Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesinden yaklaşık bir gün sonra basının karşısına çıktı. Doğrusu yabancı meslektaşlarımızı kıskanmadım dersem yalan olur. Düşünsenize şu televizyon, bu gazete izleyemez yasakları olmadan, “Soruya kızar da işimden olur muyum?”, ya da “Bir daha alınmaz mıyım?” kaygısı olmadan özgürce sordular sorularını Cumhurbaşkanına. Ve inanır mısınız? O da yanıtladı. Yanıtlarken çıtayı da epey yükseltti, resti çekti.
Resti çekti demem şu yüzden. Erdoğan konuşana dek İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde “Erdoğan’a boyun eğmedik” demişti, öyle her “terörist” diye isteneni vermeyeceklerini söylşemişti. Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niistö daha da sinir bozucu konuşmuş, PYD, YPG ve FETÖ’yü terör örgütü ilan etmediklerini, YPG’ye “insani yardıma” devam edebileceklerini söylemişti. Burada Finlandiya tarafından da “terör örgütü” sayılan PKK’nın Suriye kolu PYD’nin silahlı kanadına ne tür insani yardımdan söz ettiğini sormak lazım Fin Cumhurbaşkanına.
Ama konu o değil.
Konu daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan Türkiye’den istedikleri NATO vizesini alan İsveç ve Finlandiya’nın Erdoğan’a rest çekmiş olmaları. Aslında İsveç’in tutumu baştan itibaren belliydi. ABD nasıl olsa Türkiye’yi ikna etmenin bir yolunu bulurdu. Şimdi tam da Eylül seçimleri öncesinde PKK etkisi altındaki Kürt lobisiyle çatışmanın alemi var mıydı? Türkiye’nin engelleri kaldırmasıyla NATO davetini alır almaz, üstelik Erdoğan’ın Biden ile görüşmesi devam ederken “Biz bildiğimizi okumayı sürdüreceğiz” resti çekiyordu. Finlandiya bu rekabetten geri kalamazdı, o da resti çekti, hem de Türkiye’nin damarına basacak şekilde YPG’ye yardım üzerine.
Bunun bir adım ötesinde İsveç ve Finlandiya’nın 28 Haziran Üçlü Muhtırası ile kaldırma sözü verdikleri Türkiye’ye silah ambargosunu, Erdoğan’ın bir küsur aydır başlatacağını söylediği Suriye harekâtı sonrasında yeniden koymaları var. Yaparlar mı? Bir yandan Türkiye’yle ortak savunma anlaşmasına girip diğer taraftan Türkiye’nin en ciddi güvenlik sorunu saydığı konuda iç politika kaygılarıyla bu ikiyüzlülüğü sergilerler mi? Neden olmasın? ABD ve AB kapı gibi arkamızda diye düşünebilirler.
İsveç ve Finlandiya’nın bu resti hatırlatınca, Türkiye’de alışık olduğumuz şekilde kızıp köpürmedi, sakin bir ifadeyle o da resti çekti:
• “Biz parlamentomuzdan bunu geçirmedikten sonra zaten bu iş yürümez. Önce İsveç ve Finlandiya’nın üzerine düşen görevleri yerine getirmeleri lazım ki bu zaten metin içerisinde yer alıyor. (…) Ama bunlar eğer yerine getirilmezse bunun parlamentomuza gönderilmesi de söz konusu değil.”
Çıtayı yükseltme resti budur. Erdoğan kamuoyuna açıklanan Üçlü Muhtıra’nın ek belgelerine dair bir ayrıntıyı da Erdoğan yine basın toplantısında verdi:
• “İsveç [iadesi talep edilen] bu 73 kişiyi güncelleyerek bize vereceğinin sözünü bize bu metinle verdi. Verir veya vermez. Biz şimdi bu metin üzerinden bunun takibini yapacağız, ona göre de kararımızı vereceğiz”
İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde “Boyun eğmedik” dereken Erdoğan “73 kişilik listeyi kabul ettiler” diyor. Erdoğan’ın basın toplantısının hemen ardından İsveç Başbakanı Madgalena Andersson’un “Herkesi vermeyebiliriz” kaydıyla “Anlaşmaya sadığız demesi, Türkiye’yle NATO üyeliği karşılığında varılan mutabakatın İsveç siyasetini karıştırdığını gösteriyor.
Erdoğan’ın soruyu soran gazetecinin medyada yer alan 33 kişi olarak sormasını İngilizce olarak 73 diye düzeltmesi ayrıntısını not edip bir başka konuya, üyelik zamanlamasına gelelim. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik sürecinin normal koşullarda 8 ay kadar süreceği uluslararası medyaya yansıdı; tabii Rusya-Ukrayna krizi nedeniyle ABD ve AB ülkelerince hızlandırılmaya çalışılmazsa.
Erdoğan dün Türkiye’nin böyle bir baskıyı da kabul etmeyeceğini, Makedonya’nın üyeliğinin Yunanistan tarafından 20 yıl engellendiğini örnek gösterdi; sonunda ülke adını “Kuzey Makedonya” olarak değiştirmek zorunda kalmıştı.
Birincisi, “PKK/YPG/PYD, FETÖ terör örgütlerinin silinip atılması”. Burada AB ülkelerinde yasal sayılan gösterilerin Türkiye’de terör eylemi sayılması sorun çıkaracak gibi görünüyor. Öte yandan silahlı eylemlerle doğrudan ilişkili kimseler de var listelerde. Zaten ikincisi de iade listeleri.
Yani diyelim İsveç üyelik süreci gelip dayanana dek istenen iadeleri sağlamazsa, Erdoğan, tam da 2023 Şubat-Mart aylarına, yani seçim arifesine gelinmişken İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurularını Meclis’e göndermeyebilir mi?
Kolay cevap, “Hayır, ekonomiyi dış müdahalelere daha fazla açamaz, istediğini aldığını söyleyip onaylar” cevabıdır.
Zor cevap ise bu kararı seçim sonrasına bırakmayı tercih edeceğidir. Bu tercih ekonominin nasıl olsa daha kötüye gitmeyeceği ile seçim propagandasını “Dünyaya kafa tutan kahraman” teması üzerine kurma arasındaki tercih olacaktır. Üstelik bunun bir de Rusya’nın öfkesini yumuşatma, köprüleri yakmama boyutu vardır.
Riskli midir? Risklidir. Hem ekonomik hem siyasi bakımdan. Ama bu Erdoğan’ın riskli ilk hamlesi de olmayacaktır.
Erdoğan’ın resti budur. Dünya bu resti görür mü? O zamanki koşullara bağlı. Erdoğan’ın çok eleştirdiği Süleyman Demirel’in meşhur “Dün dündür, bugün bugündür” pragmatizmine başvurduğuna da tanık olduk dün.
O zaman geldiğinde dünyadaki, siyasi dengelerin ne durumda olacağı, ABD, AB, Rusya ve Çin arasındaki dengelerin, NATO içi dengelerin ne durumda olacağını bugünden kestirebilen yok. Erdoğan biraz da bu belirsizliğe güveniyor; o zaman geldiğinde duruma göre bir manevra yapılabileceği güveniyle işleri biraz da akışına bırakmış görünüyor.
Zaten “Dün dündür…” sözünü de ABD ile ilişkiler ve F-16 ile ilgili bir soruya yanıt olarak verdi. Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis’in Ankara’yı öfkelendiren Vaşington ziyareti sonrasında Kongre’den F-16 kararı çıkması daha zor görünüyordu. Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya kararı sonrasında ve NATO stratejisinde Karadeniz ve Balkanların öne çıkmasından sonra daha kolay.
Türkiye istediklerini Erdoğan’ın çıtayı daha önce yükselttiği şekilde alamadı. Erdoğan, NATO zirvesinden sonraya bırakma beyanıyla gittiği Madrid’te aynı gün birkaç saat sonra o onayı verdi.
Ancak Erdoğan bu krizi çıkarmış olmasaydı da Türkiye’nin NATO Zirvesinde dünyanın dikkatini PKK meselesine bu kadar çekebilmesi, örneğin Erdoğan’ın uluslararası basınla bu kadar kalabalık bir toplantı yapabilmesi mümkün olmazdı.
O bakımdan iyi bir kamu diplomasisi ve PR çalışması olduğu söylenmeli. Bu bakımdan bir ayrıntı da basın toplantısında soru soran yabancı meslektaşların da İngilizce “Turkey” yerine Türkçe “Türkiye” demeleriydi. Bunda müzakere sürecinde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg başta olmak üzere çoğu muhatabın artık “Türkiye” sözcüğünü kullanmalarının da payı vardı.
Tartışma, İsveç ve Finlandiya’da olduğu gibi Türkiye’de de iç kamuoyunda, iç politikada yaşanıyor. Erdoğan’ın sürekli yüksek perdeden giriş yapıp sonra u-dönüşleri yapması artık kamuoyunu yordu. Gerçekten yordu. Ne istenen tam olarak alınabiliyor ne ekonomide olduğu gibi siyasette de kimse önünü görüp söylenenlere inanabiliyor.
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…