Türkiye, 1970 ve 1990’ların kırılgan koalisyon hükümetlerinden şikayetle geldiği idari rejimde tek parti iktidarı adı altında koalisyon hükümetinin katmerlisini yaşıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin en önemli kuruluş gerekçesini koalisyonlar dönemini geride bırakmak olarak açıklamıştı ama ilk sonucu fiili koalisyon dönemini başlatmak oldu.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “partili cumhurbaşkanı olmaz” ısrarından vazgeçme şartı olan, ilk turda %50+1 oy eşiği nedeniyle Türkiye adı konulmamış, gayrı resmî bir koalisyon ile yönetiliyor. Resmî koalisyonlar bir protokol çerçevesinde yetki ve sorumlulukların paylaşılması üzerine kuruluyor. Oysa AK Parti-MHP Cumhur İttifakı yönetiminde Erdoğan hiçbir konuda Bahçeli’nin onayı olmaksızın yol alamıyor ama bütün sorumluluk Erdoğan ve AK Parti’ye ait.
Bu sisteme geçildiği 2017 yılından bu yana, ama aslında Erdoğan’ın ilk kez Cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılından bu yana kişi başına düşen milli gelir sürekli azalıyor. 2013’te 12 bin 582 ABD doları olan kişi başına düşen gelir, 2017’de 10 bin 696, 2020’de ise 8 bin 597 dolara düştü.
Rakamlara boğmak istemiyorum. 2014’ten bu yana ülkenin toplam milli gelirinden Türk lirasına dek pek çok değer düşüşte ama işsizlik ve hayat pahalılığı çıkışta. Yolsuzluk iddiaları soruşturulamıyor, en yakın örnek Ticaret Bakanlığını bırakmak zorunda kalan Ruhsar Pekcan’ın durumu. Yargı kademeleri siyasi etkiyle belirleniyor. En yakın örnek İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın iki ay gibi bir sürede Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından önce Yargıtay üyeliğine, oradan da Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanması. Anayasa Mahkemesiyse Meclis’in üçüncü büyük siyasi partisini (HDP) kapatmazsa kendisi kapatılmak tehdidine maruz kalıyor.
Türkiye yargı bağımsızlığından basın özgürlüğüne dek pek çok alanda dünya sıralamasında giderek geriliyor.
Bunun başlıca nedeni yürütmeyi dengeleme ve denetleme mekanizmalarının 2017 Anayasa değişikliğiyle kasti olarak zayıflatılması. O nedenle Bahçeli ara sıra, asıl muhalefet, denge ve denetlemenin MHP olduğunu söylüyor. Çünkü TBMM’nin denetleme yetkisi de iktidar blokunun baskısı altında.
Muhalefet bloku, ilk seçimde iktidarı ele geçirirlerse üzerinde anlaştıkları Anayasa metnini bugünlerde açıklayacak. İktidar bloku da muhtemelen yeni seçim yasası taslağını.
Muhalefetin tek aday üzerinde birleşmesi halinde iktidarı alt etme ihtimali artık düşük bir ihtimal değil.
Muhalefet açısından önemli olan sadece CHP-İYİ Parti Millet İttifakının değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında diğer seçmenlerin de oyunu alabilecek bir aday etrafında birleşebilmek. Dolayısıyla muhalefet bloku seçimde Erdoğan’ı alt edebilirse, yeni düzeni kurmaya mevcut kurallarla başlayacak ama yeni bir parlamenter sisteme yumuşak geçişi sağlayacak kadroları şimdiden düşünmesi gerekiyor.
Bu güçlü bir koalisyon anlayışını ve kadrolaşmasını gerektiriyor.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener bakımından bir sorun yok. Kendi partilerinin başında seçime girecekler. Ancak örneğin DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu ve Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal TBMM’ye girmek isteyecekler mi? Partileri şu anda yüzde 10 barajından, hatta düşerse yüzde 7 barajından da uzak görünüyor. Girmek isterlerse koalisyon dayanışması çerçevesinde CHP’den mi, İYİ Parti’den mi girecekler?
Diyelim muhalefet bloku seçimi kazandı. Bu durumda diğer muhalefet liderleri Meclis’e girmezlerse de koalisyon hükümetinde yer alırlar mı? Burada sorular var. Örneğin uluslararası planda adı geçen bir iktisatçı olarak Babacan’ın ekonomi konusunda sorumluluk üstlenmesi dış yatırımlar başta olmak üzere ekonomiyi rahatlatabilir. Adalet, Dışişleri, İçişleri, Savunma başta olmak üzere kilit bakanlıkların ve Cumhurbaşkanlığı yapısının muhalefet bloku içinde yetki ve sorumluluk paylaşımına gitmesi kaçınılmaz. Öyle görünüyor ki böyle bir paylaşım ancak bir “geniş koalisyon” formülüyle karşılanabilecek. Unutmamalı ki, mevcut Anayasa ile görevi devralıp o yetkileri kullanacak yeni hükümetin, Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme yumuşak geçişi sağlamak için azami dikkat ve uyum içinde çalışması gerekecek.
Bu noktada en ağır yük ve sorumluluk CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun omuzlarında. Kılıçdaroğlu önce 2018’de İYİ Parti’nin Meclis’e girmesini sağlamıştı. 2019’da da İYİ desteğiyle İstanbul ve Ankara belediye başkanlığını kazanan ittifak siyasetini de o üretmişti. Son videosundaki şu sözleri ilginç:
• “Nefsine yenilen sorumsuz liderler ve iktidarlarının yapamadığını ben yapmak istiyorum. Hayatımın bu aşamasında neyleyim ben sarayları, paraları? Ben nefsimi körelteli çok uzun yıllar oldu. Tek bir muradım var benim, o da milletimin gelecekte bana dua etmesindir o kadar.”
Şu anda Millet İttifakı içinde en önemli sorun adayın kim olacağı. Ama onun kadar, geniş koalisyon ihtiyacı gerçeğini kabullenip ona göre davranmak da önem taşıyor. Bu belki muhalefete seçim kazandıracak formüldür de.
MHP ile DEM Parti düşman çatlatmaya devam ediyor. Kötü anlamda söylemiyorum. Kürt işleri özellikle Suriye’de…
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…