Yunanistan, Avrupa Birliği’ne üye olduğu tarihten bu yana, Türkiye ile arasındaki sorunları Birliğin gündemine taşımaya çalıştı. Özellikle son dönemlerde bu çabalarında büyük ölçüde başarılı olmasına aslında fazla da şaşırmamak gerek. Herhangi bir uluslararası kuruluşta, bir üyenin güvenlik gerekçelerini öne sürerek ısrarla talep ettiği yazımları ret etmek o kadar kolay değil. Bu gibi durumlarda en fazla sert ifadelerin bir parça sulandırılması mümkün olabiliyor. Bu işin üstatları da İngiliz diplomatlarıdır. Brexit’ten sonra AB Toplantılarında, Yunanistan’a karşı Türkiye’nin işi daha da zorlaştı.
Ancak Yunanistan, yılda iki kez süslü hamasi laflarla doldurulan AB zirve bildirileriyle, bir yere varamayacağını anlamış olmalı. Son günlerde Türkiye’ye karşı hamlelerini ikili düzeye çekmiş görünüyor. İlk olarak 28 Eylül’de Fransa ile Savunma ve Güvenlik Alanında Stratejik İşbirliği Anlaşması’nı imzaladı. Geçen hafta içerisinde, ABD ile karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşmasını (MDCA) yeniledi. İki arada bir derede de Amerikan Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis’e bir mektup gönderdi. Şimdi MDCA ile Blinken mektubuna biraz daha ayrıntılı bakalım.
Dışişlerinde ilk çok taraflı diplomasi deneyimimi ABD ile 1980 senesinde Ankara’da imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) müzakerelerinde yaşamıştım. ABD, Türkiye ile imzaladığı SEİA’nın bir benzerini komşumuz Yunanistan ile 1990 yılında imzaladı. Gerek SEİA, gerek MDCA belirli aralıklarla, ihtiyaç duyulduğunda ufak tefek değişikliklerle güncellenir. Yöntem olarak da bazen mektup teatisi, bazen de ayrı protokol imzalanması yoluna gidilir. Her iki Anlaşma da savunma işbirliğinin esaslarını belirleyen çerçeve anlaşmaları niteliğindedir.
Yunanistan’ın son olarak 2019 yılında güncellenen MDCA’na, bu kere Türkiye-ABD ilişkilerindeki olumsuz rüzgarlardan yararlanarak, önce Fransa ile imzaladığına benzer bir güvenlik garantisi istediği anlaşılıyor. Bu mümkün olmayınca uluslararası anlaşmalarla silahsızlandırılmış Ege Adalarının bazılarında yeni Amerikan üsleri kurulmasını teklif ettiği de. Neyse ki ABD’li dostlarımız bu sefer sağlam durmuş, Yunanistan’a istediğini vermemişe benziyor. Sanırım Türk Hariciyesi de bu süreçte Amerikalıları iyi markaja almış.
Anlaşmadan istediklerini alamayan Yunanistan, bu defa da ayrı bir mektup ile birtakım güvenceler elde etmeye bastırmış olmalı. 12 Ekim tarihli Blinken mektubu, bu amaca hizmet etmek için hazırlanmış gibi görünüyor. Mektupta olası bir saldırı halinde, ABD’nin Yunanistan’a yardım etmesini öngören herhangi bir hüküm yer almıyor.
Egemenlik haklarına, toprak bütünlüğüne, deniz hukukuna ve uyuşmazlıkların uluslararası hukuk temelinde çözülmesine yapılan atıflarla, Yunanistan’ın gazı alınmak istenmiş olabilir. Ancak bu ifadelerin kamuoyunda “casus belli” olarak bilinen 8 Haziran 1995 tarihli TBMM Bildirisi’nin sulandırılması olarak yorumlanması da mümkün. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ve Başbakan Mitsotakis’in Anlaşmadan ziyade Blinken Mektubuna sarıldıkları gözlerden kaçmıyor. ABD’li yetkililer de, biraz ileri gittiklerinin farkına varmış olmalı ki, Dışişleri sözcüsü Ned Price, birkaç gün önce, ”ABD’nin deniz yetki alanlarının belirlenmesi konusunda, taraflar arasında ortaya çıkan sorunlarda taraf tutmama politikalarına bir değişiklik olmadığını” vurguladı.
Latince “Casus belli” deyimi en basit ifadesiyle “savaş nedeni” olarak tanımlanabilir. Yunan Parlamentosu, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni onaylarken, 1 Haziran 1995 tarihinde aldığı bir kararla, hükümete karasularını 12 mile çıkarma yetkisi tanıdı. Türkiye bu karara hemen bir hafta sonra TBMM’nin kabul ettiği bir bildiriyle cevap verdi. Hukukçu diplomatlarımızdan rahmetli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın kaleminden çıktığı söylenen bildiri, büyük bir ustalıkla hazırlanmıştı. Bildirinin herhangi bir yerinde casus belli lafı bulunmuyor, hatta savaş sözcüğü bile geçmiyordu. Yunanistan’a karasularını Türkiye’nin hayati çıkarları bulunan Ege’de 12 mile çıkarması halinde, askeri önlemler dahil her türlü tedbiri alacağı duyuruluyordu; tabii “dostça duygularla”. Mesajın yerine fazlasıyla ulaşmış olduğu besbelli.
Türk-Yunan İlişkileri Yunanistan’ın yaptığı yanlışlarla doludur. Tıpkı “Küçük Asya Felaketi” dedikleri 1919’da İzmir’in işgaliyle başlayıp 1922’de biten bozgun, ya da 1996 Kardak Krizi, ya da 1999’daki Abdullah Öcalan’a yataklık krizi gibi, Yunan Parlamentosunun 1995 “casus belli” kararı da büyük bir hataydı. Atina durduk yerde başına iş açtı. İngilizce Kathimerini gazetesinin yazı işleri müdürü Tom Ellis en doğrusunu yazmış: “Bizim savaşımızı kimse bizim için savaşmayacak”.
Yunanlılardan akli selim doğrultusunda değerlendirmeler de çıkabiliyor.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…