Almanya’da 13 Mart 2021 pazar günü Baden-Württenberg ve Rheinland-Pfalz eyaletlerinde yapılan yerel seçimler hiç beklenmedik sonuçlar doğurdu. Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) kayıplara uğradı. Yeşiller Partisi seçimin galibi oldu. Doğal olarak, kamuoyunda Yeşillerin artık ülkeyi yönetecek bir güç haline geldiği konuşulup yazılmaya başlandı.
Bu sonuç, Almanya’da 26 Eylül’de yapılacak olan genel seçimler bakımından özel bir önem taşıyor. Çünkü Hristiyan Demokrat Birlik partisinin başkanlığını zaten bırakmış olan Angela Merkel, genel seçimlerin ardından başbakanlık görevini de bırakacak. Dolayısıyla, Angela Merkel’in yerine Almanya’yı kimin yöneteceği konusundaki hesaplar, en azından şimdilik, alt üst oldu.
Türk-Alman ilişkilerinin turizmden ekonomiye, oradan Doğu Akdeniz ve dış politika konularına kadar, çok boyutlu pek çok alanı kapsadığı düşünülürse, Almanya’daki seçimlerin Türkiye açısından pek büyük önem taşıdığı kolayca görülür.
Angela Merkel’in politikayı bırakmasını gayet sakin bir şekilde karşılayan Almanya’nın politik odakları, bu iki eyaletteki yerel seçimin sonucunda hareketlendi. Sert polemikler, suçlamalar ve keskin analizler ortalıkta uçuştu. Başbakanlık aday adaylarının listesi yeniden karılmaya başlandı. Partiler arasındaki güç dengeleri aniden değişmiş, Almanya’da politika zamanı gelmişti.
Covid-19 salgınının, pek çok ülkede olduğu gibi Almanya’da da derin bir kötümserlik yarattığı elbette ki biliniyordu. Sokağa çıkma yasaklarına karşı büyük kentlerde yapılan gösteriler; bu gösterilere aşırıcı grupların dışında yer alan, hatta gayet apolitik insanların da katılması, ülkedeki hoşnutsuzluk dalgasının bir işareti gibiydi. Ama iki beklenmedik olayın hoşnutsuzluk dalgasını iyice köpürttüğü görülüyor.
İlk büyük sorun, “düzenli”, “disiplinli” ve “örgütlü” bir toplum olarak tanınan Almanya’nın, Covid-19 aşısı konusunda sergilediği şaşırtıcı yaklaşım. Şu ana kadar insanların yaşadığı kötü tecrübe ve devletin aşı örgütlenmesini bir türlü gerektiği gibi becerememesi, halkta bıkkınlık ve karamsarlık yarattı.
İkinci büyük sorun olan “maske skandalı” ise yine Covid-19 ile yakından ilgili. Dolayısıyla insanlara duyarlı bir noktadan dokunmakta, kamuoyunda sert tepkilere yol açmakta. İddialara göre, CDU milletvekili Nikolas Löbel ile Bavyera’daki Hristiyan-Sosyal Parti (CSU) milletvekili Georg Nüsslein, bazı maske üreticileriyle Alman Sağlık Bakanlığı arasında bağ kurarak bu işten yüklü paralar kazandı. Şimdi bu skandala CSU’nun önde gelenlerinden Alfred Sauter’in adı da karışmış durumda.
Alman kamuoyu bu iki olaydan kaynaklanan şimşekleri doğal olarak hükümetin büyük ortağı ve Angela Merkel’in partisi, Hristiyan Demokratlara yöneltmekte. Çünkü Sağlık Bakanı Jens Spahn aynı zamanda CDU üyesi. Gelişmeler karşısında, Merkel sonrası için kendisine umut bağlanan politikacılardan birisi olan Jens Spahn’ın yıpranacağı düşünülebilir.
Bu gelişmeler ister istemez CDU ile birlikte, partinin yeni seçilmiş başkanı Armin Lachet’i de zora sokmakta. Armin Laschet halen Kuzey Ren-Vestfalyaeyaletinin başbakanı ve Almanya başbakanı olmak istediği bilinmekte. CDU başkanı Laschet’in henüz parti içerisindeki otoritesini sağlamadan bir skandal ve bir seçim yenilgisiyle karşı karşıya kalması, onun için çetin bir sınav.
Bavyera eyaletinin başbakanı ve CSU lideri Markus Söder’in de kendisi adını tam olarak koymasa bile Berlin’deki Başbakanlık makamı için adı geçen bir politikacı olması ilginç bir rastlantı. Söder bir bakıma Armin Laschet’in rakibi. Çünkü sonuçta Merkel’in yerine hangisinin aday olacağına CDU ve CSU birlikte karar verecektir. Ancak Bavyera’daki uygulamalarıyla başarılı bir politikacı olarak kabul edilse bile “maske skandalı” Söder’i ve partisini de hırpalamakta. Nitekim Söder, olayları partinin “kalbine vurulmuş bir darbe” olarak niteledi.
Sosyal demokrat SPD üyesi Maliye Bakanı Olaf Scholz ise bir başka potansiyel başbakan adayı. “Maske skandalından” sonra Scholz hemen hareketlendi, olayların sorumluluğunu Hristiyan Birlik partilerine yıkacak, kendisini ve SPD’yi olayların dışında tutacak bir politika izlemeye başlamıştır.
Oysa CSU-CDU ve SPD Berlin’deki büyük koalisyonun ortakları. Genel seçimlerin 2021 eylül ayının sonunda yapılacağı düşünülürse, iktidar ortakları arasındaki gerilim epey erken başlamıştır denilebilir. Nitekim Armin Laschet de karşı bir manevra yaparak Olaf Scholz’u eleştiri hedefine koymuştur.
Öte yandan, yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, CDU ve CSU gibi Hristiyan Birlik partilerinin katılmadığı yeni bir hükümet ortaklığı mümkün görünmekte. Yeşiller Partisi’nin önderliğinde, Sosyal Demokratların ve küçük liberal parti “FDP’nin” katılacağı bir koalisyon seçeneği gündeme gelmekte. Peki böyle bir koalisyonda oyları yüzde 9 dolayında gezen, “Linke” adı verilen “sol” hareket yer alacak mı? Ayrıca, oyları yüzde 10 civarında dolaşan aşırı sağcı “AfD” ne yapacak? “Afd” seçimlerden daha fazla güçlenerek mi yoksa zayıflayarak mı çıkacak? Görüldüğü gibi Almanya’nın iktidar denklemi çok bilinmeyenli bir hale gelmekte.
Böyle bir ortak hükümet yapısında, Yeşillerin ve SPD’nin ekonomiye daha çok kamu müdahalesi isteyecekleri kolaylıkla tahmin edilebilir. Dolayısıyla Yeşillerin başbakanlık görevini üstlendiği bir Almanya’nın, ülkenin ihtiyacı olan ekonomik dinamizmi başarıp başaramayacağı konusu, önemli bir başlık olarak gündeme oturmakta. Ama belki de Almanya, “çevre” ve “ekonomi” arasındaki dengeyi iyi işleten yeni bir modeli oturtmayı becerecek ve başka ülkelere örnek olacaktır. Türkiye açısından bakınca ise Almanya’nın çok önemli bir ihracat pazarı olduğu görülmekte. Alman ekonomisinin büyümesi ile Türk ekonomisinin büyümesi arasında doğrudan bir ilinti var.
Bir başka sorun ise Alman dış politikasıyla ilgili. Yeşillerin Angela Merkel’in sağduyulu ve dengeli dış politikasını sürdürüp sürdürmeyeceği; dış politikada gerçekçi bir yaklaşım m, yoksa daha ideolojik bir yol mu izleyecekleri bilinmemekte. Tabii ki bütün bunlar bir varsayım ve tahmin. Her şey CDU ile CSU’dan oluşan Hristiyan Birlik partilerinin yeni bir strateji uygulaması ya da yeni bir ivme yakalamasıyla değişebilir.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, Almanya’da politika zamanı başladı. Politika giderek kızışmakta, Angela Merkel sonrası için kartlar yeniden karılmakta. Öbür taraftan, Alman seçimlerinin sonucunun, dünya ekonomisini ve uluslararası politikayı etkilemesi kaçınılmaz bir olgu. Kabul etmek gerekir ki yaklaşan seçimlerin dış politikadaki sadece Almanya’yı değil, Angela Merkel’in Doğu Akdeniz konusundaki dengeli durmaya çalışan tutumu hatırlanırsa, Türkiye’yi de önemli ölçüde etkileyecektir. Alman seçimlerinin dış politikadaki etkisi Türkiye ile sınırlı kalmayıp tüm Avrupa Birliği’ni, ABD’yi ve Rusya’yı da çok yakından ilgilendirmekte. Dolayısıyla Almanya’yı yakından izlemeye devam etmemiz gerekmekte.
—
Stern dergisi, Süddeutsche Zeitung, Handelsblatt, Neue Zürcher Zeitung ve Die Zeit gazetelerinden kaynak olarak yararlanılmıştır.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…