Yanlış olan uzaya çıkma, aya gitme hedefi değil.
Yanlış olan halkı, bu gerekli hedefi kısa sürede siyaset malzemesine dönüştürecek gerçekçi olmayan hayallere boğmak. “Hangi bütçeyle?” sorusunun dışında tartışmak istiyorum. Türkiye Uzay Ajansı (TUA) 2019’da kuruldu. Çok geç kalınmıştı, ama kuruldu, yanlış olan o değil. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı Millî Uzay Programı hedefleri arasında 2023’de uzaya Türk bilim adamı göndermek, aya sert iniş ve 2028’de yumuşak iniş var. 2023’e iki yıl var. Ruslar kabul ederse, bir Rus uzay aracına iki yıl içinde bir bilim adamı eğitip yetiştirmek mümkün. Belli haberleşme uydularının Türkiye’de yapımı da mümkün. 2023’te aya sert iniş, yani aya geri gelmeyecek bir roket indirmek, ancak 2023’te aya gidecek bir Rus, Amerikan, Çin roketi olacaksa, o roketle Türk bayrağı ya artık ne kabul ederlerse onu göndermekle mümkün. 2028’deki yumuşak iniş hedefi de başka türlü mümkün görünmüyor. Türkiye kendi imkanlarıyla yaptığı ilk güdümlü füzesini (280 km menzilli Bora) 2017’de yaptı.
Keşke olsa, hayal etmek güzel ama hayallerle yaşamak başka.
Bakın Diyanet Vakıf-Sen Başkanı Nuri Ünal, uzaya çıkacak ilk Türk astronotuyla uzayda ezan okunmasını da istemiş. Uzaya daha önce sadece Türklerin (Azerbaycan, Kazakistan) değil Müslümanların da (Suudi Arabistan, Afganistan, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri) çıktığını nereden bilsin? Bilse de neden inansın gerçeklere. Ne de olsa Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan bütçe (2021’de 12 milyar 977 milyon lira) TUA’nın da bağlı olduğu Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına ayrılandan (11 milyar 918 milyon lira) fazla.
Şu ara ortalarda pek görülmeyen sabık Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak bir AK Parti seçmeninden aktarmıştı ya “Cumhurbaşkanımız ay’a dört şeritli yol yapacağız dese, vallahi inanırız” diye. O makamdayız hâlâ. Erdoğan da ona güveniyor zaten. Hedefi ne kadar büyütürse, inanan sayısı o kadar artıyor diye düşünüyor.
Hedefi ne kadar büyürse, inananın o kadar artacağı düşüncesiyle gündemimize düşen bir proje de yeni Anayasa yazımı.
Yanlış olan siyasi ve ideolojik amaçlar için ülkenin kuruluş temellerini yeniden tartışmaya açmak. Cumhurbaşkanı Kasım 2020’de Türkiye’nin yeni hukuk ve ekonomi reformuna ihtiyacı olduğunu söyledi. Bunu, damadı Albayrak’ın bakanlığı bırakmasının hemen ardından söylediği için de “Bu defa olacak galiba” beklentisi doğdu. Ekonomide köklü reformun AK Parti iktidarını zor düşürebileceği için mümkün görünmediğini ilk fark eden sermaye. TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB ve TESK topluca Hazine ve Maliye Bakanlığına ve Merkez Bankasına destek vererek, kendilerini Erdoğan’ın muhtemel “Onlar köstek olmasa” eleştirilerine karşı korumaya aldılar. Yargıda daha rahat kadrolaşmadan çok esasa ilişkin, yani hak ve özgürlüklerin genişletilmesine dair bir reform beklentisi ise, bazı yandaş profesörler ve havuz medyası dışında beklenti dahi oluşturmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan hukuk reformu derken ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli yeniden parti kapatma düzeni istiyordu.
Erdoğan, Anayasa daha dört yıl önce kendisine bütün yürütme yetkisini veren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre yenilenmişken “Yeni Anayasanın vakti geldi” çıkışını işte tam o aşamada yaptı.
Hükümet bunu da “12 Eylül Anayasası yerine sivil Anayasa” söylemiyle elma gibi elma şekerine bulayıp sunuyor.
Erdoğan yeni Anayasa hedefi ilan eder etmez üç tartışma başladı. Birincisi laiklik oldu. Tartışmayı da 2020’de cami olarak yeniden açılan Ayasofya’nın imamı “Devletin dini İslam olsun” diyerek başlattı. İkincisi devletin dili Türkçedir ifadesi yerine “resmî dili” Türkçedir denerek Kürtçe eğitime kapı mı açıldığı yolunda milliyetçi kesimden gelen homurdanmaydı. Üçüncüsü de yargı, yasama ve yürütme arasında zaten zayıflayan güçler ayrılığı ilkesinin Cumhurbaşkanlığı nezdinde güçlerin birliğine, adeta parti-devlete dönüşeceği kuşkusuydu.
Türkiye’ye yeni bir Anayasa gerektiği açık. Ama bunun laik demokratik, sosyal hukuk devletini, çoğulcu demokrasi ve güçler ayrılığını, basın özgürlüğü dahil hak ve özgürlükleri geliştirici yönde olması gerekiyor. Siyasi iktidarın kendi ideolojisi doğrultusunda hükmetmesini daim kılmak amacıyla olduğu kuşkusuna yol açması dahi yanlış.
Ama bakarsınız AK Parti, eğer MHP ile anlaşırsa seçim ve siyasi partiler yasası ve belki TBMM iç tüzük değişikliğiyle de yetinebilir reform niyetine.
Yanlış olan bağımsız dış politika izliyorum diye ideolojik saplantıları öne çıkarmak, ülkenin alametifarikasını, kuruluş değerini düşürmek. Türkiye’nin stratejik değeri yakın zamana kadar sadece coğrafi konumu ile sınırlı değildi. Türkiye’nin “yumuşak gücü” öne çıkıyordu. Türkiye laik yönetim, çoğulcu demokrasi ve serbest ekonomiye sahip tek Müslüman nüfuslu ülkeydi; en önemli özelliği buydu. 2010’daki Arap Baharıyla, Müslüman Kardeşler örgütünün Ortadoğu coğrafyasında kısa süre öne çıkması, AK Parti bünyesinde farklı bir heyecana neden oldu.
Bu heyecan, açık konuşalım Suriye’de Rusya tarafından dengelendi, ayaklar suya erdi. Ama o arada Türkiye, ABD ve AB’deki kara propagandanın da etkisiyle laik ve demokratik Müslümanların değil, radikal örgütlerin sözcüsü gibi gösterilir oldu. Türkiye’yi Batı’da yabancılaştırdı. Bu durum Arap dünyasında Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yakınlaşmasını, NATO üyesi olmasını kendileri için de bir tür sığınak gibi gören yönetimleri de Müslüman Kardeşleri terörist sayan yönetimleri de yabancılaştırdı. Şu anda geriye Ortadoğu’daki en büyük ABD askeri üssüne ev sahipliği yapan Katar kaldı; onun da ne kadar devam edeceği meçhul.
Yanlış olan değişen dünya koşullarına göre dış politikada taktik amaçlarla askeri gücü öne çıkarmak değil, bunu her ülke gücü yettiğince yapıyor zaman zaman. Yanlış olan bu durumun, dünyada millî hedefi ve sloganı olan nadir ülkelerden olan Türkiye’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle “Yurtta sulh, cihanda sulh” dış politika temelini sarsar hale gelmesi. Bu hedeften içeride de dışarıda da uzaklaştığımız endişesi gerçek.
Yoksa ABD, eski ABD değil, özellikle Çin’in yükselişinden sonra. AB eski AB değil, özellikle İngiltere’nin çıkışından sonra. Yeni teknolojilerle petrol çağının sonu artık uzak değil, dünyanın ekonomik ve siyasi düzeni yeniden kuruluyor. Türkiye’nin yeni koşullarına göre çıkarlarını çoğaltma çabası içinde olması da yanlış değil.
Doğru olan bunu dostlarınızı düşmana çevirmeden, bununla da marifetmiş gibi böbürlenmeden yapmak. Gelişmenin yolunu kavgada değil, işbirliğinde görmek. Doğru olan ülkenin ve halkın ekonomik, siyasi, toplumsal ve teknolojik açılardan gelişimini, şahıs ve parti siyaseti çıkarlarıyla özdeş görmemek.
MHP lideri Bahçeli’nin Öcalan açılımıyla başlayan gelişme ve tartışmaların hem MHP hem de CHP’de oy…
President Tayyip Erdoğan welcomed Donald Trump's return to the US presidency. During Trump's previous tenure,…
Türkiye’yi hedef alan iki vekil gücün liderlerine ilişkin Ekim ayında, ardı ardına önemli gelişmeler yaşandı.…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesine memnun oldu. Bir sorun çıktığında doğrudan…
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13 Kasım’da Ankara Büyükşehir Belediyesine usulsüz harcama soruşturma başlatmasından saatler sonra İstanbul…
Türkiye’de ana siyasi gelişmelerin birçoğunda belirleyici olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı Devlet Bahçeli;…