Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 13 Mayıs’ta Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği başvurusuna olumlu bakmadığını söylemesi, Rusya’nın Şubat sonunda Ukrayna’yı istilaya başlamasından bu yana kapalı kapılar ardında devam eden ihtilafı açığa çıkardı. Avrupa Birliği üyesi olan ama NATO üyesi olmayan İsveç ve Finlandiya’nın Rusya korkusu ve ABD talebiyle NATO’ya üye olması projesi daha krizin ilk günlerinde ortaya atılmıştı.
İki ülkeden heyetler son aylarda defalarca Türkiye’ye gelmiş ve her seferinde aynı nabzı alarak dönmüşlerdi.
Erdoğan’ın deyişiyle iki kuzey ülkesi de “terör örgütlerinin misafirhanesine” dönmüştü. Bununla kastedilen en çok PKK ve ABD’liler tarafından PKK’nın Suriye kolu PYD’ye kurdurulan Suriye demokratik Güçleri (SGD) örgütüydü. Erdoğan ayrıca İsveç ve Finlandiya’nın Doğu Akdeniz konusunda AB bünyesindeki tartışmalarda Yunanistan yanında yer almasını hatırlatıyordu. Şimdi bir iki ülke madem kararların oy birliğiyle alındığı NATO’da Türkiye’nin oyuna muhtaçtı, o zaman yüzleşme zamanı gelmişti.
Erdoğan’ın “veto” ima eden çıkışına gelen tepkiler arasında PKK konusunda Türkiye’ye istediği desteği vermeyen ülkelerin sadece İsveç ve Finlandiya olmadığı vardı. Başka NATO üyesi ülkelerin de ortak savunma sözü verdikleri Türkiye’ye rağmen PKK’ya değişen oranlarda destek veriyorlardı. Bu konuda 2015’te ABD Özel Kuvvetleri tarafından PYD ve onun silahlı kolu YPG’ye kurdurulan SGD’ye sanki PKK’dan farklıymış gibi muamele etme yoluna gidiyorlardı.
Örneğin Erdoğan’ın aralarındaki ilişkinin çok güzel olduğunu söylediği önceki ABD Başkanı Donald Trump 9 Ekim 2019’da Erdoğan’a yazdığı o meşum “aptal olma” mektubuyla birlikte “SGD Genel Komutanı” diye nitelediği “General Mazlum Kobani”nin görüşme mektubunu da iletmişti. Barış Pınarı sürerken Finlandiya’yla birlikte NATO üyesi Norveç ve Çekya da Türkiye’ye -Suriye’de PKK’ya karşı kullanılıp “dengeleri bozacağı” gerekçesiyle- silah ambargosu ilan etmişti. İsveç ile NATO üyesi Hollanda ise AB’den Türkiye’ye geniş kapsamlı silah ambargosu kararı talep ediyordu.
Ama şimdi gelip Türkiye’nin kapısını çalan diğerleri değil İsveç ve Finlandiya; açık pozisyonda onlar yakalandı.
Uzlaşma sağlanır. Zaten hemen ertesi gün, 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “kapıyı kapatmadık” beyanı geldi. ABD devredeydi “Türkiye’nin tutumunu netleştirmeye çalışıyoruz” diyordu. Birkaç saat sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Berlin’de yeni ittifak stratejisi ve Ukrayna Krizi gündemiyle “gayrı resmi” toplanan NATO Dışişleri Bakanları toplantısına davetli olan İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde ve Finlandiya Dışişleri Bakanı Pakka Haavisto ile üçlü bir toplantı yaptı. Haavisto toplantı sonrasında “Uzlaşacağımızı sanıyorum” dedi, 15 Mayıs’ta da Finlandiya NATO üyeliğine resmen baş vuracağını duyurdu.
ABD uzlaşmanın bir an önce sağlanması ile Rusya’ya net bir NATO mesajı vermek istiyor. Çünkü daha önce hem Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin hem de Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bu üyeliklerin Üçüncü Dünya Savaşına giden yolu açabileceğini söylemişlerdi. Tehlikeli bir bilek güreşi, ama durum bu. NATO, Rusya’nın nereye kadar gidebileceğini sınıyor adeta.
Rusya’yla köprüleri atmak istemeyen Türkiye, NATO’yu Rusya’ya karşı açık düşürmek de istemez, İsveç ve Finlandiya’nın bir ölçüde taviziyle uzlaşma sağlanır.
İskandinav ülkeleri 1970’lerden bu yana Türkiye’den siyasi mülteci olarak gidenlere kapılarını açık tutuyor. Bu siyasetini değiştireceklerini sanmıyorum. Ancak siyasi mülteciler arasında -başta PKK ve yan örgütleri olmak üzere- silahlı eylemlere karışmış ve bu çizgiyi sürdürenlere karşı Türkiye’ye belli sözler vereceklerini bekleyebiliriz.
Sorun bu sözlerin tutulup tutulmayacağıdır. Aksi halde Erdoğan ve AK Parti hükümeti iç politika kaygılarıyla yüksek perdeden konuşup sonra yutmuş duruma düşebilir. Bu da İsveç ve Finlandiya’nın sözlerinde durduğunu gösterecek somut adımları atmasını gerektirir. Stokholm ve Helsinki, kendi iç politikalarında etkili olan PKK bağlantılı lobilerin tepkisini göze alıp ulusal çıkarları için gerekli gördükleri bu adımları atacak mıdır?
Bu adımlar sadece PKK’lı ya da başka örgütlerle bağlantılı isimler ve kuruluşlar hakkında yasal işlemlerle sınırlı değil. Örneğin, Türkiye’nin Suriye’de PKK’ya karşı kendi insansız hava araçlarını (Bayraktar, Anka, diğerleri) kullanamaması için elektronik harp teknolojisi satışını engelleyen bu ilkeler, ambargoyu kaldıracak mıdır?
Çünkü o ambargolara rağmen üretilen Bayraktar TB-2 Libya ve Azerbaycan’da işe yaradıktan sonra, şimdi Ukrayna’da Rus istilasına karşı direnişin simgelerinden oldu.
Şimdi Ukrayna nedeniyle kapıyı çalan İsveç ve Finlandiya olduğuna göre, “Kim o?” sorusunu yanıtlamadan içeri alınmamaları doğal. Reel politika böyle bir şey. Türkiye açısından önemli olan bu sorunun sonuç getirdiğinin ve bundan böyle herhangi bir nedenle kapısını çalanlara da -ki buna PKK’yı henüz “terör örgütü” saymayan Rusya dahil- sorulup sorulmayacağı. Tutarlılık da böyle bir şey.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…