AB’nin her yıl üyeliğe aday ülkeler için hazırladığı raporlar 19 Ekim 2021 tarihinde yayınlandı. Türkiye bu konuda en kıdemli olanı. Bugüne kadar ülkemiz için yirmiden fazla rapor hazırlandı. Önceleri İlerleme Raporları adındaydı. Şimdi ise sadece ülke raporları deniyor.
Eskiden raporlar yayınlanmadan önce müthiş bir heyecan olurdu. Basın çok yakından izlerdi. Metni kim daha önce elde edecek diye diplomatlar ile gazeteciler arasında çekişme yaşanırdı. Önceki raporlarla kıyaslama yapılırdı. Basında ilk hali, yani taslaklar yayınlanır, diplomatlar da bunu bildikleri halde son ana kadar değişiklik için uğraş verdiklerinden ancak nihai halini dikkate alırlardı. Ama yine de ne çıkacağı aşağı yukarı belli olduğundan Ankara’nın tepkisi raporun yayınlamasından hemen sonra açıklanırdı. Nitekim bu kez de öyle oldu. Yoksa normalde uzun ve ayrıntılı bir raporun okunup ondan sonra tepki verilmesi beklenir.
Bugünkü basınımızın konuya yaklaşımına bakınca Brüksel’den izleyen bir iki gazeteci haricinde medyamızda çok yer bulmadığını, içeriğinin çok özet geçildiğini veya ondan hiç bahsedilmediğini, daha çok Ankara’nın tepkisinin yansıtıldığını görüyoruz.
Yüz yirmi sekiz sayfalık metnin içeriğine girmeye gerek yok. Esasında bu yılki rapor son yıllarda yazılanlardan çok farklı değil. Genelde son bir yılda meydana gelen olanlar yer alır. Hangi alanlarda ne gibi gelişme olduğu irdelenir. Rapor hazırlanırken Türkiye’nin de katkısı istenir ama AB daha çok kendi kaynaklarından aldığı bilgileri kullanır. AB üyelerinin görüşleri de alınır. Bu nedenle de hiçbir zaman AB üyesi ülkeler aleyhinde en ufak bir yazım bulamazsınız.
Üyelik müzakereleri beş yıldan fazla bir süredir donmuş olduğundan fasıllarda ilerleme olduğunu ortaya koymak zor. Raporda temel haklar, özgürlükler, ifade serbestliği ve adalet alanındaki bilinen sıkıntılar tekrarlanıyor. Birçok konuda gerileme (backsliding) olduğu da vurgulanıyor.
Bu kelime önceki raporlarda ilk çıktığında çok rahatsız olduk. Sonra yavaş yavaş bu ifade raporlarda artan şekilde yer aldı. Bu son raporda ise otuz üç kere geçiyor. Bu sayıyı vermemin nedeni şudur: geçmiş yıllarda Komisyon ile rapor hakkında yaptığımız müzakerelerde bu ifadenin mümkün olduğunca az kullanılmasını sağlamaya çalışıyorduk. Evet, raporlar hazırlanırken Komisyon ile müzakere edilir ve yanlış değerlendirmeler düzeltilmeye çalışılır.
Hatta yasa dışı göç krizinde Komisyon’un bu raporu da aynı şekilde gündeme geldi.
2015 Ekim ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Belçika’ya bir devlet ziyareti yaptı. Belçika hükümeti ile yapılan görüşme ve protokoler faaliyetlerden ayrı olarak bu ziyaret sırasında AB Konseyi, Komisyon ve Avrupa Parlamentosu başkanları ile akşam çalışma yemeği düzenlendi. Bu “çok dostça geçen” yemekte, AB tarafı, Türkiye’nin AB’ye yönelik göç hareketini durdurmasının karşılığında müzakere fasılların açılmasını, vize serbestleştirilmesinin hızlandırılmasını, Gümrük Birliği’nin güncellenmesini ve henüz rakamı belli olmamakla beraber Suriyeliler için önemli mali yardımda bulunmayı önerdi. Dikkat edilirse bizim o ana kadar herhangi bir maddi destek talebimiz yoktu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu görüşmede Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir alanın oluşturulmasını ve Suriyelilerin burada toplanabilmeleri için önerimizi de anlattı. Bu fikir muhataplarımıza defalarca anlatılmakla beraber ne yazık ki bir karşılık bulamadı.
O görüşmede tarafımızdan tek bir talep oldu. O yıl yayınlanacak Raporda ülkemiz aleyhine olan unsurların mümkün mertebe ayıklanmasını istedik.
Raporlar Komisyon’un sorumluluğunda olduğundan vaatler arasında bu nispeten kolay yerine getirilebilecek bir husus olmakla beraber, AB açısından büyük bir hata idi. Rapor yayınlanana kadar Komisyon Türkiye Masası ile çeşitli görüşmeler yapıldı ve bizi rahatsız eden cümlelerin birçoğu ya silindi veya daha yumuşak ifadelerle anlatılması sağlandı. Komisyon Başkanı Juncker verdiği sözü tutarak o yılki raporlar (raporlar bütün adaylar için topluca hazırlanmaktadır) 10 Kasımda yayınlandı.
Bu olay AB’nin gerektiğinde ilkelerini göz ardı edebileceğini gösterdi. AB o tarihlerde göç nedeniyle çok büyük bir sorunla karşı karşıya olduğundan bir bakıma her istediğimizi yapmak zorunda kalmıştı. Bu çok açık bir biçimde görülüyordu. 15 Temmuz darbe teşebbüsü olmasa vize muafiyeti dâhil birçok gelişme daha da sağlanabilirdi.
AB sıkışınca taleplere boyun eğebileceğini göstererek ilişkilerin geleceği bakımından hata yaptı. Böylece isteğimiz doğrultusunda da olsa Komisyonun bu hareketi, AB’nin ne kadar siyasi davranabileceğini ve bu şekilde Türkiye’nin gerektiğinde AB’ye karşı politika geliştirebileceğini ortaya çıkardı.
AB’nin 19 Ekim 2021 tarihli raporuna dönecek olursak Komisyon’un iki noktada ilerleme olduğunu vurguladığı görülmektedir. İlkinde mülteciler konusunda Türkiye’nin üstlendiği sorumluluk ve yaptıkları övülüyor. Diğerinde ise İklim Değişikliği ile ilgili Paris Sözleşmesinin onaylanması vurgulanıyor.
Zaten bunların dışında olumlu sayılabilecek pek fazla gelişme de olmadı. Mülteciler konusunda sürekli övgüde bulunulmasının bir nedeni de bu durumun devam etmesinin istenmesidir. Beş yıl önce vaat edilen altı milyar Euro’nun henüz 4,2 milyarının aktarıldığı raporda açıklanmaktadır. Komisyon mali taahhüttün kendi sistemleri bakımından çok hızlı aktarıldığını ileri sürerken biz ise çok yavaş gerçekleştiğini vurguladık.
Raporda dış politika konusunda ise Doğu Akdeniz’deki olaylar ele alınmakta ve haliyle Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın görüşleri doğrultusunda eleştiri getiriliyor. Ortak dış ve güvenlik politikalarında uyum oranı ise %14’lere gerilemiş durumda olduğu belirtiliyor.
Bunda şaşılacak bir şey yok. Türkiye AB tarafından sürekli olarak neredeyse her konuda dışlanan bir ülke olmaktan başka, Balkanlarda Rusya ve Çin ile birlikte bir tehdit olarak algılanıyor. Aramızdaki güven makası gittikçe açılıyor. İlişkilerimizin iyi olduğu üyelik müzakerelerinin başladığı yıllarda %90’larda olan Türkiye’nin AB açıklamalarına katılma oranı zaman içinde azaldı ve 2016’dan bu yana %20’nin üzerine çıkmadı.
Türkiye’ye üyelik perspektifinin verilmemesi ve üçüncü ülke muamelesi yapılması bir yana, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi için çalışmaların başlatılmasına dahi önkoşul konuyor.
Genişleme süreci sadece bizim için değil diğer adaylar bakımından da geriye atılmış bir konu. 6 Ekim 2021 tarihinde Slovenya’da Batı Balkan ülkeleriyle yapılan Zirvede üyelik için bazılarının ortaya attığı en erken 2030’de üye olunabileceği ümidi telaffuz bile edilemedi. Genişlemeden sorumlu Komiser göreve geldikten iki yıl sonra Ankara’yı ziyaret etmesi de bu konunun artık ne kadar geride kaldığını gösteriyor. Komisyonun Türkiye’yi diğer adaylarla birlikte değerlendirdiği bölümden alıp Güney Akdeniz ülkelerinin ele alındığı kısma yerleştirmesi de bir başka gösterge. Neyse ki hala aday olduğumuz raporun dört yerinde geçiyor.
Sonuç itibariyle ne AB ne de Türkiye tarafında ilişkilerimiz açısından herhangi bir heyecan kalmadı. Bu da esasında iki tarafın birbirinden ne kadar uzaklaştığını göstermekte olup, sağlıklı bir ilişkiye işaret etmemektedir.
İlişkiler asla kopmaz ama bu haliyle sürdürülebilir de değildir. İki tarafın da birbirlerine ihtiyacı var. Ayrıca tarafların bir an önce gerçekçi politikalara dönmeleri sadece Türkiye veya AB’nin değil, Avrupa’nın da menfaatinedir. Mevcut durumun kimin işine geldiğini düşünürsek sanırım harekete daha çabuk geçeriz.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13 Kasım’da Ankara Büyükşehir Belediyesine usulsüz harcama soruşturma başlatmasından saatler sonra İstanbul…
Türkiye’de ana siyasi gelişmelerin birçoğunda belirleyici olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı Devlet Bahçeli;…
Nobel ödülüne layık görülmesi hepimizi gururlandıran (ve bir GS Lisesi mezunu olarak benim de özellikle…
Kamuoyunda etki ajanlığı ya da etki casusluğu yasası olarak bilinen yasa önerisi, ikinci defa TBMM’de…
İsrail’in önceki Dışişleri Bakanı İsrael Katz kafayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a küfretmeye takmıştı, cevabını vermek de…
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, son günlerde popüler isimlerin tutuklanmasıyla Türkiye'nin gündemine giren yasa…