“Zürafa” deyince, hepimizin aklına ilk olarak hayvanat bahçelerinde gördüğümüz, karada yaşayanlar arasında en uzun, geviş getirenler arasında ise en büyük sevimli bir hayvan gelir. Zürafanın bir özelliği de hayvanlar arasında en yüksek kan basıncına ve en güçlü kalbe sahip olmasıymış. Yüksek tansiyonuna rağmen baygınlık geçirmeden 5 metreyi bulan başını sağa sola çevirip eğilebiliyormuş.
Zürafanın aynı zamanda Ege’deki Türk-Yunan sorunlarının bir parçası olduğunu bu ay başında kahraman balıkçı İlker Özdemir sayesinde öğrendik. Zürafa, Ege’de Yunanlıların hak iddia ettiği yüzlerce ihtilaflı kayalıklardan biri. Aslında kayalık demeye bile dilimiz varmıyor. 1980’li yıllarda Yunanistan’ın denize beton döküp üzerine fener diktiği bir yapıcık. Toplam yüzölçümü topu topu 9 metre kare, sahillerinin uzunluğu da 32 m. Semadirek adasına 6.4 mil, Türk ana karasına ise 14.2 mil uzaklıkta. Şimdi sıkı durun. Yunanistan nasıl tanımlayacağımızı bilemediğimiz denizin ortasındaki bu acayip yaratığın da, aynen diğer adalar gibi deniz yetki alanları yaratacağını iddia ediyor. Bir başka ifadeyle ayrı karasuyu, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölgesi olacakmış. Bu nedenle Yunan sahil güvenlik botu Zürafa yakınlarında balık avlayan İlker Özdemir’i bölgeden uzaklaştırmaya çalışmış. Gülmek mi lazım? Ağlamak mı? Bilemedim. Herhalde bu teze Yunan sahil güvenlikçilerinin kendileri de fazla inanmamış olmalı ki, balıkçımız bağırarak avlandığı bölgenin uluslararası sular olduğunu söylediğinde çekip gitmişler.
Maalesef Türk-Yunan ilişkileri bir Zürafa kadar soğukkanlı olamıyor. En ufak bir kıvılcım baş döndürücü bir hızla alevlenip kriz haline dönüşebiliyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun 10 Şubat’ta bir televizyon kanalına verdiği mülakattaki Yunanistan’ın Doğu Ege adalarını Lozan ve Paris Antlaşmalarına aykırı olarak silahlandırdığına, bu tutumun devam ettirilmesi halinde bahse konu adalar üzerindeki yunan egemenliğinin sorgulanır hale geleceğine, Türkiye’nin bu konudaki görüşlerini Birleşmiş Milletlere gönderdiği iki mektupla kayda geçirdiğine ve takipçisi olacağına ilişkin sözleri Yunanistan’da büyük yankı yarattı. Yunan Dışişleri Sözcüsü Alexandros Papaioannou, aynı gün yaptığı açıklamada Çavuşoğlu’nun iddialarını reddederek, bu iddiaların uluslararası hukukun temel prensipleriyle uyuşmadığı gibi, basit mantığa da aykırı olduğunu söyledi. Çavuşoğlu’nun sözlerine bir tepki de Vaşington’dan geldi. ABD Dışişleri Sözcüsü bir soruya verdiği cevapta, tüm ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerine saygı duyulması gerektiğini, adalar üzerindeki yunan egemenliğinin tartışılamayacağını dile getirdi. Amerika’nın adaların silahlandırılması tartışmasında topa hiç girmemiş olduğu dikkatlerden kaçmamalı. Aynı doğrultuda ama daha uzun bir açıklama da 13 Şubat Pazar günü Avrupa Birliği Dış İşleri Sözcüsü Peter Spano tarafından yapıldı.
Aslında Bakan Çavuşoğlu pek yeni bir şey söylemedi. Türkiye esasen 1976’dan beri Doğu Ege Adalarının silahlandırılması meselesini çeşitli vesilelerle BM’de, NATO’da ve AGİT’de uluslararası camianın dikkatine getiriyor. Mülakatta atıfta bulunulan mektuplar da, Türkiye’nin BM nezdindeki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu’nun imzasıyla geçtiğimiz yıl 14 Temmuz ve 30 Eylül tarihlerinde gönderilmişti. Büyükelçi Sinirlioğlu’nun ikinci mektubu, altı madde halinde hukuki argümanlarla ve Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) içtihatından örneklerle Yunanistan’ın uluslararası hukuku nasıl ihlal ettiğini açıklıyor. Mektupta ihlalin devamı halinde adalar üzerindeki yunan egemenliğinin tartışmaya açılacağı unsuru da var. Türkün aklı sonradan gelir derler. Ama galiba bu kere Yunanlı dostlarımızın aklı sonradan gelmiş.
Lozan ve Paris Antlaşmalarıyla Yunanistan’a devredilmiş bulunan doğu ege adalarının silahlandırılması, Ege’de Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar yumağının sadece bir parçası. Ama göründüğü kadarıyla Yunanistan’ın tezlerini hukuki bir temele oturtmakta en fazla zorlandığı anlaşmazlık konusu da bu olmalı. Nitekim her vesileyle Ege sorunlarının çözümü için adres gösterdiği Yunanistan, UAD’ye taraf olurken adaların silahsızlandırılmış statüsünün UAD’ye götürülmesini kabul etmeyeceğini kayda geçirmiş. Yunanistan doğu ege adalarını silahlandırdığını inkar etmiyor. Gerekçe olarak da Türkiye’den kaynaklanan güvenlik tehdidini öne sürüyor. Bu tamamen siyasi bir söylem. Ancak hukuki kılıf bulamıyor. Büyükelçi Sinirlioğlu’nun ilk mektubuna yine New York’ta verilen cevaptaki, Lozan anlaşmasının yerini alan Montrö Boğazlar Sözleşmesinde adaların silahsızlandırılmasına ilişkin bir hüküm yer almadığı, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın mecliste yaptığı bir konuşmada adaların silahlandırılmasına itiraz etmediği, Türkiye’nin Paris antlaşmasına taraf olmadığı gibi hukuki geçerliliği bulunmayan argümanlar kullanılmış.
Yunanistan’ı en fazla korkutan da Çavuşoğlu’nun mülatındaki “bu işin takipçisi olacağız” sözleri. Burada kast edilen Lozan ve Paris Antlaşmasına taraf ülkeler nezdinde yapılacak diplomatik girişimler olmalı. Bu kere Türkiye savunmada kalmayacak. Dosyası güçlü. Yeter ki hukuktan şaşmayalım.
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…