Evet, Ahmet Acar hocamız, gerçek bir aydındı. Pek çok kimsede özlediğimiz ama bulamadığımız, bilgili olmanın yanında erdemli ve içten olmak, haklarını ararken cesur ama dinleyen olmak, birinin bilmeden de olsa kalbini kırdığı zaman olgunlukla özür dileyebilmekti Ahmet Acar. Yaşı kaç olursa olsun öğrenci ile öğrenci, çocukla çocuk, eşle eş olmayı, kendi kafasındaki sorunları başkasının da kılabilmeyi bilendi. Kurumsal olmanın ipuçlarının insandan geçtiğine inanan, ancak kurumlaşmayı insanlar üstü benimserken kendisini anonimlikte eriten biriydi Ahmet Acar.
Üç kez dinlemişimdir kendisinden, ama ilk kez anlattığında da aklımdan çıkmamıştır. “Değerli arkadaşlar, üniversiteler birer kurumdur. Şirketler de birer kurumdur. Ama üniversite bir şirket değildir. Üniversitelerle şirketleri birbirinden ayıran ve ‘yalnızca kendilerine benzeyen’, ‘biricik’ birer kurum olmalarını sağlayan şey şudur: Üniversiteler ‘değer’ üretirler ve ‘değerlerle’ var olurlar. Oysa şirketler ‘varlık’ üretirler; her gün birer değişik ‘varlık’ üretebilirler.”
Kuşkusuz aklımda kalanı, kendi sözcüklerimle ve anımsadığım kadarıyla yazıyorum. Bunu kolayca belki planlama eğitimi zeminine oturan işletme uzmanlığıyla söylüyordu. Bu yaklaşım, yalnızca konuşmasını ilk kez duyduğum ODTÜ Üniversite Yönetim Kurulu’nda, 2012 yılında önemli değildi. Bugün üniversitelerin dağıldığı, garip biçimde YÖK ve TÜBİTAK ortaklığında ‘yetkin’ olarak adlandırılmak için yapılan ölçümlerin arttığı 2020’de de önemli. Artık öğretim üyesi performansını iyi eğiticiliği ölçmekle değil, bağlı olduğu bölüm ya da fakültenin toplam yayın sayısıyla, o sayının ‘etki etmeni’ (impact factor) toplamıyla ölçmeye ve tartmaya indirgendiği 2020’de de çok önemli ve sarsıcı.
Ahmet Hocanın şık giyinen, titiz bir konuşmacı olarak, doğuştan üniversiteli ve doğuştan ‘diplomat’ görünmesi çok doğaldı. 2008-2016 yılları arasında iki kez en yüksek oyu toplayarak, demokratik biçimde ODTÜ Rektörü olarak atanması, onun ‘seçimle gelen son rektör’ olarak anılmasına yol açtı. Ama her seçimde kendisini sevenler kadar, kendisini diplomatlığı ve şıklığı üzerinden bile eleştirmeye çalışanlar olurdu. Sanki bütün bunların farkındaydı çünkü Türk insanını iyi tanıyordu.
Öte yandan, öğrencilerle ilgili konularda her zaman öğrenciden yana, öğrenci ile empati kurarak karar ürettirmeye çalışan Ahmet Acar, önce anlamayı, sonra yargılamayı ya da yargılatmayı adeta ilke edinmişti. Aynı zamanda sabırlı ve sakin yapısı vardı: Bir gün dekanlarla birlikte toplantı saatinden önce Rektör katına çıktığımızda, Ahmet hocayı yaklaşık 30 kişilik üniversite öğrenci grubunun ortasında, yalnız başına bulduk. Öğrenciler gürültülü biçimde, olay yarattıklarının farkında olarak ardarda suçlayıcı sözler söylerken, Ahmet hoca bir psikoloji ve pedagoji eğitmeni gibi alçak sesle şunu söylüyordu: “Lütfen sırayla konuşun, sesinizi alçaltın!”
2012-2015 arasında Mimarlık Fakültesi Dekanı olarak görev yaparken, Ahmet hocamı daha da yakından tanıma fırsatı buldum. Yalnızca yukarıda andığım ‘özdeyişsel’ saptamaları değil, esprili ve sıraya sokucu, güven verici tutumuyla, Ahmet hoca her zaman bütün ÜYK üyelerinin ve Senatörlerin saygı ve ilgisini topluyordu. Sıraya sokmaktan kastım, sanki yardımcıları dahil herkesin iş bölümünü o yönetiyordu. Çok ahenkli bir sıradüzen içinde, herkes sırası geldiğinde görevini yerine getirirken, eğer paylaşım yapılıyorsa, bu görev dağılımında birisine ağır iş yükü düşüyorsa, dönüp onu da kendisi üstleniyordu. Üç yıl boyunca bu hep böyle oldu.
Öğretim üyeleri arasında gerilim mi var? İşçi sendikası ile diğer işçiler arasında çatışma mı baş gösterdi? Müfredatta yeni programlar mı açılıyor? ODTÜ Teknokent Yönetim Kurulu toplantısında denetim mi söz konusu? Ahmet hoca hep orada olurdu. Dışarıdan gelen bir grup Üçlü Amfi’de ‘gecekondu’ inşaat mı yapmış? Mezunlar Derneği’nde toplantı mı açılacak? Sergi açılışında kim sunuş yapıyor? Ağaç Bayramı’nda konuşmacı kim mi? Dekan olarak bizlerin havlu attığı saatte, Ahmet hoca her gün ikinci gününe başlamaktaydı.
Ahmet Acar ODTÜ’de 8 yıl rektör olarak görev yaptığı sürece, hep eski alışkanlıklarını sürdürdü; yani ‘Vizyon ve Proje İnsanı’ oldu: Zaten rektör yardımcılığı sırasında ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsünün kuruluş sürecinde bulunmuştu, inşaat başta olmak üzere bütün kurumlaşma-ilk ilişkileri kurma-kadroları oluşturma yüklerini taşımıştı. Görev yaptığım üç yıl özellikle mimarlık ve mekânla, dolayısıyla fakültemizle ilgili konuların da hem gündeme geldiği hem de çatışmaların yaşandığı bir dönem oldu. Nasıl olmasın ki?
18 Aralık 2012 günü Göktürk-2 Uydusu’nun Çin üssünden fırlatılışını izlemek için ODTÜ Teknokent’e gelen Başbakan’ı protesto etmek için toplanan 500 civarında öğrenciyi engellemek için bin beş yüzden fazla polis 30 otobüsle kampüse girdi. Gece ikiye kadar biber gazı ve plastik mermi kullanıldı. Ahmet hoca dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından çağrılarak kamuoyuna bir baskı izlenimi verilmek istendi. Ahmet hoca ise polisin kampüste yeri olmadığını hatırlatmakla yetindi ve bir daha girmesine izin verilmeyeceğini iletti.
Bu yetmedi, zamanın belediye başkanı, 2013 yazına damgasını vuran İstanbul ‘Gezi olayları’nı Ankara’ya nasıl taşırım ve ‘Gezi’nin hıncını nasıl alırız’ mantığı ve yaranma teması içinde, bir bayram arifesinde herkes tatile çıkmış ve memleketine dönmüş iken, dozerler ve kamyonlarla ODTÜ arazisine girdi. Oysa on küsur yılı aşkın bir süre önce zaten üniversite yönetimi yola izin vermişti. Yolun yapımında kamu yararı vardı ve Ankara şehir halkı yararlanacaktı. Henüz yeni onaylanan ‘ODTÜ Koruma Amaçlı İmar Planı’ zaten yolu ‘tanıyor ve yapım koşullarını tanımlıyordu’; sadece zamanlama kararlaştırılacaktı. Belde yönetimi tarafından tek yapılan şey, dokuz saat içerisinde yolun geçtiği güzergâhtaki ağaçları tırpanlayıp atması, taşıyıp yeniden dikim yerine hıncını ormandan çıkarması oldu.
Ahmet Acar her fikre açık, içten ve aynı zamanda sosyal birlikteliğe önem veren bir yöneticiydi. Sorumluluk verir, sonuç ister, küçük konularla bile ilgilenirdi. Çoğunluğu Mimarlık Fakültesi öğrencilerinden oluşan ODTÜ Solar Decathlon Takımı, Çin’e yapı götürecekti, konteynır gemisi arıyorduk. Bir saat sonra görüştüğümüzde, gemi bağlantısı hazırdı. Öğrenciler ise konteynıra sığmayan ölçüler kullanmışlardı; proje çakıldı. Hiç yüksünmedi.
Öte yandan, başta değindiğim ‘değer’ vurgusundan da hiç vazgeçmedi. Üniversite Yönetim Kurulu toplantısının yedi saat sürdüğüne, bunun son beş saatinin tek bir yardımcı doçentin performansının değerlendirilmesine ayrılışına tanıklık eden birisiyim. Hiç çekinmezdi; kararlar mümkün olduğunca oybirliği ile alınmalıydı. Çıkan sonuç kurumun değerleri açısından uyumlu olmalıydı. Nitelikte uzlaşma varsa, hiç sorun yoktu.
Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin Türkiye’deki öncü isimlerinden Pof. Dr. Feride Acar ile evliydi. 27 Aralık 2020’de Ankara’da kalp krizinden vefat etti.
Ahmet Acar gibi bir insanın aramızdan ayrılması çok üzücü. Onunla bir daha sohbet edemeyecek olmamız, daha da büyük bir kayıp. Türkiye üniversitesinin başı sağ olsun.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 23 Kasım’daki basın toplantısında Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te başlayacak ikinci…
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…