Ukrayna ve Rusya arasındaki silahlı çatışmaların tehlikeli şekilde sürdüğü bir güvensizlik ortamında zaman, herkese yeniden umut verecek, uluslararası toplumda görülen ağır kırılmaları hafifletecek, yeni bir uluslararası iklimin temellerine doğru yol alacak taşları döşeme zamanıdır. Türkiye, kritik bir coğrafyada bu dinamiği güçlü kılacak bir aktördür.
Geçen yıl 24 Nisan’da Vaşington’da, Başkan Joe Biden 1915 olayları münasebetiyle düzenlenen anma töreninde yaptığı konuşmasında, bu tarihten önce seleflerinin hemen hepsinin konuşmalarından farklı olarak ilk kez “soykırım” ifadesini kullanmıştı. Bu tanımlama tahmin edileceği gibi başta Ermenistan ve dünyadaki Ermeni diasporası nezdinde sevinç yaratmış, aynı şekilde, Parlamentolarında bu olayların “soykırım” olduğu yolunda daha önce kararlar kabul etmiş olan ülkelerce de olumlu bulunmuştu.
Başkan Biden’ın konuşmasının dünyadaki tüm Ermeni toplumu tarafından hararetle karşılanmasının çeşitli nedenleri üzerinde elbette durulabilir. Ama bunlar arasında belki bir sebep de “soykırım” iddiasının Ermenilerin hatırı sayılır bir bölümü için, kendi kimliklerinin bir parçası olduğu inancıdır. Bu inanca sahip olan Ermeniler 1915’ten bu yana 107 yıl geçmesine rağmen bu trajediyi daha dün yaşanmış gibi algılıyor. Onlarda, rahmetli Büyükelçi Gündüz Aktan’ın ifadesiyle, 1915 ile bugün arasında bir “zaman çöküşü” oluşuyor. Bu inanç gerek Ermenistan’da gerek diasporada güçlü bir şekilde yaşatılıyor ve başta Amerika olmak üzere ciddi sayılarda Ermeni asıllı vatandaşları olan üçüncü ülkelerde canlı tutuluyor.
Türkiye’ye gelince, Joe Biden’ın “soykırım” ifadesi haliyle gerek resmi makamlarımız gerek halkımızın büyük çoğunluğu için ciddi bir düş kırıklığına sebep oldu. Biden’ın sözleri üzere yapılan beyanlar en şiddetli şekilde telin edildi. Bununla beraber aşırı bir tepkiye de yol açmadı. Basınımızdaki yerini de nispeten çabuk yitirdi.
Her hâlükârda 1915 olaylarına dair Türkiye’nin tutumu açık. Hukuki boyutuna ilişkin görüşleri de belli. 1973 ile 1985 yılları arasında 40’ın üzerinde diplomat ve devlet görevlisi ile aile bireyleri Ermeni teröristler tarafından katledildi. Şehitlerimizin derin acısı canlı.
Yakın geçmişte Ermenistan Hükümetleri, Türkiye’nin bu sorunu karşılıklı görüşmelerle çözebilmenin yollarının açılması için iki ülke arasında doğrudan temasların başlatılması olanaklarını arama çağırılarına sıcak bakmadı. Erivan “soykırımı önce kabul edin, sonra oturup konuşalım” şeklinde özetlenebilecek bir davranış benimsedi. Aynı konuda diasporada ise, “soykırım” olduğuna inanan hakim görüşten farklı bir düşüncenin var olmadığı bir vakıa. Bununla birlikte gerek Ermenistan’da gerek diasporada Türkiye ile her şeye rağmen iyi ilişkiler kurulmasını isteyenlerin, güvenilir bir araştırmaya dayanan bir bilgi olmamakla birlikte, çoğunlukta olduğu tahmin ediliyor.
Ermeniler tutumlarını dünyaya bu şekilde tanıtırken, Türkiye’de ise, halkımızın belli bir bölümü 1915’teki olaylar sanki hiç yaşanmamış gibi davrandığı ve bu iddialara kayıtsız kaldığı izlenimini yansıtıyor. Ülkemizde bilhassa aydınlar arasında Ermeni iddialarını kabul edenler de var. Farklı görüşlerin varlığı kayda değer. Ayrıca “soykırım” iddiasını reddeden halkımızın Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kurulmasına kesinlikle karşı çıktığına dair yaygın bir görüşü olduğu söylenemez.
Büyük bir İmparatorluğun, Doğu Akdeniz bölgesi, Arap yarımadası ve özellikle Batı Balkanlar olmak üzere çok geniş toprakları kısa bir süre içinde kaybetmiş olmasının yarattığı travma Türk halkında bugüne kadar devam eden derin izler bıraktı. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden hemen sonra inanılmaz bir toparlanma ve fedakarlıkla kazandığımız İstiklal Savaşı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz modern Cumhuriyet söz konusu toprak kayıplarımızdan kaynaklanan travmayı geniş ölçüde telafi etti. Türk milleti kimliğini geçmiş ıstıraplarda değil, kurduğu çağdaş Cumhuriyetin başarılarında aradı. Geçmişe değil geleceğe ve devrimlerin başarısına kilitlendi.
Modernleşme sürecindeki Türkiye, XXnci yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren “soykırım” iddialarının kabulü konusunda Ermeni lobilerinin yoğun ve sistemli baskılarına, hatta kanlı şantajlarına maruz kaldı. Bu baskılar babalarımızın ve dedelerimizin fiillerinden ötürü çocuklarına ve torunlarına, günahkarlık ve tövbekarlık dayatılmasını ima ediyor. Yani Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken maruz kaldığı insanlık dışı muamelelerden milletçe suçlu olduğumuza zorla ve baskıyla rıza göstermemizi hedefliyor. Bu akılcı bir yol değil. Ayrıca tarihten husumet çıkarılması yerine, adil hafıza zemininde ortak tarih komisyonu kurulması gibi önerilerin de kabul görmemesi, aradaki mesafeyi sürekli açık tutuyor.
Böyle bir tablo karşısında gelecek hakkında şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Ne Türkler ne de Ermeniler yakın veya uzak gelecekte mevcut tutumlarından vazgeçebilirler. Çünkü etnik, dini ve mezhepsel ihtilaflar tarihin karanlıklarına gömülse bile son bulmuyor. Ama bu görüş ayrılığına rağmen Türklerin ve Ermenilerin, iki kadim halk olarak evlatlarına bu karamsarlığı bırakmaya razı olmaları mümkün değildir.
Bilindiği gibi dünyamızda birçok ülke, tarihi düşmanlıklara, savaşlara ve keskin görüş ayrılıklarına rağmen, aralarındaki barış ve işbirliğini yüzyıllardan beri sürdürmekteler. Atatürk’ün 1923’te milletiyle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde barış vizyonu yatar. Yüz yıldan beri geçerli olan bu vizyonu Atatürk “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözleriyle ifade etmişti. Bu vizyon, topraklarımıza saldıran bir devlet olmadıkça bizim de hiçbir devlete ve onun milletine karşı düşmanlık beslemememizi öngörüyor. Atatürk düşüncesinde düşman başka milletler değil cehalet, hurafecilik, bağnazlık ve obskürantizm”dir.
Ülkemizde, yüzyıllardır, kültür hayatımızda, sanatın her alanında, müzikte, edebiyatta, mimaride, gastronomide Ermeni asıllı vatandaşlarımızın büyük rol oynadıkları hepimizin malumu. Bu değerli vatandaşlarımızın kendilerini, kendi ülkeleri olan Türkiye’de huzurlu ve mutlu hissetmeleri tüm dünyaya ve tabii ki Ermenistan’a olumlu mesajlar yansıtır. Onları incitecek olay ve davranışlar en başta kendimizi yaralıyor. Hrant Dink’in öldürülmesi ve davanın- mesafe alınsa da- bir türlü sonuçlanmak bilmemesi bu tespite çok somut ve yakın bir örnek oluşturuyor.
Ama özellikle vurgulayalım ki Ermenistan’la ilişkilerimizde işe daha barışçıl bir dil kullanmakla başlamak yararlı olur. Sert ve itham edici sözler çoğu zaman bu sözleri ifade edeni ve onun kamuoyunu tatmin eder. Fakat sorunun çözümünde ve dünya kamuoyu üzerinde ne kadar işlevsel olur? Ülkeler arasında yıllar içinde muhakkak ki zaman zaman gerginlikler yaşanabilir. Ama sonuç verici yaklaşım muhakkak ki soğumaya yüz tutmuş kızgın demirin yeniden kızdırılmasını teşvik etmeyen bir yaklaşımdır. Mutedil politikalar kamuoyumuzun hatırı sayılır bir bölümü tarafından olumlu karşılanır.
Yararlı olabilecek üslup Türklerin ve Ermenilerin, yaşanmış olaylar konusunda karşılıklı makul bir ortak anlayış bulabilmeleri temennisinin dile getirilebilmesi olabilir. Aynı zamanda bu anlayışın dürüst, gerçekçi ve yapıcı bir nitelik taşıması, taraflar arasındaki görüş ayrılıklarından kaynaklanan tartışmanın düzeyini yükseltici olabilmesi yolunda ifadelere yer vermesi düşünülebilir.
Hatırlanacağı gibi 24 Nisan 2014 arifesinde Başbakan tarafından Cumhuriyet tarihimizde ilk defa karşılıklı acılarımıza gönderme yapan yazılı bir taziye mesajı yayınlanmıştı. Bu mesajda, diğer ılımlı sözler meyanında “Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.” ifadeleri yer almaktaydı.
Daha sonraki yıllarda da anlamlı mesajlar oldu. Bölgede ve uluslararasında o zaman olumlu yankılar yaratan böyle güçlü taziye mesajları yinelenmeli.
Türkiye ile Ermenistan arasında yakınlaşma girişimlerinden söz edildiği bu günlerde bu içerikte mesajlar ilişkilerin normale dönmesi girişimlerinin hız kazanmasına yardımcı olabilir.
Güney Kafkasya’nın istikrarı ve geleceğe “biz” hissiyle yönelmeye başlaması, şayet mümkün olabilse, küresel ortama yerleşecek en etkili ses olarak yankılanabilir. “Biz” diyebilmek bir son söz değil, bir başlangıç yoludur. Geleceğin birlikte inşasının yolunu açmaktır.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…