Olması kaçınılmaz olan oluyor. Sağlık Bakanlığının eksiklikler ve hatalarla dolu veri sistemi bile vaka sayılarının ve ölümlerin arttığını gösteriyor. Hani şu Bakan Farherttin Koca’nın yüreğini “Covid-19 bitiyor” umuduyla dolduran omikron varyantıyla ilgili olanlar…
İnsan göstere göstere gelen bu Omikron dalgasının ve korkarım daha da artacak olan ölümler karşısında salgını yönetmekle sorumlu olanların geç de olsa bir şeyler yapmasını bekliyor. Sağlık Bakanı Tweet atıyor: “Endişeye mahal yok”. Son olarak, 29 Ocak’ta 94 bin 738 vatandaşın hastalık kaptığı 174 vatandaşın vefat ettiği açıklandı. Ocak ayı kayıpları binleri aştı, önümüzde daha fazlası var, ama endişeye mahal yok.
Sahte umutları yayanlar, bu umutlara sarılanlar
Omikron varyantının belirdiği andan itibaren bazıları ortaya çıkıp, virüsün yumuşadığını, gevşediğini ileri sürdü. Pandemi yorgunu insanları daha da tedbirsizliğe itecek bu sorumsuz söylemle de kalmadılar ve omikron ile “sürü bağışıklığının” sağlanacağını pandeminin son bulacağını ilan ettiler. Türkiye’de bir avuç halk sağlıkçı, hekim, bilim insanı bu safsataya karşı çıkmaya çalıştık, ama ulaşabildiğimiz çevre sınırlı.
Halbuki ısıtılıp önümüze konulan yeni bir manipülasyon değil. Pandeminin başında da bazı çevreler, birkaç “bilim adamını” kullanarak, hiçbir kanıta dayanmayan belli safsataları yaydılar. “Bu grip gibi bir hastalık oluyor, geçiyor. Herkes bir an önce geçirecek, sürü bağışıklığına ulaşacağız” dediler.
Bazı ülkelerin politikacıları da bu hikâyeye bayıldılar. Çünkü tersi, ekonominin yavaşlamasını göze almak, dahası sosyal güvenlik ve sağlık için ciddi kaynaklar ayırmak demekti. Oysa kritik bir zaman penceresindeki bu atalet, virüs ivmelenmesine ve aslında önlenebilecek olan birçok ölümün önlememesine neden oldu. Çok canlar kaybettik ama doğrusu ben kendi hesabıma politikacıların ve toplumun bu acı dersten faydalanacağını ummuştum. Gerçekten de 2020 sonbaharında, benzer çevreler, manipüle ettikleri bazı sözde uzmanlar eliyle aynı teraneleri tekrarlamaya çalıştılar ama pek taraftar bulamamışlardı.
Batı etkisiyle yayılan iyimserlik
Fakat insan hafızası unutkanlıkla sakatlanmıştır der bir atasözümüz. Bulaşıcılığı orijinalinden defalarca fazla olan, aslında bildiğimiz virüsler içinde en bulaşıcısı haline gelmiş Omikron varyantı saptanır saptanmaz, “sürü bağışıklığı” teorisyenleri yine ortaya çıktı. Batı Avrupa ve ABD’de etkili oldular. İşin kötüsü bizim medyamızın bugüne kadar pandemi konusunda en tutarlı davranmış olanları bile bu Batı etkisiyle, bu zeminsiz iyimserliğe fazlasıyla yer verdi. Oysa hiç olmazsa Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) basın bültenlerini izleseler durumun farklı olduğunu anlarlardı.
Daha önce yazdığımız gibi, çok hızlı bulaşan bu varyant, oransal olarak daha az ağır hastalık yapsa bile çok büyük sayıda enfeksiyona yol açacağı için kısa bir süre içinde çok fazla sayıda hastane yatışına ve kaçınılmaz olarak bazılarının ölmesine yol açtı. Virüsü mülayim göstermek pandemi yorgunu insanların bireysel tedbirlere uymamasına neden oldu.
İkincisi, hala bu varyantın ne gibi bir bağışıklık yanıtı yaratacağını, bunun ne kadar kalıcı olacağını, yani yeniden enfeksiyonu önlemede ne kadar başarılı olacağını bilmiyoruz. Dolayısıyla “toplumsal bağışıklık” tezinin en önemli gerek şartı bilinmiyor.
Yeni varyantların daha az hasta edeceğinin garantisi
Üçüncüsü çok hızla yayılan Omikronun hızını kesmek için tedbir almazsak, çok kısa sürede katrilyonlarca kez bölünecek virüs kaçınılmaz olarak yeni varyantlar oluşturacak. Daha şimdiden, bulaşmanın çok da fazla olmadığı Danimarka’da orijinal Omikrona göre daha hızlı bulaştığından kuşkulanılan bir alt varyant saptandı. Bulaşmanın hızlı olduğu ülkelerde neler oluyor bilmiyoruz. Yeni varyantların daha hafif hastalık yaratacağının hiçbir garantisi yok. Daha hafif hastalık gibi daha ağır hastalık da yapabilirler.
Çok önemli konularda bilinmezlikler içeren varyant konusunda yapılması gereken en akıllıca şey, vatandaşları uyarmak, aşılamaya hız vermek ve halk sağlığı tedbirlerini arttırmaktı (yani temaslı takip ve kontrolünü daha enerjik yapmak, hızlı testleri devreye sokarak, PCR testi kapasitesi üzerinde artması kaçınılmaz baskıyı azaltmak, izolasyon ve karantinaya dikkat etmek, kapalı ortamlardaki faaliyetleri azaltmak ve en önemli ve kalıcısı işyerlerinin, okulların ve toplu taşımayı ıslah etmek).
Kendi ürettiğimiz hızlı testler ülkemizde kullanılmıyor
Türkiye’de bunların hiçbiri yapılmadı. Tersine anlaşılamaz bir şekilde zaten çok iyi uygulanmayan tedbirler daha da gevşetildi. Bu tutum zaten gösteriyordu ama sonunda Sağlık Bakanı’nın açıklamasıyla durum aydınlandı. Omikton umut olarak görülüyordu; Bakan tarafından bile. Omikronun toplumsal bağışıklık sağlayarak pandeminin sonunu getireceği safsatasına Bakan da inanıyor ve bizim de inanmamızı bekliyordu. Ardından benzeri sözleri Cumhurbaşkanı da Cuma namazı çıkısında tekrarladı. Gerçi bu hayati konudaki hayati sözler Öcalan ve dil koparma beyanları arasında kayboldu gitti.
Pandemi bizi yönetenler için önemli bir konu değil. Üstelik artık net olarak görülüyor ki bu konuda kendilerine doğru bilgi veren danışmanları da yok. Bu yetersizlik durumumuzu iyice endişe verici bir noktaya getiriyor. Omikron haftalardır İstanbul’dan ve diğer metropollerden başlayarak bütün yurda yayıldı.
Sağımız, solumuz herkes hasta. Öyle 60 binler, 80 binlerde gezinen vaka sayılarına aldırmayın. Bakanlık Omikron dalgası ile mücadele kapsamında, PCR testlerinin uygulanabileceği insan sayısını iyice kısıtladı. Bütün dünyanın kullandığı hızlı testler ise Türkiye’de yok. Mustafa Varank’ın sosyal medyada paylaştığına göre, üretimini yapıyormuşuz ve hatta Almanya’ya ihraç ediyormuşuz. Ama kendi vatandaşımıza gerekli olduğu düşünülmüyor.
Doktorlar kendi yakınları için yoğun bakım yatağı arıyor
Benim, enfeksiyonun Aralık sonundaki artış hızına ve çok çok yüksek test pozitiflik oranlarına dayanarak yaptığım tahmin Ocak başından beri günlük sayıların 200 binlerin üzerinde seyrettiği ve son günlerde katlandığı. Yani yeterli sayıda test yapsak, mesela Fransa’nın saptadığı gibi yarım milyonlara dayanmış günlük vaka sayılarının yakalanması ihtimal dahilinde.
Bu yüksek vaka sayıları neden oldukları hastane yatışları ve ölümler dolayısıyla çok önemli-uzun süreli sağlık sorunlarına yol açan “Long Covid”i bir yana bıraksak bile. Sağlık Bakanlığının verileri güvenilir değil.
Hastane doluluk oranları için de ben kendimce basit bir kriter kullanıyorum; hiç yanılmadı iki yıl boyunca. Whatsapp gruplarında doktorlardan kendi yakınları için yoğun bakım yatağı arayan mesajlar görmeye başlayınca anlıyorum ki durum vahim. (Sağlık Bakanlığı verilerine göre Ocak ayının ikinci haftasında erişkin yoğun bakım doluluk oranı yüzde 70.) Mesajlar başladı. İşin fenası, Omikron, aşılamanın düşük, nüfus başına yoğun bakım yatak sayısının daha sınırlı olduğu doğu ve güneydoğuya da ulaştı. Bu daha çok kayıp anlamına gelecek.
Ölümlerin büyük kısmı önlenebilirdi
İnsanın canını yakan şöyle bir gerçek var: Omikronun böyle bir seyir izleyeceği belliydi, ama bu seyrin önünü almak, hızını kesmek de mümkündü. Dolayısıyla gördüğümüz ve korkarım göreceğimiz ölümlerin önemli bir kısmını önleyebilirdik.
Koronavirüs daha bir süre bizimle olacak, Omikron son varyant olmayacak. Yeni varyantlar ondan daha da hızlı bulaşıyor olacaklar. Ne şiddette hastalık yapacaklarını ise bilmiyoruz. Elimizdeki aşıların etkili olup olmayacağını bilmiyoruz. Hani şu müthiş “virüsle birlikte yaşayacağız” sözü var ya. Evet virüsle birlikte yaşayacağız, ama bu birlikte olma halinin bazılarının iddia ettiği gibi, hafif nezle soğuk algınlığı şeklinde olacağının hiçbir garantisi yok. Çok ağır kayıplarla birlikte de seyredebilir.
Dolayısıyla uzun vadeli tedbirler almamız lazım. Kapalı mekanlar, okullar, işyerleri, toplu taşıma ve hatta şehirlerimizin örgütlenme biçimi düzeltilmeli. Bunun için sivil toplumun, yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimin işbirliği yapması ve akıllıca, toplum sağlığını önceleyen planlamalar yapıp, politikalar geliştirmesi lazım. Hem bu pandemi için hem de gelmesi kaçınılmaz olan başka pandemiler için. Afet yalnızca kar, orman yangını ya da deprem değil.