Geçen yazıda Türk üniversitelerinin uluslararası sıralamalarda niye düştüğünü sormuş, nedenlerini tahlil etmeye çalışmıştım. Özetle, köklü kamu üniversitelerinde akademik kadromuz iyi ama akademik yönetim yetersiz demiştim. Bütçe az, akademik özgürlük yok; liyakatsiz, sahte akademisyenlerin yönetim pozisyonlarına gelmesi durumu daha kötüye götürüyor. Peki akademisyenlerin hiç mi suçu yok? Üniversitelerimiz sıralamalarda düşerken akademisyenler ne yapıyor? Yeterince yayın yapmamışlar, atıf almamışlar ki, üniversite de geri kalmış, denemez mi?
Gerçekten de bir üniversitenin iyi olmasını belirleyen esas faktör, akademik kadrosu. Bu kadronun araştırma yetkinliği, yaptığı araştırmaların yüksek nitelikli olması, iyi dergilerde yayınlanması ve çok atıf alması, en önemli faktör. En iyi akademisyenleri çekeceksiniz, onlara uygun ortamı sağlayacaksınız, araştırma bütçesi bulunacak, araştırmalar yapılacak. Başkaları bu yayınlara atıf verecek; üniversitenin itibarı artacak.
Dolayısıyla, birinci faktör, en parlak akademisyenleri işe almaktır. Bir akademisyen, iş ararken ne gibi kriterlere göre karar verir? 1. Maaş; 2. Çalışma ortamı; 3. Üniversitenin itibarı; 4. Araştırma olanakları; 5. Öğrenciler.
Bu listenin öncelik sırası terstir; yani birinci kriter öğrencilerdir. Her akademisyen en iyi öğrencilerle çalışmak ister; çünkü araştırmanın en önemli girdisi insan kaynağıdır. Tabii ki laboratuvar ortamı, araştırma olanakları ikinci sıradadır. Üniversitenin itibarı, akademik ortam da önemli kriterlerdir. Maaşın sonda gelmesi kimseyi şaşırtmamalı: Akademisyenlik para için yapılan bir iş değildir.
Ancak doğal olarak maaş da bir kriter: Herkesin yemek içmek, barınmak, akademisyenliğin gerektirdiği bazı bilimsel, kültürel faaliyetleri yapabilmek için paraya ihtiyaç var.
2021 yılı başında, akademisyenlik mesleğinin başlangıç seviyesi olan doktoralı öğretim üyesi (yardımcı doçent) seviyesinde kamu üniversitesi maaşı, 7850 TL idi. TÜRK-İŞ’in Ocak 2021 için yayınladığı açlık sınırı olan 2650 TL ile yoksulluk sınırı olan 8600 TL’nin arasında bir yerde. Aç değil, ama yoksul. TÜRK-İŞ Aralık 2021’de açlık sınırını 4000 TL, yoksulluk sınırını ise 13 bin TL olarak güncelledi. Ocak 2022’de yılbaşında yapılan benzin zamları ile bu rakamların daha yukarıya gitmesi beklenir. TÜİK’in açıkladığı 2021 enflasyon oranı yüzde 36,1, ENAG’ın açıkladığı oransa yüzde 82,8.
Hükümet ise memur zammını % 30,5 olarak açıkladı. Bu durumda, akademisyenler açlık ile yoksulluk sınırı arasındaki bölgede kalacak, TÜRK-İŞ’in hesapladığı açlık sınırına daha yaklaşacaklar.
Peki nasıl geçinir akademisyenler? Akademisyenlerin geçinmek için gerekli parayı kendilerinin kazanması beklenir. Bunun çeşitli yolları olsa da, en yaygın yol, ek ders vermektir. Akademisyenlerin çoğu ikinci eğitim programlarında, vakıf üniversitelerinde, sürekli eğitim merkezlerinde ek ders vererek maaşlarını yoksulluk sınırının üstüne çıkarmaya çalışırlar.
Bir akademisyenin vermesi gereken zorunlu ders saati, kıdeme göre haftada 10-12 saattir. Çoğu akademisyen, bunu ek gelir elde etmek için 20-25 saate çıkartır; bu yolla geçinebilecek bir gelir elde eder.
Oysa iyi bir akademisyenin mesaisinin dörtte üçünü araştırmaya ayırması beklenir. Makale okuması, laboratuvar kurmak için gerekli kaynağı elde etmek üzere proje yazması, proje kovalaması, bu kaynağı aldıktan sonra da onunla laboratuvarını kurması, araştırmacı öğrenci yetiştirmesi, araştırmalar yapması, araştırmalarını konferanslara gidip anlatması, makale yazıp yayınlaması beklenir. Ancak bu faaliyetler, belli istisnalar dışında, bir gelir getirmez.
Dolayısıyla, araştırma, geçinmek için kendi gelirinden başka bir kaynağı olmayan akademisyenler için büyük fedakârlık ister. Prof. Mustafa İnan’ın hayatından, her devirde bunu yapabilenlerin gerçekten idealist, akademiye gönül vermiş insanlar olduğunu görüyoruz.
Dolayısıyla, önde gelen kamu kamu üniversitelerinin dünya çapında akademisyenler çekmesi, onları araştırma yapmak üzere motive etmesi, olmayan kaynakları var etmeye çalışması sihirbazlıktır. Türkiye’nin en parlak, en çalışkan öğrencilerini alacaksınız, mezun edeceksiniz, yurtdışında ya da ülkemizde, en iyi üniversitelerde doktora yapacaklar; sonra gelip yoksulluk sınırında yaşamaya razı olacaklar.
Yine de böyle insanları bulabilmişseniz, onların başına, okur yazarlığı bile tartışılır, alavere dalavereyle bir şekilde doktora almış bir takım siyaset erbabını getirip emir komutayla yönetmeye çalışacaksınız. Fikir beyan edenleri savcılığa şikâyet edeceksiniz; kanunsuzca işten çıkaracaksınız, istim arkadan gelsin deyip 6 ay sonra işten çıkardığınız akademisyene soruşturma açacaksınız.
Türkiye geçtiğimiz 20-30 senede, her ile bir üniversite sloganıyla, üniversite öğrencisi sayısını 8 milyon kişiye çıkardı. Bu takdir edilecek bir çaba olsa da, kaliteden büyük ödün verildi. Yeni kurulan kamu üniversitelerini eskilerinin seviyesine çıkarmak yerine köklü kamu üniversitelerine yapılan büyük saldırı, onları aşağı çekiyor.
Akademisyenlerin çoğu, açlıkla yoksulluk arasında bir yerde maaş alıyor. Üniversitelerin bütçeleri, elektrik, doğalgaz gibi zorunlu masrafları ödeyemez seviyelerde. Öte taraftan da akademisyenler üzerinde kaynak yaratma baskısı, onların araştırmaya zaman ayırmasını zorlaştırıyor. Türk Üniversitelerinin sıralamalarda düşmesi, kaçınılmaz bir sonuç. Türkiye, nitelikli kamu üniversitelerini kaybetmek istemiyorsa, üniversitelere ayırdığı kaynağı nasıl harcadığını ve nasıl yönettiğini yeniden tasarlamak zorunda.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…