Dün, bir süre önce bir kırık operasyonu geçiren babama uğradım. Operasyondan bu yana geçen yaklaşık iki aydır haber dinlemeyi ve gazete okumayı bıraktı. Sorunca, geçici olduğunu söylüyor. Bir ara “dolar kaç lira oldu?” diye sordu. Asırlık kulakları kulaklık yardımına rağmen artık neredeyse duymadığından hem parmakla 10 diye gösterdim hem de bağırarak “10” dedim.
Ben, “Allah’tan 11 değil; parmakla göstermesi zor olurdu” diye doların ‘sadece’ 10 lirada kalmasına şükrederken o güldü. Kafasını salladı ve “dalga geçme, Şaheste gitti artık” dedi.
Babamın döviz varlığı yok döviz borcu da. Emekli maaşını lira cinsinden alıyor. Dolar kuru ile ilgilenmesinin tek nedeni yakın geçmişe kadar bir Özbek yardımcısının (Şaheste) olması ve maaşını dolar cinsinden almasıydı. Ameliyat öncesindeki dönemin son aylarında televizyon ekranında döviz kurunun sürekli artışına hayıflanır, muhtemelen emekli maaşı ile geçinmesinin giderek zorlaşacağını düşünürdü. Doların 10 lira olduğuna inandıktan sonra, çok sevdiği Şaheste’nin artık ülkesine dönmesinden muhtemelen ilk defa memnun oldu.
Bilmişlik taslayıp babamın moralini bozmadım elbette. Kullandığı elektriğin ve doğalgazın fiyatlarının eninde sonunda dolar kurundaki artış nedeniyle yükseleceğini belirtmedim. Gıda fiyatlarının sürekli artıyor olmasının temel nedenlerinden birinin kur yükselişi olduğunu da söylemedim.
Neyse ki babamın ‘tuzu kuru’. Ülke şartlarında fena sayılmayacak bir emekli maaşı var. Ev kirası ödemiyor. Fazla bir masrafı da yok. Geçinip gidiyor.
Ama basında çıkan haberlere göre Türkiye’de çalışanların neredeyse yakını asgari ücret alıyor. Döviz kurundaki her artış onlara satın alma gücünde kayıp olarak geri dönüyor. Enflasyon yükseliyor çünkü. Yılın başında artan asgari ücret aylar geçtikçe eriyor. Mesela, bu yıl asgari ücret kazanan bir çalışanın yıl içinde satın alma gücü (asgari ücretliyi daha çok gıda enflasyonu ilgilendirdiğinden gıda fiyatlarındaki artışı kullanarak) nasıl erimiş diye bakarsanız karşılaşacağınız sevimsiz bir tablo var. Şu: Yıl ortasına gelindiğinde satın alma gücü son iki yılın aynı dönemindeki alım gücünün altına iniyor!
Enflasyonun en önemli maliyeti bu zaten. Gelirlerini enflasyona karşı koruyamayanlar kaybediyorlar. Çalışanların kahır ekseriyeti bu durumda.
Eski yüksek enflasyonlu zamanlarda –mesela 90’larda- döviz kurundaki %10 artış fiyatları %6 yükseltirdi (enflasyonu 6 puan artırırdı). 2001 krizi sonrasında uygulanan ekonomik program enflasyonu düşürmek açısından başarılı oldu. 2002 başında %70 düzeyinde olan enflasyon 2004’te tek haneye geriledi. Bu süreçte döviz kurundaki %10’luk artışın enflasyona yansıması 1,5 puanın da altına düştü.
Ne var ki 2018’de enflasyon belası hortladı. Döviz kurundan enflasyona olan etkinin 90’lardaki düzeyine dönmesi riski var. Dolayısıyla, döviz kurundaki artışın en önemli maliyetini, tıpkı enflasyonda olduğu gibi gelirlerini enflasyona karşı koruyamayan kesimler çekiyor.
Kurdaki sıçrayışın maliyetini sadece çalışanlar çekmiyor elbette. Döviz cinsinden borcu olanları düşünün. Aynı ölçüde döviz varlıkları yoksa son zamanlarda durumları oldukça zor olsa gerek. Ekonomik krizleri açıklamak üzere geliştirilen modeller var. Üçüncü kuşak kriz modelleri temelde şirketler kesiminin ve/veya finansal kesimin bilanço yapısındaki bozukluklara dayanıyorlar.
Parasal İktisat: Kuram ve Politika adlı kitabımın son bölümünden kısa bir alıntı yapayım:
“Bilançolarında döviz yükümlülükleri döviz alacaklarına kıyasla çok daha yüksek olan kesimler bu koşullar altında sarsıntı geçirecekler; yerli para cinsinden borçları yükselecek. Bu kesimlerin önemli bir kısmının döviz geliri yoksa içine düştükleri durum gerçekten içler acısı olacak. Faiz haddinin yükselmesi kısa vadeli borcu olanları, ya da borcu değişken faizli olanları kötü etkileyecek. Bu artan risk ortamında bankalar kredi musluklarını kapatacaklar. Tüketim ve yatırım keskin biçimde düşecek. Böylece ülke ekonomisi çok büyük ölçüde daralacak. İşten çıkarmalar başlayacak. İşsizlerin tüketim harcamaları azalacak. Ekonomi daha da küçülecek. Şirketlerin nakit akımları son derece kötüleşecek. Bankalara olan kredi borçlarını ödeyemeyecekler. Bankalar daha da kötü duruma düşecekler…”
Bu duruma nasıl geldiğimiz açık: Ne yapmak istediği anlaşılmayan bir para politikası var. Para politikasının enflasyonla mücadeleyi amaçladığı söyleniyor. Oysa enflasyon yükseliyorken ve enflasyonun kısa dönemde en azından düşmeyeceğini gösteren bir dizi gösterge ortalığa saçılmışken faiz düşürülüyor. Hangi göstergeler bunlar?
Birincisi, uluslararası piyasalarda emtia fiyatları yükseliyor. İkincisi, gelişmiş büyük ülkelerin merkez bankalarının para politikalarını sıkılaştırma ihtimalleri artıyor. Mesela ABD’de enflasyon endişeleri yaygınlaştığı için ABD Merkez Bankası’nın faiz artırım sürecini öne çekeceği konuşuluyor. Bu, bizim gibi ülkelerde kura dolayısıyla da enflasyona yukarıya doğru baskı demek.
Bu koşullar altında faizi belirgin biçimde düşürüyorsanız kurun sıçrayacağı açık.
Zor bir soru. Böyle bir ortamda faiz düşürülüyorsa, söylenenin aksine para politikasının temel amacının enflasyonu düşürmek olmadığı apaçık ortaya çıkıyor. İşte ‘kur artışı sürer mi’ sorusunun neden çok zor bir soru olduğu da burada belirginleşiyor. Para politikasının amacını bilmiyorsak kur artışının sürüp sürmeyeceğine ilişkin ne söyleyebiliriz?
O yüzden yine yüreğimiz ağzımızda 18 Kasım Perşembe günü yapılması beklenen merkez Bankası Para Politika Kurulu (PPK) toplantısını bekliyoruz.
Evet, şunları biliyoruz: Büyük merkez bankalarının para politikalarını sıkılaştırmaları kura yukarıya doğru baskı yapacak. Suriye nedeniyle dış politikada karşılaşabileceğimiz güçlükler de. Ayrıca yönü olmayan bir para politikasının olduğu ülkede kura baskı olur, bunu biliyorduk. İnanmayanlar vardıysa da zaten yaşayarak gördüler.
Ama şunu bilmiyoruz: Bu ortamda sürekli faiz indirerek ekonomiye gerçekten iyilik ettiğini düşünenler, bu düşüncelerini değiştirdiler mi değiştirmediler mi? Değiştirmedilerse ne olacağı son aylarda yaşadıklarımızdan artık belli olmalı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13 Kasım’da Ankara Büyükşehir Belediyesine usulsüz harcama soruşturma başlatmasından saatler sonra İstanbul…
Türkiye’de ana siyasi gelişmelerin birçoğunda belirleyici olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı Devlet Bahçeli;…
Nobel ödülüne layık görülmesi hepimizi gururlandıran (ve bir GS Lisesi mezunu olarak benim de özellikle…
Kamuoyunda etki ajanlığı ya da etki casusluğu yasası olarak bilinen yasa önerisi, ikinci defa TBMM’de…
İsrail’in önceki Dışişleri Bakanı İsrael Katz kafayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a küfretmeye takmıştı, cevabını vermek de…
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, son günlerde popüler isimlerin tutuklanmasıyla Türkiye'nin gündemine giren yasa…