ABD Dışişleri Bakanlığı Cesaret Ödülü’nü kazanan Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, “Tam eşitliğe kadar erkeklerin yanımızda olmasına ihtiyacımız var, eşitlik sağlandıktan sonra rakip olacağız’ diyor.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, çekirdekten yetişme bir aktivist. Dokuz yaşından beri kadın hakları mücadelesinin içinde. Anne-babasının kamu hizmeti nedeniyle Anadolu’nun farklı şehirlerinde geçtiği çocukluğu. Gittiği her yerde kız çocuklarının okutulmadığına şahitlik etti. Kızların okula gidebilmesi için düzenlenen kampanyalarda, bağışların toplanmasında görev aldı. 18 yaşına girer girmez üye olacak dernek aramaya başladı. Lisede katıldığı kompozisyon yarışmasında birincilik ödülünü kazanınca Kültür Bakanlığı’ndan 100 temel eser gönderildi. O kitaplardan birinin yazarı Afet İnan’dı. Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği’nden böyle haberi oldu. Kapısından girebilmek için dört yıl uğraştı ama sonunda üye oldu. Derneğin o zamanlar Ankara’daki binasında şu anda Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı olarak o görev yapıyor. İlk günden itibaren koltuğunda oturmayı tercih etmedi, sorunları yerinde görmek için yedi kere Türkiye’yi baştan sona gezdi, ülkenin köylerini, dağlarını, kentlerini ziyaret etti. 4 Mart 2021’de ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından verilen Cesaret Ödülü’nü kazananlar arasında olduğu açıkladı. Ödüle layık görülen diğer isimler Burma, Belarus, Kamerun, Çin, Kolombiya, Kongo, Guatemala, İran, Nepal, Somali, İspanya, Sri Lanka ve Venezüella’dan. Canan Güllü’ye ödülü bugün (8 Mart) çevrimiçi törenle takdim edilecek. Kendisiyle hem ödülü, hem de ödülü getiren koşulları konuştuk.
‘Cesaret bu inadı gösterebilmektir’
Ödülden dolayı sizi kutlamak istiyorum ancak bu bir cesaret ödülü ve aslında Türkiye’de kadınların ve kadın hareketinin durumuna dair iyi şeyler söylemiyor. Ödül alan diğer kadınların mücadele ettiği ülkelere bakınca içinde bulunduğumuz lig hakkında ne dersiniz?
Bütün sorun bu zaten, Türkiye kadın konusunda, o ülkelerin bulunduğu yere koşar adım gidiyor ve geriye doğru bir koşuş bu. Türkiye’de geçmişi 100 yıldan eski, çok güçlü bir kadın hareketi var. Kazanımlarını 1900’lü yılların başında elde etmeye başlamış. Birinci Dünya Savaşı yıllarında çalışmaya başlamış bizde kadınlar, eğitime erişim elde etmiş. 2021’de ise beden politikalarını, istihdama erişemeyen kadınları, çocuk yaşta evlilikleri konuşuyoruz. Kazanımları kaybederek düştük biz o lige.
Daha yeni Terörün Finansmanı Kanunu içine sivil toplumu denetleme mekanizması yerleştirildi. Böyle bir ülkede geçmişten gelen güçlü bir sivil toplum, ses çıkarma kültürü olmasa, bir kenarda durur kalırsınız. Sosyal hakların kısıtlandığı, bir tweet atanın hakkında davaların açıldığı, medyanın tarafsızlığını yitirdiği bir ülkede sivil toplum örgütlülüğünün tek çıkar yol olduğu bir sürecin çalışanlarıyız.
Söz konusu kanundan bahsetmişken, son haftalarda pek çok sivil toplum örgütüne denetim geldi. Siz de denetimden geçtiniz mi, bu çerçevede sorun yaşadınız mı?
Henüz bize gelmediler, il bazında gidiyorlar. Ama biz bundan beş yıl önce, 1976’dan bu yana sahip olduğu “kamuya yararlı” unvanı 15 dakikalık ziyaretle elinden alınmış bir örgütüz. Alındığına dair elimizde yetkililer tarafından verilmiş bir belge, rapor da yok. Neden alındı bilmiyoruz. Sesimiz fazla çıkıyordu herhalde.
Bu unvanın elinizden alınmasının ne gibi sonuçları oluyor?
Alanda çalışma yapma, bağış toplama, bağışı vergiden düşmek, üretimde vergi verilmemesi gibi birçok inisiyatifin kullanılmasından men edildik. Bunun için mahkemeye verdik, dosyamız kayboldu. Dosyamız yok ortada. Ama üye derneklerimizin hepsi kamuya yararlı, bu nedenle yeniden müracaatta bulunmadık. Hem kendi mağduriyetimizin hem de kadınların insan haklarının peşinde koşmak durumunda bırakılıyoruz. Biz kadın haklarını öncelemeyi tercih ettik.
‘Tehditler aldım, ahlaksız ilan edildim’
Yıllardır kadın hareketinin içindeniz ve 2021’de bir cesaret ödülüne layık görüldünüz. Bu ödülün neden şimdi verildiğine dair yorum yapmanızı istesem?
Son yıllarda bireysel aktivizmin sayısal olarak az ama güçlü performansına şahitlik ediyoruz. Biz Türkiye’de halının altına süpürülen cinsel istismarı konuştuk, “ensest” dedik. Herkes bizi yerden yere vurdu, muhafazakarı, sosyalisti, laiği, ulusalcısı… Bu ülkede ensest oranı böyle olamaz dediler. Yaptığımız çalışma Türkiye’de yaşanan her 100 cinsel istismar olayından 40’nın ensest olduğunu ortaya koyuyordu. Yasal mevzuatı harekete geçirelim, çocuklar ifşa sürecine güvenebilsin, bir de sistem tarafından mağdur edilmesinler dedik. Bunu dile getirince hem kurumum hem ben hedef haline getirildik. Malum medyada telefon numaralarım, adresim yayımlandı. Tehditler aldım. 31 yıldır sahada bulunan bir kadın olarak ahlaksız ilan edildim. Bugün internette “ensest” veya “Canan Güllü” araması yaptığınızda ilk olarak “Ahlaksız kadın Canan Güllü” sonucu çıkıyor. Bu ülkenin ahlaksızlığını ortaya çıkaranları ahlaksız diye hedef gösterdiler. Toplumun yanlışlarını dile getirmek, ortaya koymak zorundayız. Bu ödüle de hem şiddeti konuştuğumuz, hem köprüler kurduğumuz hem de önlemeye yönelik çalışmalar yaptığımız için layık görüldüğümüzü düşünüyorum. Cesaret bu istikrarı, inadı gösterebilmektir bana kalırsa.
İstanbul Sözleşmesi
Köprüler kurmak deyince, ilintili bir soru sormak isterim. İstanbul Sözleşmesi sadece bizde değil Polonya, Hırvatistan, Macaristan gibi yakın coğrafyadan ülkelerde de tartışılıyor. Oralarda da aktivistler İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için mücadele ediyor. Bu ülkelerdeki kadın hareketiyle ilişkiniz, işbirliğiniz var mı?
İstanbul Sözleşmesi maddelerinin bilinmediğine, anlaşılmadığına çok tanıklık etti. O nedenle yaklaşık dört yıldır bu yönde çalışmalar yapıyoruz. Yargıya gidiyorsun hakim bilmiyor, duruşmaya giriyorsun savcı bilmiyor, kolluk kuvvetine gidiyorsun emniyet müdürü bilmiyor, baroya gidiyorsun avukat bilmiyor, yerel yönetim bu konuyla ilgili ne yapacağını, üniversiteler nasıl çalışacağını bilmiyor. Dünyada şiddet çalışan örgütler listesindeyiz zaten. Onlarla ilişkilerimiz devam ediyor. Her sene BM’nin kadın statüsü komisyonlarına katılıyoruz. Bazı ülkelerin İstanbul Sözleşmesi’ni muhafazakarlık bakışıyla sahiplenme noktasına taşımaya çalıştığını görüyoruz. Macaristan ve Türkiye gibi. Biliyorsunuz dünya artık online. Son bir yılda inanılmaz kolay ve çok sayıda uluslararası toplantılar yapabildik, fikirlerimizi, görüşlerimizi paylaştık.
Sözleşme’nin bilinmediğinden bahsediyorsunuz ancak bir de bilmediğinden değil, sözleşmeyi ve savunanları, özellikle de LGBTİ+ hareketini şeytanlaştırmak için kasıtlı olarak bilgileri çarpıtan, yalan haber yayan bir kesim var. Bu cahillikten değil, eğitimle nasıl çözülebilir? Nasıl mücadele edilebilir?
Amacı kadına yönelik şiddeti, istismarı önlemek olan bir sözleşmeye karşı çıkışlarını nasıl açıklayacaklar? Kadına şiddet uygulayın, taciz edin, istismar edin ama sözleşme kalksın diyemedikleri için LGBTİ+’ları hedef gösteriyorlar, sözleşmede olmayan şeyleri gündeme getiriyorlar. Ama Oğuzhan Asiltürk’le siyaset pazarlığı masasında asıl amaç görülüyor. “Kadın eril sistem içinde yaşamaya, bulunduğu noktada kalmaya devam etsin, biz de bu pazarlıklarla kendimize koltuk bulalım.” Geçenlerde bu sözleşmenin hayata geçmesinde emeği olanlardan, Gelecek Partisi kurucusu ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüşmemiz oldu. İstanbul Sözleşmesi tartışmaları hakkındaki görüşlerini ve bilinçli yapılan bu dezenformasyonu sorduk. “Biz bu sözleşmeyi çıkarırken bir Allah’ın kulu itiraz etmedi. Her maddesinde herkes gönülden, rıza dahlinde ve işbirliği içinde çalıştı. Daha sonra bunun rantını da yediler. Şimdi biz parti kurarken sahada bize gelen desteklerin önüne geçmek için bizi İstanbul Sözleşmesi ile vurmaya çalışıyorlar” dedi. Bu benim aklıma çok yattı. “Gittiğim her yerde duyduklarınızdan daha kötü cümlelerle sözleşmeyi soruyorlar. Ben de tane tane, dini kurallarıyla anlatıyorum. Alınması gereken çok yolumuz var, tüm arkadaşlarımın artık sözleşmeyi anlatması lazım” dedi. Biz de anlatıyoruz, anlatmaya devam edeceğiz.
İnsan Hakları Eylem Planı ‘abesle iştigal’
İnsan Hakları Eylem Planı’nı nasıl buldunuz? İstanbul Sözleşmesi dahil insan haklarını güvence altına alan ve Türkiye’nin taraf olduğu hiçbir uluslararası sözleşmeye atıfta bulunmayan bir eylem planı açıklandı. Kadın haklarıyla ilgili bölümü hakkında ne söylersiniz?
Bundan yaklaşık beş ay önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda, 2021-2024 dönemi için kadına yönelik şiddetle mücadele eylem planı yapıldı. Orada da aslında referans kabul edilen ne BM’nin CEDAW ne de İstanbul Sözleşmesi’nin adı anılmadı. İtiraz edip kayıtlara geçmesini özellikle istedik ama yine geçmedi. “Biz kayıtlara geçmiyoruz ama arka planda bunları yapacağız” gibi dışarı görüntü vermekten çekinilen bir tavır var. E siz görüntü vermezseniz, kayıtlara geçmezseniz yargının sizin tavrınızdan haberi olmaz ki. Genelge göndermiyorsunuz ki yargıya “Bu sözleşmeleri uygulayın” diye. 19 yıldır iktidarda olan bir partinin 19 yıl sonra İnsan Hakları Eylem Planı açıklamasını kabul etmiyorum. Abesle iştigaldir bu. O zaman siz açıkça diyorsunuz ki “Bu ülkede insan hakları yok”. Biz zaten biliyoruz olmadığını, bunun için mücadele ediyoruz.
Kadın hareketinin son döneme kadar diğer muhalif hareketlere kıyasla bir parça ayrıcalıklı bir durumu vardı. Eylemlerine müdahale edilmezdi örneğin. Fakat birkaç yıldır kadın hareketi de sakıncalılar arasında girdi, hatta en sert müdahaleleri görüyor. 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ne izin verilmedi, İstanbul Sözleşmesi Savunucuları gözaltına alındı. Las Tesis performanslarında da polis kadınlara şiddet kullandı. Bu değişimi neye bağlıyorsunuz?
Kadın hareketine yönelik tavır değişimi 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında başladı. Haklısınız 2016 öncesinde TBMM önünde, Başbakanlık önünde çok eylem yaptık. Sivil toplum itirazını dile getirmek zorunda, görevi bu. 2016 sonrası kolluk kuvveti vizyonu değişti. Biz 500 bin polisle şiddet çalışması yapmıştık. Sonra bu kadrolar değişti. Siyasetin polisi gibi bir algıyla yeni arkadaşlar geldi yerlerine. Kadıköy’deki Las Tesis eyleminde ters kelepçe için kolumu arkaya götüren polise “Canımı yakıyorsunuz” dedim, inadına daha sıktı kolumu. Üstelik bu bir kadın polisti. Benden neden nefret ediyor bir kadın, beni tanımıyor ki? “Sana karşı çıkana karşı çık” söylemine biat ederek çalışıyor. Kolluk devletindir, hükümetin değil. Bugün geldiğimiz noktada hükümetin polisi, hükümetin yargısı, hükümetin medyası… Listeyi uzatabildiğiniz kadar uzatın. Böyle bir sistem, hükümete karşı hareket ettiğinde tabii ki seni engelliyor. Bence kadın hareketi korkutuyor. En etkili hareket çünkü. Her kurumda artık kadınlarla ilgili bir birim var.
‘Eşitlik sağlandıktan sonra rakip olacağız’
Son sorum: Bütün bu yıllar içinde erkekleri yanına alabildi mi kadın hareketi? Yoksa hala yalnızca kadınlar, kadınlar için mi mücadele ediyor?
Feminist Gece Yürüyüşü’nde erkekler olmasın. Orada da erkekler kıyameti koparmasın. 19 yıldır feminist kadınların “geceler ve sokaklar bizimdir” diyerek 8 Mart’ta sokağa çıktığı bir ritüel o. Ama onun dışında toplumsal cinsiyet eşitliği diyorsak, erkekler yanımızda olmalı. Ben bu yönde bir dönüşüm görüyorum. Özellikle son üç yılda üniversite gençlerinin, Z Kuşağı’nın bu konuda çok müthiş bir gelişimi ve dönüşümü var. Yaşı daha ileri erkeklerin de sorgulama bilinçlerinde ilerleme olduğuna tanıklık ediyoruz. Artık erkeklik sorgulanıyor, erkeklik çalışmaları yapılıyor. Bizim en mağdur olduğumuz konu, sünnetinden itibaren erkeklerin sonsuz özgür bir dünyada yaşadığına inandırılması. Tam eşitliğe kadar birbirimize ihtiyacımız var. Eşitlik sağlandıktan sonra rakip olacağız çünkü.