İşçileri Bakanı Süleyman Soylu’nun “muafiyet yok” demesinden bir gün sonra, yani tam kapanmanın birinci gününde bazı market ve tekel bayilerin alkol satması, “Hükümet esnaf karşısında bir kez daha geri adım mı attı” sorusuna yol açtı. Mesele tek bir geri adımdan, münferit bir hükümet-esnaf çatışmasından, küçük bir “alkol kavgasından” ibaret de değil.
Önce tarafları dinleyelim, ardından bunun ötesine geçmeye çalışalım…
Olanları sırasıya hatırlayacak olursak:
– 26 Nisan gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “tam kapanma” kararını açıkladı. Kapanma, 29 Nisan günü saat 19’da başladı.
– 27 Nisan günü tam kapanmanın pek çok detayıyla birlikte, daha önceki dönemde hafta sonları uygulanan alkol satış yasağının 17 gün boyunca sürüp sürmeyeceği tartışmaya açıldı.
– Bakan Soylu, “İstisnada yer almıyor ve kapalı. Bu açıdan hem bir muafiyet yok hem de soru işareti de söz konusu değil” dedi.
– Türkiye Tekel Bayiler Platformu Başkanı Özgür Aybaş, yasağın kapanma ile ilgili genelgede yer almadığını duyurdu. Aybaş, “Hükümet yetkililerinden sağduyu, hoşgörü, dini bağlamda açıklama falan beklemiyoruz. Satışı yasal bir ürün kanuna aykırı şekilde yasaklanamaz” dedi.
– Bazı tekel bayilerine, alkol satmayacaklarını söyleyen beyannemeler gönderildi. Aybaş, meslektaşlarına bu belgeleri imzamlamalanın anayasal hak olduğunu hatırlattı.
– 29 Nisan günü, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken de konuya dahil olarak Aybaş’a destek oldu. Hükümetten alkol yasağına dair bir açıklama yapılmadığını hatırlatan Palandöken, hükümetle fikir ayrılığına düşme riskini göze alarak “Ne yapacağız, biz kendi kendimize ‘Yasal düzenleme yayımlanmadı ama yasak var’ deyip kafamıza göre yasak mı uygulayacağız? Şu anda ülke olarak olmayan bir yasağı konuşuyoruz. Sosyal medyada bir iddia ortaya atıldı. Biz de mevzuat ne diyor diye baktık. Yasağı göremedik. Biz doğal olarak satmaya devam edeceğiz. Yasakla ilgili bir genelge yayımlanır da bize yazı gelirse o zaman gereğini yapar, tüm teşkilatımıza ‘yasak geldi, satmayın’ deriz” dedi.
Aç, kapa, aç, kapa
İşte esnafı cesaretlendiren de bu açıklama oldu.
30 Nisan günü bazı tekel bayileri dükkanlarını açtılar, önemli bir zincir mağazanın alkol satışı yaptığına dair haberler yayıldı. Aybaş önce “Hayırlı olsun” diyerek yasağın kalktığını ilan etti, ama meslektaşlarına verdiği müjde uzun sürmedi.
Polisin bazı açık bayileri kapattığına ya da alkol raflarını kapatmalarını istediğine dair haberler de yayılırken “Şu anda tekel bayilerini kapatmaya zorluyorlar hatta kapattırıyorlar” diyen Aybaş, Palandöken’in açıklamasına atıfta bulunarak “O konuşmaya istinaden yasak yoktur” yorumunu yaptı. Ne de olsa konu artık Danıştay’daydı.
İşçileri Bakanlığı’ndan bir açıklama daha geldi. Bakan, hem “esnaf odasını değil bizi dinleyin” dedi, hem de “‘yanlış bilgilendirmeye yönelik kasıtlı tutumlarla ilgili’ hukuki işlemlerin başlatılacağı” uyarısını yaptı.
Mesele sadece alkol mü?
Hükümet şu ana kadar “17 gün alkol satmak yasak” diyemedi. “Yanlış yaptık, alkol satışı geri adım atıyoruz” da diyemedi.
Pandeminin başından beri hayatımıza damga vuran belirsizliklere bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Temsil ettiği insanların hakkını savunan Aybaş, Palandöken’den de cesaret aldı. Palandöken ise ihtiyaç duyduğu itici gücü, kısa çalışma ödeneğinin kesilmesine karşı çıkan TOBB’dan, ödeneğin geri getirilmesini alkışlayan TÜSİAD’dan almış olabilir.
Tüm bunlar birer geri adımsa buna BionTech aşısı ie ilgili olarak gündeme getirilen ertelemenin yine saatler içinde kısmen geri alınmasını da ekleyebiliriz.
Hükümet muğlaklığı kullanıyor
Hükümetin aşıdan kapanma kurallarına, kaynak dağılımından farklı sosyal kesimlere mesafesine giderek yaygınlaşan fevri ve adalet duygusunu zedeleyici uygulamalarını hayata geçirmek için sık sık bu muğlaklığı bir araç olarak kullandığına şahit oluyoruz.
İndirgemecilik olarak görmezseniz, Türkiye ve muğlaklık konusunda öz bir metne, Oğuz Atay’ın Günlük’üne bakmakta yarar var derim:
“Müeyyideler gevşektir; herkes korkmalıdır, ama ceza da uygulanmamalıdır. Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır; ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezasının ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız. Bizim ilk günahımız budur: Cezalandırılmayan küçük günahların toplamı -hoşgörümüz de- budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu. Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır.”
Velhasıl, bıçak kemiğe dayanınca oyuna karşı çıkanların, en azından kuralların netleştirilmesini isteyenlerin sayısı artıyor. Suçları yok, anayasayla korunmuş haklarını istiyorlar. İş dünyasının tepesindeki TÜSİAD’dan mahalledeki tekel bayiine. Bu pandemi madenci yürüyüşünün, işçi eyleminin, tazminatsız-gerekçesiz işten atılan gazetecinin davasının, hapisteki yazarın duruşmasının “salgın gerekçesiyle” ertelendiğine şahit oldu bile. Ama hükümet eliyle konan kurallar bu sıklıkta delindikçe muğlaklığın da araç olarak işe yararlığı muğlaklaşıyor. Yasaklar bir kere, iki kere delinince gerçekten de bir şeyler oluyor.