Grigory Aleksandroviç Potemkin, Rusya’nın 18’inci yüzyıldaki yayılmacı siyasetinin mimarlarından olan bir Rus generali, devlet adamı ve Çariçe II. Katerina’nın sevgililerinden biriydi. Hayatını, Çariçe II. Katerina ile birlikte Osmanlı Devleti’ni parçalayarak, Rusya’nın egemenliği altında, başkenti İstanbul olan yeni bir Bizans İmparatorluğu kurma hayaline adamıştı.
Ruslar, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir Hanlık olan Kırım’ı, 1783 yılında ilhak ettikten, ayrıca mücavir alanlarda yaşayan Kazakları yenilgiye uğrattıktan sonra, Grigory A. Potemkin bölge valiliğine atandı. Kırım, savaş yüzünden büyük bir yıkıma uğramış ve Kırım’ın yerleşik halkı olan Tatarlar Osmanlı İmparatorluğu’nun beşinci kolu olarak görülmeye başlamıştı. Potemkin’in en önemli hedefi, bölgenin yerleşik halkını sindirerek, buraların demografik yapısını değiştirmek ve terkedilen yerlere Rusların yerleştirilmesini sağlamaktı.
1787’de, yeni bir Osmanlı-Rus savaşının ayak sesleri duyulmaya başladığı sırada, II. Katerina, yanında yakın danışmanları ve bazı ülkelerin Büyükelçileri olduğu halde, son olarak Rusya’nın topraklarına kattığı Kırım’a ve mücavir bölgeye altı ay sürecek bir gezi düzenledi. Gezinin amaçlarından biri, savaş öncesinde Rusya’nın müttefiklerini etkilemekti. Diğer bir amaç da yeni ele geçirilen toprakları bizzat görerek, tanımak ve bölgeye âşinâ olmaktı.
O dönemde bölge Valisi olarak görev yapan Potemkin, Katerina ve beraberindekilerin bu geziden etkilenmelerini sağlamak için inanılmaz şeyler yaptı. Örneğin, gezi heyetini taşıyan teknenin geçeceği Dinyeper nehrinin kıyılarında “çakma köyler” kurdu. Tekne yaklaşmadan bir süre önce kurulan köy, gerçek bir yaşam görüntüsü vermek amacıyla Potemkin’in köylü kılığındaki adamları tarafından dolduruluyor, teknenin geçişini takiben, geçici olarak kurulan yapılar süratle sökülerek, nehrin daha aşağısındaki kıyılarında yeniden kuruluyor ve sahte köy ahalisi yerleştiriliyordu.
Potemkin’in, Çariçeyi etkilemek amacıyla uyguladığı bu dahiyane fikir, zaman içinde “Potemkin Köyü- Potemkin Village” deyiminin uluslararası siyaset lügatine yerleşmesine neden oldu.
Bu hikâyenin doğruluğu her ne kadar bazı tarihçiler tarafından sorgulanmışsa da “Potemkin Köyü” sözcüğü, yanlışların, gerçek dışı uygulamaların, hile ve aldatmaların gizlenmesi amacıyla atılan adımları hicvetmek için siyasi hayatta sıkça kullanılan bir deyim haline geldi.
Bu konuda onlarca örnek vermek mümkün. Ancak, en çarpıcısının, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden iki veya üç hafta sonra, eski Dışişleri Bakanlarından Andrei Kozirev’in, Rusya Silahlı Kuvvetlerini “Potemkin Silahlı Kuvvetleri” olarak nitelemesi olduğunu düşünüyorum. Kozirev 6 Mart 2022 tarihinde Twitter hesabında Rus ordusunun başarısızlıklarına dikkat çekerek, “Kremlin, son 20 yıldır Rusya Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu için gayret gösterdi. Bunun için ayrılan paranın büyük bir kısmı çalınarak, Kıbrıs’taki (GKRY) mega yatlara harcandı. Ancak, bunlar askeri danışmanlar tarafından Devlet Başkanına söylenemiyor. Bunların yerine ona yalanlar söylediler” demişti.
Diğer bir örnek de 24 Mart 2022 tarihinde, bir Beyaz Saray yetkilisinin, Moskova Borsasının yeniden açılışına atıfta bulunarak, Rusların serbest ticarete getirdikleri birtakım sınırlamalar sebebiyle, borsanın açılışını “Potemkin Pazar Açılışı” olarak nitelemesiydi.
Bütün bunları neden anlattığımı herhalde tahmin etmişsinizdir.
Son birkaç yıldır gözlediğimiz gerçeklikten kopuş hâli, Türkiye’yi adeta “Potemkin Ülkesi”, izlenen patikayı da “Potemkin Siyaseti” haline getirdi. Bunun tezahürlerini iç ve dış siyasetten adalet sistemine, ticaretten ekonomiye, sanattan kültüre, spordan sağlığa günlük yaşamın hemen her alanında görmek mümkün.
Tahrif edildiği âşikâr enflasyon artış oranları, yapay ekonomik büyüme rakamları, kelime oyunlarıyla gizlenmeye çalışılan zamlar bu siyasi anlayışın çarpıcı örnekleri. Bu şekilde, kasıtlı ve hesaplı olarak yaratılan, sanal yaşam ortamında değerlerimizi, birbirimize güveni, sevgiyi ve saygıyı kaybettik. Görülmemiş bir kutuplaşma içine sokulduk. Geri döndürülmesi uzun yıllar alacak toplumsal çürüme ile karşı karşıyayız.
Diğer taraftan, iktidarın, bizatihi kendisinin sebep olduğu devasa ekonomik sorunları örtülemek ve giderek çözülmeye başlayan tabanını toparlamak gayesiyle yürüttüğü, “Potemkin Siyaseti” olarak tanımladığım bu politika sadece ülke içindeki toplumsal huzuru bozmakla kalmıyor, uluslararası plânda ülkenin güvenilirliğine, tutarlılığına ve öngörülebilirliğine de ciddi hasar veriyor.
Ayrıca, Türkiye’nin, dış politikada yaşamakta olduğu yalnızlıktan kurtulmak amacıyla son yıllarda gerçekleştirdiği açılımların samimiyeti ve sürdürülebilirliği bakımından soru işaretlerine yol açıyor. İç ve dış politikanın iç içe geçmiş olduğu, diğer bir ifadeyle dış politikanın hemen tamamen iç siyasette zemin kazanma hesapları üzerine bina edildiği böyle bir dönemde, ulusal çıkarlarınızı etkin şekilde korumak da mümkün olmuyor.
Son dönemde, iktidar tarafından bilinçli olarak birbiri ardına gündeme taşınan; Yunanistan ile ikili ilişkilerimizde mevcut sorunlar, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurularına ilişkin çekincelerimiz, Suriye’nin Kuzeyindeki Tel Rifat ve Münbiç’e harekât düzenlenmesi konusu ve KKTC’nin ilhak edileceğine dair söylentiler bu siyaset anlayışının en somut tezahürleridir.
Bütün bu konular çerçevesindeki son derece meşru taleplerimiz, gizli diplomasiyle çok daha etkin sonuç almak varken, ulusalcı ve milliyetçi kitlenin konsolidasyonunu sağlamak amacıyla, yine bilinçli şekilde aleniyete döküldü. Örneğin, Yunanistan’ın ABD desteğinde Türkiye’ye saldırabileceğine dair hayâl mahsulü senaryoların basın organlarında tartışılmasına zemin hazırlandı. Yunanistan’ın gerçeklerle bağdaşmadığı tescil edilmiş olan Ege Denizine yönelik iddialarının soğukkanlılık ve ağırbaşlılıkla yanıtlanması yerine, duygusallık ve hamasetle malûl milliyetçi söylemler körüklendi.
Maalesef bu meyanda iktidarın Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına dair başlangıçta benimsediği dengeli tutumda da garip değişiklikler olmaya başladı. Önceleri, taraflar arasında bir an önce uzlaşı sağlanarak, savaşın sona erdirilmesini hedefleyen ve uluslararası camia tarafından destek gören girişimlerimiz, zaman içinde mahiyet değiştirerek, sadece iç siyasette zemin kazandırma amaçlı bir egzersize dönüştü.
Bu çerçevede, örneğin, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 9 Haziran’da Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında, hiç sıkılmadan, utanmadan ve de Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun gözlerinin içine bakarak, Rusya’nın, egemen ve bağımsız bir ülke olan Ukrayna’yı Nazilerden kurtarmak amacıyla “işgal” ettiğini söyleyebildi. Ayrıca, Lavrov, yine Dışişleri Bakanımızın huzurunda, Ukrayna devlet Başkanı Volodimir Zelenski’yi aşağılayıcı ifadelerde bulunabildi. Lavrov’un, ziyaretin temel amacı ile bağdaşmayan bu ve benzeri ifadelerine, ne yazık ki, Türk tarafından hiçbir tepki gösterilmedi. Üstelik, Lavrov, Türkiye’nin kuzey Suriye’de, Fırat’ın batısında yer alan Tel Rifat ve Münbiç’e yapmayı planladığı askeri harekât konusunda da beklenen açıklıkla konuşmadı, muğlak ifadelerde bulunmakla yetindi.
İktidarın, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının yarattığı krizi bir pazarlık unsuru olarak kullanmayı düşünmekte olduğu anlaşılıyor. Şayet böyle ise, bunun kendisine hem müttefikleri hem muhalifleri nezdinde güven ve itibar kaybına mal olma riskini barındırdığını bilmelidir.
Diğer taraftan, Putin ve şürekâsının, Türkiye ile ilişkiler bağlamındaki temel hedefinin, Türkiye’yi Batı’dan ve Batı değerlerinden mümkün olduğunca uzaklaştırmak olduğunu görmeli ve Putin’e bu sinsi oyunu oynama fırsatı vermemelidir.
Rusya ile ilişkilerimizin tarihi çok eskidir ve bu ilişkilerin daha da geliştirip, güçlendirilmesi dış politikamızın önemli hedeflerinden biri olmaya devam etmelidir. Ancak, bizatihi Rus halkı tarafından benimsenmeyen ve ret edilen, “Çarlık Rusya’sının topraklarını ihya etmek” gibi ihtiraslı politikalar içindeki Putin ve şürekâsı tarafından kullanılma riskini göze alarak, bu hedefe ulaşmak mümkün değildir.
Böyle bir politikada ısrar etmek, sadece Rusya ile ilişkilerimizin yara almasına değil, giderek Batı aidiyetimizin sorgulanmasına da yol açar.
Nitekim, son zamanlarda, yaklaşık üç asır önce başlatılan Batılılaşma sürecinden bilinçli şekilde uzaklaşılmakta olduğuna delalet eden birçok gelişmeye şahit olmaktayız. Devletin kurumsal yapısı büyük ölçüde bozuldu. Hukuk ve adalet sistemi, lâiklik ve demokrasi zafiyet içinde. Temel hak ve özgürlükler alanında ciddi bir gerileme söz konusu. Tabiatıyla, bu durum uluslararası plânda Batı aidiyetimizin sorgulanmasının yansıra, giderek çağdaş dünyadan soyutlanmamıza yol açıyor. Üyesi olduğumuz uluslararası kuruluşlarda, hak ve menfaatlerimizi etkin şekilde korumakta da zorlanıyoruz.
Avrupa güvenlik mimarisinin yeniden şekillenmekte olduğu, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerinin tartışıldığı ve nihayet ABD’den F-16 gibi silah sistemleri talep ettiğimiz şu günlerde iktidar, Batı karşıtlığına prim verecek tutum ve yaklaşımlardan uzak durmalı, haklı ve meşru taleplerini de uygun yöntemle ve doğru bir zamanlama ile gündeme getirmeye özen göstermelidir.
Türkiye’de önümüzdeki yıl genel seçimlerin yapılacak olması ve şu sırada ekonomimizin ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunması, iç ve dış politikada yaşadığımız savrulmayı bir ölçüde izah edebilirse de bu durumun geçici ve sürdürülebilir olmadığı, deyim yerindeyse “Potemkin Siyaseti” izleyerek sonuç alamayacağınız açıktır.
Ezcümle, kitleleri kısa vadeli siyasi hesaplar doğrultusunda yönlendirerek, sanal ve geçici bir iyimserlik ortamı yaratmakla ne iç ne dış siyasetteki mevcut sorunlarınıza kalıcı çözümler getirebilirsiniz. Olsa olsa, sorunlarınız giderek çetrefilleşir ve neticede içinden çıkılmaz hale gelir.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…