İsveç ve Finlandiya, NATO’ya üyelik başvuruları konusunda nasıl olsa ABD’nin Türkiye’ye baskı yaparak bunu kabul ettireceğine güveniyor ve alttan almıyorlar. Türkiye’nin Ukrayna’da istila harekâtını sürdüren Rusya’ya karşı NATO’yu zayıf duruma göstermek istemeyeceğinden hareket ediyor, tavizleri kendi adlarına ABD’nin vermesini umuyorlar. O taviz Yunanistan’a Türkiye’ye verilmeyen F-35’leri verdikten sonra F-16 satışına -o da 2023 seçimlerinden sonraya kalma ihtimaliyle- izin vermek olabilir mi? Olabilir. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar yeni F-16’ların gelmesinin hava savunmasını TF-X Milli Muharip Uçak hazır olana dek idare edeceğini tekrarlayıp duruyor.
Ama sanki hem Stokholm hem Helsinki, Vaşington’a “Bizi Rusya’ya karşı NATO’da istiyorsan Türkiye’yi sen ikna et” diyorlar. Bunun izini Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niintis’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Onay vermeyebiliriz” beyanı üzerine “kafasının karıştığını” söylediği basın toplantısındaki sözlerinde de sürebiliriz. Niintis, Erdoğan’ın “daha bir ay önce” olumlu sinyal verirken şimdi tersini söylediğine dikkat çekiyordu.
Oysa Anadolu Ajansının haberine göre Erdoğan 4 Nisan’daki o telefon görüşmesinde de Türkiye’ye yönelik askeri malzeme ihracının önündeki engellerin kaldırılmasını istemişti. Bu ambargo, Türkiye’nin 2019’da Suriye’deki PKK hedeflerine karşı giriştiği operasyon üzerine konmuştu ve asıl olarak Türkiye’nin -Ukrayna’da Rus istilasına karşı direnişin simgelerinden birine dönüşen- Bayraktar ve diğer Türk yapımı pilotsuz uçakları (İHA) engellemek amacını taşıyordu.
İsveç de Finlandiya da Türkiye’nin yasa dışı PKK ve Fethullah Gülen örgütü üyesi olmak nedeniyle iadesini istediği isimleri vermeyi reddediyordu. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, her iki ülkenin de siyasi göçmenlere uyguladığı açık kapı siyasetinin gerçek terör eylemi zanlılarının da istismarına izin vermesi. İkincisi, Türkiye’de mahkemelerin iktidarın siyasi etkisi altında adil ve tarafsız karar vermediği inancı; Türkiye “Hukukun Üstünlüğü Endeksinde” 2021’de 139 ülke arasında 117’inci sıraya düşmüş vaziyette. Üçüncüsü, başta ABD olmak üzere PKK’yı terörist saymasına rağmen onun Suriye uzantısı SDG üzerinden temas ve destek bağı kuran yalnızca İsveç ve Finlandiya değil.
SDG’nin, PKK ile ilişki kurmamış olmak için ABD tarafından kurdurulan bir paravan örgüt olduğu zaten ABD Özel Kuvvetler Komutanı Raymond Thomas açıklamıştı. ABD, 2014’ten bu yana PKK’ya kurdurduğu SDG ile Suriye’de IŞİD’e karşı işbirliği yapıyor ama bu işbirliği sadece IŞİD’le mücadeleyle sınırlı değil. Örneğin daha geçenlerde Amerikalı yatırımcılara SDG kontrolündeki bölgeleri Suriye yaptırımları dışında tutacağını ilan etti. Bu da Ankara’da ABD’nin Suriye’de PKK kontrolünde bir Kürt bölgesi kurdurma çabası olarak yorumlandı.
Erdoğan buna ABD’nin Yunanistan’daki üslerini genişletme kararını da ekledi.
Ankara’nın ABD’yi PKK konusunda adil ve tarafsız arabulucu olarak görmesi çok zor.
Belki de bu yüzden Erdoğan 16 Mayıs’ta bir gazetecinin sorusu üzerine, İsveç ve Finlandiya heyetlerinin NATO üyelik başvuruları konusunda “Bizi ikna etmeye geliyorlarsa, zahmet etmesinler” dedi. Bunu derken de Türkiye’nin NATO’nun genişlemesine karşı olmadığını, ancak Türkiye ile aynı güvenlik şemsiyesine girmek isteyen ülkelerden terörizme karşı net tutum bekleme hakkı olduğunu söyledi.
Belki de bu yüzden Erdoğan o sözlerin devamında İsveç ve Finlandiya kadar ABD başta olmak üzere NATO’nun güçlü ülkelerinden somut garantiler istedi. Bunu yaparken de 12 Eylül 1980 askeri darbesi ardından Türkiye’nin Yunanistan’ın 1974 Kıbrıs Krizi sırasında çıktığı NATO’nun askeri kanadına dönüş izni vermesi karşılığında verilen sözlerin tutulmamasını gösterdi. Yunanistan Türkiye’den izni alınca NATO’nun askeri kanadına dönmüş, ardından da Avrupa Birliğine alınmıştı. Bu defa olmayacaktı.
Erdoğan gerçekten ABD, Almanya, İngiltere, Fransa’dan gelecek baskılara karşı İsveç ve Finlandiya’dan terörle mücadele konusunda somut tavizler almadan NATO üyeliğine destek vermeyecek mi? Yoksa bu çıkışın sonu da Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’ne çıkışlar gibi mi olacak?
Bu 2023 seçimlerine ağır bir ekonomik kriz içinde giden Türkiye’de bir dış politika değil, iç politika sorusudur.
Düne kadar Cemal Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tutup hasım saydığı Suudi Arabistan ile 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin destekçisi ilan ettiği BAE ile hiçbir şey olmamış gibi kucaklaşıp yatırım çağrıları yapan Erdoğan olmadı mı?
Bakalım Erdoğan dediğini tutup somut adımlarla sonuçlanacak sözler alabilecek mi? Ya da alamasa da bunu içeriye o sözleri almış gibi mi sunacak? Öyle bile olsa o sözler tutulmadığında ne yapacak? Çünkü NATO’ya giriş iznini verince geriye dönüş olmuyor.
Reel politikanın gereklerini yapmak Türkiye’nin de hakkı, buna pazarlık dahildir. Ama siyaset sadece sert çıkışlar yapmak değil, daha çok sonuç almak işidir. Bakalım alınabilecek mi?
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…