Önce bir konuya açıklık getirelim. Afganistan’da kendi başkenti Kabil’deki havaalanını korumaktan aciz bir hükümet var. Bu hükümetin ABD’nin desteği tamamen kalktığı anda Taliban tarafından -gerekirse kan dökülerek yıkılması ihtimali bulunuyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ABD ve diğer dış destekler olmadan kendi ayakları üzerinde duramayan bu hükümetin tamamen formalite icabı “daveti” üzerine işte o (Hamid Karzai) havalimanını Türk askerinin -artık müttefikler de olmadan korumasına talip. Taliban bildiri yayınlıyor; Türk askerini de istemediğini, Afganistan’da kalırsa saldıracağını açıkça söylüyor. ABD, Rusya ve Çin’in ortak açıklamaları da Taliban’ı caydırmıyor. Ne de olsa son kırk yıldır, önce Rus, sonra ABD ordusunu Afganistan’a girdiğine pişman etmiş bir güç püskürtmüş bir güç Taliban. Peki hal böyleyken Erdoğan Türkiye’yi Afganistan ateşine neden atıyor?
Erdoğan hükümetinin başka her konuda unutturmak istediği, Mustafa Kemal Atatürk’ü iş Türkiye’yi Afgan ateşine atmaya gelince hatırlaması ayrıca acı bir durum. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Afgan Büyükelçiliğine bayrağı Atatürk kendi elleriyle çekti” yayını yaptırırken bilmiyor mu, köprülerin altından çok suların aktığını, Afganistan’ın artık o Afganistan olmadığını? AK Parti iktidarının propaganda makinası MHP’yi de memnun etmek için Orta Asya ve Türklük sosu ekleyerek kamuoyuna sunuyor Afganistan dosyasını. Oysa görüşmeler Türk askerinin havalimanından burnunu dışarı çıkarmasına izin verilmeyecek bir kapanda görev yapması üzerine yürüyor. Kendi havalimanını koruyamayan, ABD olmadan kendisini koruyamayan mevcut Afgan hükümeti Taliban havalimanına saldırırsa Türk askerine nasıl destek verecek? İnsan düşünmek bile istemiyor. Adeta, gelmiş geçmiş en acımasız, en gözü kara yapılardan biri olan, El Kaide, IŞİD gibi örgütlerin doğmasına ebelik yapan Taliban ateşine yürüyoruz.
Tekrar soralım o zaman: Erdoğan Türkiye’yi Afgan ateşine neden atıyor?
Az önce “görüşmeler” dedim ama o görüşmeler, yetkili kaynakların ifadesine göre, “lojistik ve teknik” boyutta. Görüşmelerde Dışişleri de bulunuyor ama başrollerde Savunma Bakanlığı var. Nitekim Afganistan konusunda ABD ile yapılan görüşmeler dair önemli açıklamalar MSB’ndan geliyor.
Ne demek “lojistik ve teknik” görüşmeler? ABD nasıl destek olacak? Ne tür silah ve teknoloji desteği alınacak? Ne kadar para verecek? Bu gibi konular. Erdoğan ve AK Parti 18 yıl önceki Irak tezkeresinin reddi öncesi ABD’nin “at pazarlığı” diye küçültücü bir deyimle tanımladığı deneyimden ders çıkarmamış görünüyor. Acaba para konusu mesela Türkiye’de seçim öncesi ABD kaynaklı mali yaptırımlara maruz kalmamasını da içeriyor mu? Patriot konusunu özellikle sordum kaynaklarıma; hani Afganistan vesilesiyle S400’ü dengeleyecek bir çıkar yol arayışının görüşmelere dahil olup olmadığını öğrenmek için. Olmadığını söylediler.
İşin bir de Afgan göçmenler boyutu var. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Suriyeli göçmenlerden sonra Afgan göçmenler boyutuna dikkat çekti. Türkiye’nin göçmenler için “açık hava hapisanesine dönmesine” izin vermeyeceklerini söyledi. Erdoğan bunun Türkiye’de giderek daha büyük bir soruna dönüştüğünü herhalde görmek istemiyor ki, AK Parti çevrelerinde Afgan göçmenleri Doğu ve Güneydoğuda iskan etme senaryoları konuşuluyor.
Bir ayrıntı daha. Türkiye’nin Afgan hükümetiyle Taliban arasında barış görüşmelerine ev sahipliği yapmasını isteyen taraf ABD. Diplomatik camia bunu ABD Başkanı Joe Biden’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile arasına koyduğu şahsi mesafeyi ABD ile Türkiye arasına koymak istemediğini göstermesi olarak yorumladı. O görüşmelerin yapılıp yapılmayacağı ne çıkacağı belli değil zaten. Diplomatik çevrelerde Taliban’ın “görevi devralmayı bekleyen hükümet” (İngilizcesiyle “government-in-waiting”) olduğu kanısı hâkim. Oysa ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, ABD’nin Türkiye’ye Kabil havalimanında “üstlenmeyi taahhüt ettiği rol için minnettar” olduğunu söyledi. Yani Türkiye mi gönüllü oldu? Aradan neredeyse bir hafta geçti, Henüz Ankara’dan “Hayır, siz talepte bulundunuz” gibi bir beyan gelmedi.
Yani, Afgan ateşine Erdoğan mı talip oldu? Bu ihtimale inanmak dahi istemiyorum ama o halde neden?
Biden’ın 14 Haziren NATO görüşmeleri çerçevesinde Erdoğan’la görüşmesinde bu konu ön sıradaydı. Erdoğan sonrasındaki basın toplantısında, Biden ile NATO vesilesi olmadan da şahsen görüşme arzusunu bir daha dile getirdi. Bir Türkiye Cumhurbaşkanı için bunu durmadan söylemek muteber bir şey değil ama demek ki Erdoğan’ın seçimler öncesinde, lafa gelince esip gürlediği (yerli ve uluslararası) mali çevrelere, sanayicilere ABD ile arasında sorun olmadığı, işte bu ABD Başkanıyla da kanka olduğunu gösterme ihtiyacı var.
Önümüzdeki Eylül ayında BM Genel Kurulu var. Erdoğan, bu defa da BM vesilesiyle de olsa Biden ile görüşmek istiyor. Tercihan Beyaz Saray’da ama New York’taki geleneksel yemek çerçevesinde bir odaya çekilip yüz yüze görüşme, fotoğraf verme de iyidir. Erdoğan son birkaç yıldır Mısır Cumhurbaşkanı “darbeci” Abdülfettah Sisi ile aynı masaya oturmamak için yemeği protesto etmişliği var. Bakalım bu defa Sisi ile aynı sofrada yiyecek, belki selamlaşacak, hatta el sıkışacak mı? Öyle ya… Yüz yüze görüşmek istediğin davet sahibinin yemeğini protesto etmek bu durumda tuhaf kaçabilir.Ama ne Afganistan ne de Sisi yeterli olmayabilir.
Bu nedenle Erdoğan, biz TRT atamalarıyla, Melih Bulu’nun gidişiyle ve artan covid-19 vakalarına rağmen Kurban Bayramı değil, adeta Turizm Bayramı kutlarken bir dizi adım daha attı. 12 Temmuz’da İsrail Cumhurbaşkanı Yitzhak Herzog’a telefon ederek seçilmesinden dolayı kutladı. Bu kutlama diplomatik çevrede Türkiye’nin Mısır’dan sonra İsrail ile de yumuşama adımı atması olarak yorumlandı. Onun hemen öncesinde 10 Temmuz’da Türkiye’ye gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın ziyareti gözlerden kaçtı. Filistinliler, Türkiye’nin İsrail’le siyasi ilişkilerinin kopuk olmasının kendilerine yarar sağlamadığının farkında.
Bir gün sonra, yani İsrail görüşmesinden bir gün sonra, 13 Temmuz’da Erdoğan, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i telefonla aradı. Zaten 1 Temmuz’da Çin Komünist Partisi’nin kuruluşunun 100’üncü yılı vesilesiyle kutlama mesajı göndermişi, AK Parti’nin 6 Temmuz’daki ÇKP video konferansına katılmasına onay vermişti. Telefonuysa Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında diplomatik ilişki kurulmasının 50’inci yıldönümü vesilesiyle açmıştı. O görüşmede “Uygur Türklerinin Çin’in eşit vatandaşları olarak refah, özgürlük ve huzur içinde yaşamalarının Türkiye açısından önemine” dikkat çektiği Anadolu Ajansı tarafından duyuruldu. Bu Çin’in egemenlik ve toprak bütünlüğünü savunmakla çelişmiyordu.
ABD bir süredir Türkiye’nin Uygur Türklerinin insan hakları ihlali yakınmalarına neden mesafeli durduğunu sorguluyordu.
Az önce sözünü ettiğimiz “ABD’nin Afganistan teşekkürü” de aynı 13 Temmuz’da geldi. Aynı gün ilerleyen saatlerde de Biden’ın Ankara Büyükelçiliğine (tıpkı Erdoğan’ın Washington’a Murat Mercan’ı ataması gibi) siyasi atama tercihiyle Jeff Flake’i aday göstereceği haberi geldi. AK Parti çevreleri bu habere çok memnun oldu; diplomasi diplomatların kontrolünden “kurtuluyordu” onlara göre.
Tesadüf mü diyelim?
Ve Afgan ateşine gönüllü mü olduk gerçekten? Hiç değilse bunu öğrensek.
MHP ile DEM Parti düşman çatlatmaya devam ediyor. Kötü anlamda söylemiyorum. Kürt işleri özellikle Suriye’de…
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…