Madrid’de düzenlenen NATO liderler zirvesinden hemen önce 28 Haziran günü imzalanan Üçlü Muhtıra ile Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine ilişkin engelini kaldırmış oldu. Türkiye’nin bu konudaki itirazının en önemli argümanlarından biri, kendisine uygulanan savunma sanayii yaptırımlarıydı.
Muhtıranın yedinci maddesinde “Türkiye, Finlandiya ve İsveç aralarında artık hiçbir milli silah ambargosu bulunmadığını teyit ederler. İsveç, NATO Müttefiklerine yönelik olarak silah ihracatına ilişkin milli mevzuatını tadil etmektedir. Gelecekte, Finlandiya ve İsveç’ten yapılacak savunma sanayii ihracatı Müttefik dayanışmasına ve Washington Anlaşması’nın 3. Maddesi’nin ruhuna ve lafzına uygun biçimde yürütülecektir,” ifadeleri ile bu hususta varılan mutabakat kayıt altına alındı.
Ukrayna’ya SİHA bağışı
Muhtıranın üç ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanmasından bir gün önce ise, insansız hava aracı (İHA) üreticisi Baykar Teknoloji tarafından, Ukrayna’ya üç adet Bayraktar TB2 silahlı İHA (SİHA) bağışlandığı açıklandı. Açıklamada, Ukrayna’da üç adet Bayraktar TB2 alımı için düzenlenen bir kampanyada 20 milyon dolar toplandığı, söz konusu üç SİHA’nın bedelsiz olarak verileceği ve toplanan paranın Ukrayna halkının yararına kullanılmasının talep edildiği kaydedildi.
Nitekim Ukrayna Savunma Bakanı Oleksiy Reznikov 28 Haziran günü Facebook hesabından yaptığı bir açıklamayla Rusya – Ukrayna Savaşı’nın başladığı 24 Şubat’tan bu yana 50 adet Bayraktar TB2 SİHA’nın teslim edildiği bilgisini paylaştı .
Öte yandan Madrid Zirvesi’nde Türkiye’nin önemli bir gündem maddesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında gerçekleşen görüşmenin gündem maddelerinden biri olan F-16 satışı idi. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alımı nedeniyle F35 projesinden çıkarılması ile oluşacak kabiliyet açığının giderilmesi için talep ettiği F-16V’lerle ilgili bir süredir yoğun bir askeri – sivil bürokrasi trafiği işliyor.
Haziran ayının son birkaç gününde gündemin üst sıralarını meşgul eden bu konuların ortak paydaları, doğrudan savunma sanayii ile ilgili olmaları. Savunma sanayiinin faaliyetleri ve ürünleri yalnızca orduların donatımı veya askeri – teknolojik meseleler değil. Bu ürünlerin geliştirilmeleri, üretilmeleri, kullanılmaları ve satılmaları iç içe geçmiş karmaşık siyasi, hukuki, ekonomik ve teknolojik mülahazaları içeriyor. Türkiye de savunma sanayiinde kaydettiği ilerlemeler ve son yıllarda artan ihracat performansı ile sektörün bu boyutları ile daha sık karşı karşıya geliyor.
Sektörün kaydettiği gelişme ve bu sürecin etkileri bakımından F-16 muharip uçağı, güzel bir örnek olabilir.
Havacılık sanayiinin (yeniden) doğuşu
ABD’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra 1975 – 1978 yılları arasında uyguladığı silah ambargosundan en büyük zararı, muharip uçaklarının tamamı ABD yapımı olan Türk Hava Kuvvetleri gördü. Yedek parça ve bakım eksikliği nedeniyle pek çok uçak uçamaz hale geldi. Oluşan kabiliyet açığını gidermek için 1975 yılında İtalya’ya, ABD lisansı ile ürettiği F-104S uçaklarından sipariş verildi. Esasen Türkiye, alternatif kaynaklardan muharip ve diğer sınıf uçak temini için arayış ve çalışmalarına 1975’ten önce başlamıştı. Nitekim Kıbrıs’a komandolarımızı atan uçakların bir kısmı, C-160 Transall’lar Almanya’dan alınmıştı. Yine 1973 – 1974 civarından itibaren İngiltere, Almanya, Fransa ve İsveç alternatifleri gündeme geldi.
1978’de ambargonun kalkmasından hemen sonra, teslimatı dondurulmuş olan F-4E Phantom II’ler gelmeye devam etti. Öte yandan ABD’den askeri yardım kapsamında çok sayıda eğitim ve muharip uçak alındı: Türk Hava Kuvvetlerinin ambargo nedeniyle büyük oranda düşmüş harbe hazırlığı, NATO’nun güney kanadı için de büyük risk teşkil ediyordu.
TUSAŞ’ın ilk projeleri
Türk Uçak Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) işte böyle bir ortamda kuruldu. Amaç, “kendi uçağını kendin yap” sloganında hayat bulmuş, ambargonun fiili ve psikolojik etkileriyle de geniş kapsamlı bir toplumsal mutabakat ortamı oluşmuştu. 1983 yılında hava kuvvetlerinin modernizasyonu için ABD yapımı F-16 uçaklarının seçilmesiyle birlikte TUSAŞ, bu doğrultuda ilk adımı attı ve uçağın üreticisi General Dynamics firmasıyla TUSAŞ Aerospace Industries (TAI) şirketini kurdu. Uçakların motorları için de aynı şekilde motor üreticisi General Electric (GE) ile TUSAŞ Engine Industries (TEI) kuruldu.
TAI’nin F-16 montaj deneyimi, 1990’larda başlatılan CN-235 nakliye ve SF-260D eğitim uçağı projeleriyle pekişti. 1990’ların sonlarına gelindiğinde TAI’nin üretim altyapısı gelişmiş, tasarım ve mühendislikte aktif hale gelmişti. Nitekim bu deneyimin üstüne, Avrupa’nın ortak yeni nesil nakliye uçağı projesi olan A400M’ye katılım sağlandı.
2000’lere gelindiğinde TAI, özgün tasarım ve ortak geliştirme projelerinde yetkinliğini bir üst seviyeye çıkarmıştı. İtalyan Agusta-Westland firması tasarımı A129 taarruz helikopterinin T129’a dönüşmesi, Hürkuş eğitim uçağı, Anka İHA bu sıçrama döneminin ürünleri.
Milli akıllı silah sistemleri
F-16 konusunda ise, TAI, ASELSAN, ROKETSAN ve TÜBİTAK SAGE gibi kuruluşların 1990’lardan itibaren geliştirdikleri altyapıları, özgün alt sistem ve silahlar olarak ortaya çıktı. Örneğin ASELSAN F-16’lar için ASELPOD hedefleme podunu geliştirdi: Gündüz ve gece koşularında hedef tespit ve takibinde kullanılan bu pod aynı zamanda Nijerya ve Pakistan’a, bu ülkelerin kullandıkları JF-17 muharip uçaklarına da entegre edildi. Türk Hava Kuvvetlerinde mevcut olmayan bir tipte uçağa yapılan bu entegrasyon, bu bakımdan Türk savunma sanayiinin hava sistemleri alanındaki kabiliyetleri açısından önemli bir dönüm noktası oldu.
Hassas güdümlü silah sistemleri alanında ASELSAN, ROKETSAN ve TÜBİTAK SAGE’nin başlattıkları projeler, 2000’lerin ortalarından itibaren geniş bir yelpazede ürün aileleri olarak somutlaştı. ABD’nin JDAM adlı GPS güdümlü bombasının muadili denebilecek, klasik güdümsüz bombalara takılarak onlara nokta vuruş hassasiyeti kazandıran Hassas Güdüm Kiti (HGK) ve bundan türeyen farklı güdümlü bombalar, F-4E 2020 ve F-16 filolarının vurucu gücünü artırdı. Öte yandan TÜBİTAK SAGE tarafından geliştirilen Satha Atılan Orta Menzilli Mühimmat (SOM) havadan ateşlenen seyir füzesi, Türk Hava Kuvvetlerinin vuruş menzilini artırdı. Laçin, Minyatür Bomba, Teber gibi farklı güdüm sistemleri ile donatılmış bombalar harekâtlarda kullanılarak olgunlaştı. Kısa süre önce ROKETSAN tarafından kamuoyuna duyurulan Çakır projesi ile hava, kara ve deniz platformlarından ateşlenebilen ve farklı görevlere yönelik arayıcı başlıklarla donatılabilen bir füze ailesi oluşturuldu.
Artan kabiliyetler
Yerli güdümlü silah sistemlerinin iç güvenlik ve sınır ötesi harekâtlarda büyük başarıyla kullanılmaları, ihracat pazarında da önlerini açtı. Diğer yandan Türk SİHA’larının kaydettiği sıra dışı performans hem bunların hem de bunlarla birlikte kullanılan MAM-L, MAM-C gibi güdümlü bombaların satışında da büyük artışı sağladı. Baykar Teknoloji’nin Akıncı, TUSAŞ’ın da Anka S ve Aksungur gibi farklı güdümlü silah sistemleriyle donatılabilen platformlarının ihracatı, yukarıda sayılan tüm silah sistemleri için de yeni fırsatlar teşkil edecektir.
Son olarak 2 Temmuz günü Milli Savunma Bakanlığı tarafından ROKETSAN tarafından geliştirilen Atmaca gemisavar füzesinin kara aracından ateşlenen modelinin başarılı bir denemesine ait görüntüler paylaşıldı. Bu tip füzelerin etkisini, Rusya – Ukrayna Savaşı sırasında Rus Deniz Kuvvetleri Karadeniz Filosunun sancak gemisi Moskva’nın, Ukrayna tarafından Neptun gemisavar füzeleriyle vurularak batırılmasında gördük. Ukrayna savunma sanayii tarafından geliştirilen Neptun füzesinin hedefe yönlendirilmesinde Bayraktar TB2’lerin kullanılmış olduğunun değerlendirildiğini; öte yandan TB2’nin Yılan Adası muharebelerinde de başrolü oynamış olduğunu not düşmekte fayda var.
F-16’nın geleceği
F-16’ya geri dönecek olursak, Türkiye bir yandan F-16 ve F-4E filolarını özgün silah ve aviyonik sistemlerle donatırken bir yandan da F-16’lara yönelik bir modernizasyon paketi geliştirdi. Başlangıçta, görev bilgisayarı denen ve uçağın temel fonksiyonlarını yöneten bilgisayarın millileştirilmesini amaçlayan “Özgür” projesinin kapsamı zaman içinde genişleyerek F-16’nın pek çok aviyonik sisteminin millileştirilmesine evrildi. Bu konuda en son Haziran ayı başında Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) Uçak Daire Başkanı Abdurrahman Şeref Can, Hava Kuvvetlerindeki F-16’ların “Block 30” modellerine Özgür modernizasyonunun uygulanmaya başladığını açıkladı.
Türkiye, 2017 Nisan ayında Rusya Federasyonu’na S-400 hava savunma sistemi siparişi verdi. Bu sistemin 2019 Temmuz ayında teslim alınmasından sonra ABD, Türk Hava Kuvvetleri için üretilmiş altı adet F-35A muharip uçağının teslimatını iptal etti, üretim hattındaki uçakları kendi siparişine kaydırdı ve en başından beri katılımcı olan Türkiye’yi F-35 projesinden çıkardı. F-35, Türk Hava Kuvvetlerinin modernizasyon yol haritasının merkezindeydi ve bu uçakla birlikte beşinci nesil kabiliyetler elde edilecekti. Hem F-35’in gelmeyecek olması hem de bölge ülkelerinin, özellikle Yunanistan’ın hava gücüne yaptığı yatırımlar, Türk Hava Kuvvetlerini çok ciddi bir risk ile karşı karşıya bıraktı. TUSAŞ’ın üzerinde çalışmakta olduğu Milli Muharip Uçak (MMU) projesinde ilk uçuşun 2025-26 civarında planlı olduğu ve envantere girip tam harbe hazırlık seviyesine ulaşmasının 2030’ları bulmasının beklendiğini de eklemek gerek.
Türkiye’nin ABD’den F-16 talebi, bu ortamda gerçekleşti. Alım gerçekleşirse, bu uçakların TUSAŞ’ta mı üretileceği ya da bunların milli mühimmatlarla donatılıp donatılmayacağı süreç içinde netlik kazanacak. Ancak kesin olan şu: Türkiye’nin dış politikasında savunma sanayii giderek artan oranda belirleyici rol oynuyor.