankaralıyla, Ankara’ya her yıl gelen on binlerce üniversite öğrencisiyle bütünleşen bir okuldur AST! Oradan bütün Türkiye’ye yayılır bir deneyim olarak! Kulislerinde tiyatrocuların yetiştiği, fuayesinde politikacıların adamlaştığı, turnesinde kişilerin birden bire insana dönüştüğü bir ortamdır. Onu var eden kişilerin seslerine kulak kesildiğinizde de anlarsınız öyle olduğunu: “Bu salonu doğduğu gün boşaltmak zorunda kalmanın, bu salona emek vermiş şimdi hayatta olmayan tiyatro emekçilerinin kemiklerini sızlattığını hissediyoruz, çok üzgünüz. Son dört sezondur kapalı gişe oynadığımız Yeşim Dorman’a ait oyunun replikleri geliyor aklımıza: ‘Neyi götürseydik ha?’”
“Sabahlara kadar dekor yaptığımız geceleri mi? Erkan Yücel’in, Yaman Okay’ın, Kerim Afşar’ın, Meral Niron’un oyunculuklarını mı? Timur Selçuk’un eşsiz oyun müziklerini mi? Rutkay Aziz’in sayısız oyun rejisini mi? Uğur Mumcu’nun ‘Sakıncalı Piyadesi’ini mi? Maksim Gorki’nin ‘Ana’sını mı? Osman Şengezer’in harika dekor tasarımlarını mı? Onların kulislerde yankılanan sesini mi? Bunca yıldır tiyatrolarını yaşatan seyircilerini mi? Neyi alaydık ha? ‘Bir valize ne sığar ki?’”
Kapitalist düzende kültür mekânlarının sürekliliği her zaman sorun oluşturur; çünkü kapitalist düzenin kendisi de bir sorundur. Düzen, kültüre her zaman bir niş, bir teğet, bir marjinal pey tutmuştur ve orada olağan koşullarla baş edemeyen, terk etmek zorunda kalır. Ancak bütün dünyada, yerel yönetimlerin ne denli düzen parçası oldukları tartışılır. Piyon yerel yönetimler, bir gerçektir, ancak çok uzun süreli olmazlar. Çünkü doğası itibarıyla yerel yönetimler, toplulukların, komünlerin yönetiminden sorumludur ve dünyevi olana, gündelik olana hemen her gün birebir dokunurlar.
İyi yerel yönetimler, öyle ‘katılımcılık’, ‘halkçılık’, ‘yerel demokrasi’ gibi sözcükleri kullanarak oyalanmazlar; bizzat ‘yaparlar’! İyi yerel yönetimler ‘marka şehirler’ yaratmak peşinde olmak yerine, sadece ‘gerekenin yapılmasının’ bir ‘kimlik’ ‘yerel kimlik’, ‘sosyal aidiyet’, ‘yerinden yönetim’ yaratacağını bilirler ve buna göre davranırlar. Onlar, hemşerilerinin olağan ve her günkü sorunlarını çözmeye, ortamı iyileştirmeye, yaşam kalitesini yükseltmeye çalışırlar.
Son yirmi yıldır Katalonya’nın başkenti Barselona, yerel yönetimlerden yana şanslı oldu. 2014 yılında Belediye Meclisi, aldığı bir kararla “kiralama sektörü ve uluslararası yatırımcıların” yarattığı baskı ve cazibeye karşı, bir direnç oluşturmak için dedi ki: “Şu 389 dükkân; Barselona olarak bana gereklidir!” Düzenlediği “Simgesel Kurumların Korunması ve Tanıtılması Planı” çerçevesindeki bu adımı, Londra benzeri kentlerdeki yok oluşun önüne geçmek için yapmıştı. 2015 yılında listeden 161 dükkan ve lokanta çıkarıldı; yani dükkan, mağaza ve lokantalar sürekli izlenmekte. Kalan 228 “Simgesel Değeri Olan Kurum” E1, E2 ve E3 kategorilerinde koruma altına alınmış; yani en yüksek E1 grubunda, yalnızca mimari bütüncül özellikler ve vitrin camı-çerçevesi değil, eski para kasasından yerdeki halısına, dükkânla korunması ve sürdürülebilmesi amaçlanmakta. Diğerleri giderek azalan maddeler altında korunuyor; ancak tümüne gelen destek kira indirimi; vergi muafiyeti; restorasyon giderleri konusunda kısmi yardım vb. Liste her yıl güncellendiği gibi, turist duyuruları ve yürüme rota rehberleriyle de paylaşılarak kentin tanıtılmasında rehber olarak kullanılmakta.
Yani bir bakıma, şehir diyor ki: Ey İstanbul Şehir Tiyatrosu, bana gereklisin. Ey, Beşiktaş Kahvaltıcısı, sen kal! Ey İnci Pastanesi, senin yerin İstiklal Caddesi’nde Lebon, Markiz, Hacıpulo Pasajı ve ötekilerin yanı; hep birlikte sürmenizi istiyoruz. Ey Ankara’nın Melbo Pastanesi, Boğaziçi Lokantası, Missouri, Tavukçu, Körfez Lokantası… Ey Akman Bozacısı, İstanbul Eczanesi, Ali Muhiddin Hacı Bekir… Ey Eyüp Sabri Tuncer, o kadar boğuştun teşekkür ederiz; bu yıl restorasyonu düşünme, benden olsun!
Burada dönüp sormak gerek: Başkentin ve Türkiye’nin adı üzerinde ilk “Gökdelen”i, özelleştirme çerçevesinde el değiştirdi ve birisine satıldı. Zor durumda yapılabilir. Bu birisinin niye ‘o birisi olduğunu, öbür birisi olmadığını’ da sormuyorum. Sorabilirim; ama şunu soruyorum: O birisi, nasıl olup da soyadını “Emek İşhanı”, yani “Gökdelen”le eş görüp, bu yapının ismini değiştirir; yetmedi, yasal süreçleri de pas geçerek kaçak biçimde, bu yapıyı bir büro gökdeleninden, otele dönüştürür? Koskoca başkentin ortasındaki kaçak uygulamayı engelleyen, değişimi düzenleyen imar kuralı yok mudur?
Barselonalılar diyor ki: Koruyorsam, işlev değiştiremem. İşlev değiştirdiğimde koruduğum kabuk, artık korumamı geçersizleştirir: Yok hükmündedir! Bahçesinde Uybadin Köşkü olan bir otopark, artık otoparktır ve yapı da korunmamaktadır. Adı otel olan bir yapı, artık “Emek İşhanı” değildir. Rektörlüğün yerleştiği 123 yıllık Vilayet Konağı, artık rektörlüktür ve Vilayet Konağı değildir. Valiliğin yerleştiği Sağlık Bakanlığı da artık Sağlık Bakanlığı değil, valiliktir.
İstanbul, İnci Pastanesi’ni İstiklal Caddesi’nden söküp ara sokağa attığı için utanmalıdır.
Ankara, Ankara Sanat Tiyatrosu’nu ne yapıp edip Ihlamur Sokak’ta tutmayı başarabilecektir çünkü Ankara Sanat Tiyatrosu Ankara’nın ve bütün kentlilerin bir parçasıdır.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…