Büyük umutlarla başladığımız 2020, küresel anlamda bir kayıp yıl oldu. Yaşamak için birbirimizden ve sevdiklerimizden uzak durmak, gözle görülemeyen bir virüs yüzünden, insanlığın zorunlu davranış biçimi haline geldi. Sevgi ve barış sözcüklerine yabancılaştık. Dünyaya mutsuzluk ve huzursuzluk havası hâkim oldu.
Küresel düzenin ciddi sarsıntılar geçirmekte olduğu bir dönemde aniden patlak veren pandemi, zaten varolan yönetim sıkıntılarını had safhaya çıkardı. Milliyetçi ve otoriter popülizmin çeşitli ülkelerde yarattığı çatlakları onarma çabaları tamamen sekteye uğradı. Aksine, çatlaklar daha da derinleşti. İnsanlık, müthiş bir çaresizlik içine düştü.
Türkiye, böylesine elverişsiz şartların hüküm sürdüğü bir ortamda, ciddi zafiyet içindeki ekonomisiyle, en kırılgan ülkelerden biri olarak görünüyor. Virüsten dolayı oluşan hasara ilaveten, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler bakımından sorunları olan demokrasisi, aktivist ve Batı karşıtı görüntülü dış politikasıyla, dostlarından ve müttefiklerinden giderek uzaklaşıyor.
Bu durumun sürdürülebilir olmadığı aşikârdır. Türkiye, büyük ölçüde kendi hataları yüzünden bir dar boğaza girmiş vaziyettedir. Bundan kurtulmak istiyorsa hem içeride hem dışarıda bir an önce gerçekçi ve akılcı politikaları devreye sokmak ve bu suretle özellikle uluslararası planda yitirdiği güven duygusunu ihya etmek zorundadır.
İçeride yapılacaklar bellidir. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri, basın ve ifade özgürlüğü gibi konularda evrensel standartların kabul edilerek, uygulanması şarttır. Kurumlara yeniden işlevsellik ve işlerlik kazandırılması, liyakatin ve ehliyetin esas alınması elzemdir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin gözetilmesi gereklidir. Hukukun üstünlüğünün mutlaka sağlanması icap eder. Ancak, bu suretle, toplumsal adaletçi, eşitlikçi, insan, kadın, azınlık, cinsiyet haklarına ve hukuk devletine bağlı, uluslararası hukuka saygılı, laik, barışçı bir dönemin kapısı açılabilir.
Böyle bir süreçte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmaması, hukukun üstünlüğü ilkesinin göz ardı edilmesi, ifade ve basın özgürlüğü üzerindeki baskıların her geçen gün arttırılması, liyakatin gözetilmemesi, kurumların işlevselliğinin yok edilmesi gibi tasarruflarda bulunulmasına yer olmadığı aşikardır.
Demokrasiyle bağdaşmayan bu adımların, ülkemizin imajını sarsmakta ve güvensizlik yaratmakta olduğunu anlamamız lazımdır. Nihayet, ülke içinde yaratılan kutuplaşmanın giderilmesini sağlayacak adımların bir an önce atılması da gereklidir. Adil, dengeli, eşitlikçi ve şeffaf bir ekonomi patikası uygulanmasına acil ihtiyaç vardır. Bunlar yapılmadığı takdirde, toplumun içine düşürüldüğü endişe, huzursuzluk ve karamsarlık havasının dağıtılması hiçbir şekilde mümkün değildir.
Küresel planda yapayalnız kalmamıza yol açan dış politikamızın da gözden geçirilmesi gerekliliği vardır. Bu bağlamda, gerçekçilikten, akılcılıktan ve tutarlılıktan uzak yaklaşımlar terkedilmelidir.
Türk siyasetçilerinin, dış politikada, hamaset söylemleriyle yaratılan geçici heyecanların, sonuç almayı ve çıkarları etkin şekilde korumayı sağlamadığını anlamaları gerekmektedir. Duygusallığın bir dış politika tarzı ve yöntemi olarak çok maliyetli olduğunun bilincine varmaları icap etmektedir.
Aksi takdirde, Türkiye’nin, yeni bir küresel düzen oluşturulması amacıyla dünyanın başat güçlerince başlatılan girişimlerin dışında kalması kaçınılmazdır.
Yeni yılda ABD Başkanlığını devralacak olan Biden’ın, deyim yerindeyse, Trump’ın dağıttığı masayı toparlamak amacıyla bir süreç başlatacağı anlaşılıyor. Bunun için geleneksel müttefiklerine, kurumsal olarak da Avrupa Birliğine (AB) ve NATO’ya mutlak ihtiyacı olacaktır. Nitekim hem AB hem NATO bunun farkındadır. ABD ile yenilenmiş bir ittifak yapısına geçmek amacıyla çalışmaların başladığı, yakın bir süre önce AB tarafından açıklamış bulunmaktadır. Bu, Trump döneminde ciddi bir darbe alan transatlantik ilişkilerinin Biden yönetimince rehabilite edileceği anlamına geliyor.
Türkiye’nin de AB ve NATO üyeliklerinin dış politikasında tayin edici özellikte olduğunu ve Batı’nın siyasi, ekonomik ve sosyal yapılanması içinde yer almasının kendisine güç verdiğini unutmadan, müttefiklerinin başlattığı rehabilitasyon ve yeniden yapılanma sürecine anlamlı katkılar sağlaması gerekir. Bu katkılarının karşılıksız bırakılmayacağının ve dış politikasında “beyaz sayfalar” açılmasına vesile olacağının bilincine varması icap eder.
Bu çerçevede, dış politikada öncelikle yumuşak güç unsurlarının yeniden devreye sokulması, yapıcı ve uzlaşıcı bir dil kullanılması, İsrail ve Mısır gibi bölge ülkeleriyle ve ayrıca ABD başta olmak üzere NATO ve AB üyesi ülkelerle ilişkilerin süratle normalleştirilmesi şarttır. İnandırıcılığımıza ve güvenilirliğimize gölge düşüren tutarsız politikalardan, yakın çevremizde sert güce dayalı hamlelerle sonuç alma saplantısından bir an önce kurtulmak gerekiyor.
Kısacası, yaşam sevincimizi yitirdiğimiz bir dönemin ardından, yeni bir yıla girerken, şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz, kısır tartışmalardan ve sığ söylemlerden vazgeçerek, bir an önce ülkemiz için bir gelecek hikayesi yaratmamız gerekiyor. Bunun için de iç ve dış politikada mevcut dosyalarımızı itina ile gözden geçirmeli, yanlışlıklarda ısrardan kaçınarak, yapıcı bir anlayışla yenilikçi politikalar belirlememiz icap ediyor. Zira, geriye dönülmez yola girmeden önceki son çıkıştayız ve başkaca bir seçeceğimiz bulunmuyor.
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…