Bu yazının yazıldığı 16 Ağustos sabah saatlerinde Batı Karadeniz’deki sel felaketinde ölenlerin sayısı 70’e yükselmişti. Yetkililer en az 77 kişinin henüz sağ olup olmadığının öğrenilemediğini söylüyor, CHP kaynakları toplan kaybın 300’ü geçebileceğini iddia ediyordu.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, belki de Antalya ve Muğla orman yangınları ardından gelen eleştirilere atfen “Kimse ‘nerede bu devlet?’ demedi” dedi. Devlet bütün kurumlarıyla en kısa zamanda afet bölgesine ulaşmıştı; hükümet de “vatandaşa karşı en ufak bir mahcubiyet duymamıştı”. Afet sonrası vatandaşın yardımına koşan herkese teşekkür borçluyuz ama bu zaten devletin ve devleti yöneten hükümetin asli görevi. Bizim ise “Devlet neredeydi?” diye sormamız gerekiyor. Afet vurmadan önce neredeydi devlet? Neden üzerine düşen önlemleri almadı ve felaketin boyutları yükseldi?
Neden mi? Manzara ortada da ondan.
Millî Savunma Bakanlığının yayınladığı Göktürk-1 uydusunun görüntüleri, sosyal medyada iki gündür yayılan görüntülere yapılan “Kasabayı sel basmadı, kasaba dere yatağındaydı” yorumlarını doğruluyor. TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Bozkurt’ta “Yapılaşmaya izin verilmemeliydi veya insanlar da orada yapılaşmayı düşünmemeliydi” dedi.
Doğru, ama önce siyasetçiler izin vermeyecekti Ezine Çayının yatağında kurulan evlere, oy ve rant uğruna. Üstelik yine devlet kurumlarınca hazırlanan raporlara rağmen. Örneğin 2019’de tarım ve orman Bakanlığı bünyesinde hazırlanan bir raporda Bozkurt ve Abana ilçelerinin bir sel baskınında büyük oranda sular altında kalacağı tahmini devlet kayıtlarına geçmiş.
Ayancık’ta sel felaketinin armasına, köprülerin yıkılmasına yol açan tomruk birikimleri konusunda Halk TV’den İsmail Saymaz, eski Ayancık kaymakamı Çağlayan Kaya ile konuşmuş. Orman Genel Müdürlüğünün dere kenarına izinsiz kurduğu tomruk deposunun sakıncalı olduğunu üst makamlara bildirince köylüler itiraz etmiş “Kaymakam ekmeğimizle oynuyor” diye. Kaymakam neden sizin ekmeğinizle oynasın? İşin kuralına göre yapılmasına çalışıyor. Tabii ki kaymakamın uyarısı dikkate alınmamış, köylülerin oyu alınmış. O tomruklar işte sel vurduğunda kasabayı perişan eden.
Şentop’un dediği gibi, insanlar o yanlışı yapmış ama hükümet de hem de bir devlet kuruluşunun o yanlışı yapmasına göz yummuş. Yani devlet oradaymış aslında, kaymakam görevini yapmış, hükümet yapmamış. Sonuç ortada.
Bir de köprü meselesi var. Sel bölgesine giden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yüz yıl önce yapılan eski usul kemerli köprülerin yıkılmadığı ama yeni yapılanların yıkıldığı gözlemini aktarmış. Yeni köprülerin inşaat izni nasıl çıktı? Kimler yaptı o karton maketler gibi yırtılan köprüleri? Onlar ve onlara izin verenler hiç hesap vermeyecek mi bu memlekette?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan daha önce Rize ve Artvin sel felaketine bir hafta sonra gitmekle eleştirilmişti. Antalya ve Muğla yangınlarına o kadar gecikmedi. Kastamonu, Sinop ve Bartın’a ise hemen gitti. Güzel. Kendi gözleriyle görmüştür.
Şimdi önemli soru: her sel afetinden etkilenen ve iklimsel değişiklikler nedeniyle giderek daha çok etkilenecek olan yerleşim birimlerinin yeri değiştirilecek mi? Bu ciddi bir seçenek olarak düşünülmeli, sadece Bozkurt ve Abana değil, bu durumda olan diğer yerleşim birimlerinin de.
Ege ve Akdeniz’deki orman yangınlarının dumanı daha tütüyorken Batı Karadeniz’i vuran sel felaketi doğrusu siyasette de medyada da yer aldı. RTÜK’ün uyarılarına rağmen TV kanallarının çoğu haber alma hakkının kullanılmasına yardımcı oldu.
Ancak -felaketleri karşılaştırmak tabii ki yanlış ama- can kaybı çok daha ağır olmasına rağmen sel felaketi sosyal medyada fazla işlenmedi.
Bunun nedeni sınıfsal olabilir mi? Bozkurt, Ayancık ve Abana’da, Bodrum, Marmaris ve Manavgat’taki kadar etkili kişilerin villalarının bulunmaması, buraların turizm merkezleri sayılmaması, neticede Anadolu’nun büyük şehirlere göç veren az nüfuslu ilçeleri sayılması olabilir mi? Buralardaki sosyal medya kullanıcılarının can havline düşüp kayıt almamaları, alsalar da izleyicileri arasında sosyal medyada etkili siyasetçiler, iş insanları, gazeteciler bulunmaması olabilir mi?
Bunların hepsi olabilir. Ancak bu durumun gösterdiği bir şey var bize. Sosyal medya, özellikle örgütlü medyada yer almayan, alamayan haber ve gelişmelerin duyulması bakımından çok önemli. Sosyal medya olmaksızın son yıllarda sadece Türkiye’de değil pek çok ülkede siyasi ve mali skandallardan cinayetlere dek pek çok şey ortaya çıkamazdı. Öte yandan sadece sosyal medya esas alınsa, Türkiye’nin şimdiye dek karşı karşıya kaldığı en büyük sel felaketlerinden birisi, sıradan bir su baskını gibi algılanabilirdi. Bu da bize sosyal medyanın tek başına asli bilgi kaynağı olamayacağını gösteriyor; örgütlü medyanın özgür olmasının yerini tutamıyor.
Konumuza dönersek, iklim değişikliğinin yangın, sel, kuraklık gibi afetleri bizlere daha sıkı yaşatacağını dikkate almak zorundayız. “Kaymakam ekmeğimizle oynuyor” itirazına rant ve oy uğruna yenik düşmek, ya da aynı kaygılarla çıkan imar afları, orman arazilerinin kıyıların hoyratça imara açılması Şentop’un “100 yıllık vizyon ile” düşünelim temennisine uymuyor.
Başka afetlerde yine “Devlet daha önce neredeydi?” diye sormayalım artık.
2024’ü geride bırakmak üzereyiz. 2025’e girerken ekonomimiz ne durumda? Doğru yolda mıyız? Kısa bir değerlendirme…
“Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” diye başlayan bir cümleye hazır…
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2025 yılı için geçerli olacak asgari ücreti belirlemek üzere dördüncü toplantısını…
Balıkesir'de Karesi ilçesinde patlayıcı üretilen fabrikada 24 Aralık'ta patlama ve çökme meydana geldi. Patlama sonucunda…
Baştan söyleyeyim: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ona bu Cuma namazını Emevî Camiinde kıldırma yarışındaki meslektaşlarımızı hayal…
Orta Doğu, güvenlik, ekonomik, kültürel, tarihi ve insanlık ilişkilerimiz açılarından dış politikamızın yaşamsal alanlarından birini…