Sizlere bir araştırmadan bahsedeceğim: “Türkiye’de Vatandaşların İyilik Hali: Sağlıklı, Mutlu, Güvenli, Adil, Umut Dolu ve Güçlü Bir Toplum Muyuz?”. Eşitlik Çalışmaları Derneği tarafından yaptırılmış olan bu araştırmanın sonuçlarını açıklayan raporda Ali Yalçın Göymen ve Gülnur Elçik imzaları var.
Bu çalışmayla Türkiye genelini kapsayan bir araştırma yaparak vatandaşların iyilik halinin analiz edilmesi hedeflenmiş. 1.000 kişilik bir örneklem üzerinden yürütülen çalışmada; yaş grubu, cinsiyet, coğrafi bölge ve sosyo ekonomik statü kırılımlarına yer verilmiş. Araştırmanın hata payı yüzde 3,10 ve güven aralığı yüzde 95 olarak belirlenmiş.
İyilik halleri ölçülürken temel alınan göstergeler: Eğitim, sağlık, çalışma dahil olmak üzere kişilerin yaşamlarını biçimlendirmek amacıyla yürüttükleri faaliyetler, siyasal katılımları, toplumsal bağ ve ilişkileri, çevre ile kurdukları ilişki ve hem ekonomik hem de fiziksel anlamıyla güvenlik duygusu.
Çalışmada özellikle otoriter bir rejimde iyilik halini ölçmek açısından toplumsal ve politik koşulların da ekonomik koşullar kadar belirleyici olduğu göz önünde bulundurulmuş.
Ulaşılan veriler çarpıcı: gelir durumundaki kötüleşme çalışma koşullarındaki kötüleşmeye eşlik ediyor; çoğunluk Türkiye ekonomisinin üzerlerinde kötü etki bıraktığını söylüyor; borçluluk oranı yüksek, borçluluk toplumsal bağları olumsuz etkiliyor; katılımcılar içinde ruh halinin kötüleştiğini belirtenlerin oranı yüksek; toplumun üçte ikisi umutsuzluk ve çaresizlik yaşıyor…
Bir başka deyişle Türkiye’nin vatandaşlık hali iyi değil… Gelin detaylarını inceleyelilm:
Öncelikle genel olarak vatandaşlara sağlık, eğitim ve kültür konularındaki iyilik hallerini ölçen sorular yöneltilmiş.
Sağlık: Nüfusun yüzde 50,7’si son yıllarda sağlık açısından çeşitli sorunlar yaşıyor.
Eğitim: Kreş çağında çocuğu olanların yalnızca 11,9’u çocuklarını kreşe gönderebiliyor. Kadın istihdamının düşüklüğü, çocuk bakımını sadece annelerin sorumluluğu haline getirdiği gibi çocuğun sosyalleşmesi açısından da olumsuz sonuçlar doğuruyor.
Kültür: Konser, tiyatro ve panel gibi kültürel faaliyetlere katılabilenlerin oranı yüzde 26,2 ile sınırlı kalıyor.
Bedensel ve zihinsel gelişim açısından son derece iç karartıcı bir tablo ile karşılaşılmış. Sosyal medya kullanım oranlarına bakıldığında vatandaşların kültürel alanda yaşadıkları eksikliği Facebook, Twitter ve Youtube gibi araçlarla gidermeye çalıştıkları gerçeği açığa çıkmış.
Demografik yapı siyasi aidiyet temelinde analiz edildiğinde otoriter rejimin toplumsal tabanıyla olan ilişkisinde bazı gediklerin açılmakta olduğu görülmüş.
Vatandaşların yüzde 53’ü kendilerini milliyetçi-dindar-muhafazakâr olarak adlandıran sağ ideolojiye ait olarak tanımlamış.
Kendisini solda tanımlayanların oranı yüzde 28, aidiyet bildirmeyenlerin oranı da yüzde 18 olmuş.
Gerek politik ve ekonomik gerekse toplumsal açıdan ideolojik skalanın hangi tarafını benimsiyor olursa olsun vatandaşların iyilik hallerinin kötüye gittiği sonucuna ulaşılmış. Benzer bir durum geleceğe ilişkin beklentiler söz konusu olduğunda da ortaya çıkmış. Otoriteryanizmden* daha yoğun etkilendiği varsayılabilecek sol görüşlü vatandaşlar gibi sağ görüşlü vatandaşların da yaşam kaliteleri ve beklentileri açısından sorun yaşadıkları gözlenmiş. Buradaki fark, sağ görüşlü vatandaşların, iyilik hallerindeki bozulma ile hükümetin sorumluluğu arasında bağ kurmamaları olarak tespit edilmiş.
Vatandaşların politik iyilik halleri; politikaya duydukları ilgi, politik kutuplaşmanın üzerlerinde yarattığı etki ve politikaya katılım konuları üzerinden anlamlandırmaya çalışıldığında, politika gündemin büyük bir parçasını oluşturuyor olsa da politikaya aktif katılım oranının oldukça düşük kaldığı ortaya çıkmış.
Türkiye’de vatandaşların büyük oranda kutuplaşmanın getirdiği gerilimli bir politikleşme eğilimi nedeniyle siyaseti yakından takip ettikleri ancak kolektif bir beklenti içerisinde olmadıkları, siyasetten ortak iyiyi kurumsallaştıracak bir mecra olarak beklenti içinde olmadıkları görülmüş.
Araştırma neticesinde vatandaşların politik kurumlara karşı güven duygularının zayıflamış olduğu görülmüş.
Türkiye’deki genel politik durumun kişisel iyilik halleri üzerindeki etkisinin olumlu yönde olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 11,6 ile sınırlı kalmış. Bu kesimin iktidar partilerinin toplam oy oranlarının da oldukça altında kalıyor olması, hükümete ideolojik olarak bağlılık hissedenlerin oranının giderek daraldığına neden olarak yorumlanmış.
Elde edilen verilere göre vatandaşların yüzde 84,5’i, vatandaşlar arasında kutuplaşma olduğunu düşünüyor.
Elde edilen çarpıcı rakamlardan biri kutuplaşmada hükümet tarafının sorumluluğu olduğunu düşünen vatandaşların oranının yüzde 74,3 olması. Bu rakam sağ bir hükümet tarafından yönetilen ve kendilerini birincil olarak milliyetçi-dindar- muhafazakâr olarak tanımlayanların oranının yüzde 53,1’i bulduğu bir ülke açısından son derece ilgi çekici bulunmuş.
Otoriter rejim kendi tabanının neredeyse yarısı tarafından kutuplaşmanın sorumlusu olarak görülüyor.
Araştırmaya katılan vatandaşlara Türkiye’nin geleceğini politik açıdan nasıl gördükleri sorulduğunda alınan yanıt önemli.
Türkiye’nin geleceğinin oldukça parlak olduğunu ya da önemli bir potansiyel barındırdığını düşünenlerin oranı yüzde 16,2 ile sınırlı kalmış.
Raporda bu konuda yapılan yorum: Siyaset ile vatandaşlar arasındaki ilişkinin bireyselleşmiş olması ve örgütsüz siyaset yapısının baskınlığı şeklinde.
Ekonomik iyilik hali, vatandaşlara ekonominin yaşamları üzerindeki etkileri, çalışma rejimi ve borçluluk konuları hakkında sorulan sorular aracılığıyla anlaşılmaya çalışılmış.
Vatandaşların yüzde 64,6’sı Türkiye ekonomisinin yaşamları üzerindeki etkisinin olumsuz yönde olduğunu belirtmiş.
Ekonominin zihinsel ve duygusal halleri üzerinde olumlu etkisi olduğunu bildirenlerin oranı yüzde 12,2.
Raporda bu sonuç: İktidarın ülkenin zenginliklerini paylaşmayı uygun bulduğu çok küçük bir çevre dışında kalanların ekonomik anlamda demokrasiden ve genel anlamıyla toplumsal zenginliğin bölüşümünden giderek dışlandığını gösterdiği şeklinde yorumlanmış.
Ekonomik iyilik hali açısından ortaya çıkan çarpıcı tablolardan birisi de 17 yaş üstü vatandaşların yüzde 86’sının, toplumun yüzde 44’ünün tam zamanlı işte çalışmasına rağmen nüfusun yalnızca yüzde 9’unun gelirinin giderinden fazla olması.
Bu durum “çalışan yoksulluğu” olgusunun varlığına kanıt olarak görülüyor.
Benzer bir oran birikim yapabilme durumunda da ortaya çıkmış. Toplumun ancak yüzde 11’lik kısmının birikim yapabiliyor olması, bu kesim ile diğerleri arasındaki gelir adaletsizliğini ve toplumun ortak iyi etrafında bir araya gelebilme kapasitesinin ne kadar erimiş olduğunu gösteriyor.
Bunun nedeni “yüzde 11’lik kesimin aksine toplumun ezici bir çoğunluğunun gelecek güvencesi olmadan, kiradan kurtulma, borçsuz bir yaşam sürme, yakınları ile dayanışabilme gibi kendilerinin ve çevrelerinin iyilik halini geliştiren edimlerde bulunma potansiyellerini yitirmiş olmaları”, diye açıklanıyor.
Çalışma koşulları açısından ortaya konulan çarpıcı bir başka veri de işsiz kalmaları durumunda benzer ya da daha iyi koşullarda iş bulabileceğini söyleyenlerin oranının yüzde 18,2 ile sınırlı olması.
Bu sonuç öte yandan, geriye kalan vatandaşların memnun olup olmadıklarına bakmaksızın çalışma koşullarını kabul etmek zorunda oldukları şeklinde yorumlanmış.
Borçluluk oranları, çalışma rejimi içinde yer alanların çok büyük bir bölümünün tam zamanlı çalışıyor olsa bile borçlanmak durumunda olduğunu gösteriyor. Kendisini borçluluğa karşı koruyabilenlerin oranı yalnızca yüzde 18. Vatandaşların neredeyse yarısı borçluluk durumu nedeniyle temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırken aynı zamanda sosyal yaşantılarından ve hobilerinden uzak kalmak durumunda kaldıklarını belirtmişler.
Verilere göre, eşi dostuyla dışarıda buluşamayanların oranı katılımcıların üçte birini oluşturuyor. Bundan da daha olumsuz olan sonuç ise nüfusun dörtte birinden fazlasının borçluluk durumu nedeniyle ailesi ile ilişkilerinin bozulduğunu belirtmiş olması.
Vatandaşlara toplumsal ilişkilerini anlamak için ayrımcılık, dinin toplumdaki konumu ve vatandaşların ruh halini konu edinen sorular yöneltilmiş.
Toplumun yüzde 61,5’i mevcut toplumsal ilişkilerin kendilerini olumsuz etkilediğini düşünüyor.
Bu kötülük hali içinde “aile” bir tür başa çıkma mecrası olarak önemli bir kurum. Kendi iyilik hallerini kötü etkilediğini düşünen azımsanmayacak miktarda vatandaş olmasına rağmen, fiziksel ve ruhsal anlamda ailesindeki ilişkilerin kendisini olumlu etkilediğini düşünenlerin oranı yüzde 51,8’i bulmuş.
Toplumsal ilişkiler açısından iyilik halini etkileyen önemli meselelerden birinin “kadına karşı şiddet” olduğu ortaya çıkmış.
Kadına yönelik şiddetteki artışın varlığını kabul edenlerin sayısı yüzde 82,2 gibi yüksek bir orana sahip. Toplumun yüzde 64,5’i kadına yönelik şiddetin artışında ekonomik krizin etkili olduğunu ve siyasetin kadına yönelik şiddeti cesaretlendirmesinin sorumlu olduğunu düşünüyor. Politik ve ekonomik meselelerin toplumsal yaşam üzerindeki doğrudan etkisini göstermesi bakımından bu yanıt oldukça çarpıcı olarak değerlendiriliyor.
Türkiye’de otoriterliğin gelişimi açısından kadınlara karşı yürütülen ahlakçı saldırı kadar LGBTİQ+’ların düşmanlaştırılması ve hedef gösterilmesi de değerlendirilmiş.
Rejimin tüm saldırılarına, dini ve ideolojik gerekçelendirmelerine karşı toplumun bu konuda sağduyusunu tam olarak kaybetmediği ortaya çıkmış. Türkiye’de LGBTİQ+’lara şiddet uygulandığını ve haksızlık yapıldığını düşünenlerin sayısı bu ifadeye katılmayanlardan daha yüksek çıkmış.
Katılımcılara kendilerinin ve yakınlarının ruh hallerindeki değişim sorulduğunda yüzde 72,2’lik kesim kendilerinin, yüzde 65,9’luk bir kesim de yakınlarının ruh halindeki kötüye gidişe işaret etmiş.
Katılımcılara son zamanlarda kendilerini yalnız hissedip hissetmedikleri sorulduğunda toplumun yüzde 61,9’unun kendisini yalnız hissettiği; ayrıca kendisini toplumdan genelde ya da bazı zamanlarda dışlanmış olduğunu düşünenlerin sayısının da ciddi bir orana ulaşmış olduğu görülmüş. Kaygı ve/veya depresyon problemi yaşayanların oranı yüzde 78,9’u bulmuş.
Ülkenin gidişatı, güven ve geleceğe ilişkin beklentiler üzerinden sorulan sorulara verilen cevaplardan, toplumun yüzde 72,4’ünün gidişatın kötü yönde olduğunu düşündükleri görülmüş.
İyi yönde ilerlendiğini düşünenlerin oranı yüzde 9,6’da kalmış.
Toplumun kötüye doğru gidişatının sorumlusu olarak kimi gördükleri sorulduğunda, yüzde 61,1’in cevabı iktidarı işaret etmiş.
Bu oranların umutsuzluk belirtisi olmasına rağmen, toplumun halen yüzde 27’sinin, halihazırda örgütlü olan kesimin yaklaşık iki katının politikaya katılma potansiyelini taşıyor olması; bu çalışma kapsamında ulaşılan sonuçlar içerisinde, vatandaşların kendi yaşamlarının kaderini belirleme ve bunu katılımcı şekilde yapma iradesini göstermeleri bakımından vurgulanması gereken bir husus olarak belirtilmiş.
Vatandaşların yüzde 66,8’i kendisini geçen yıla göre daha güvensiz hissettiğini belirtirken kendisini daha güvende hissettiğini belirtenlerin oranı yüzde 10,5 olmuş.
Kendilerini ekonomik açıdan ne derece güvende hissettikleri sorulduğunda yüzde 68,5’luk bir kesim ekonomik olarak güvensiz hissettiğini söylerken, kendisini güvende hissedenlerin oranı yüzde 11,4’te kalmış. Bu da güvensizlik duygusunun yaygınlığını ortaya koyuyor.
Kendinizi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak toplumsal açıdan güvende hissediyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplardan, vatandaşların yüzde 63,3’ünün kendisini güvende hissetmediği, yüzde 36,7’lik kesimin ise kendisini güvende hissettiği görülmüş.
Katılımcıların yüzde 58,2’si geleceği konusunda tamamen umutsuz olduklarını belirtirken yüzde 28,8’i gelecekten bir beklentisi olmadığını belirtmiş. Gelecekten umutlu olanların oranı yalnızca yüzde 13.
Tüm bu rakamlar birlikte değerlendirildiğinde, toplumun politik olarak bugüne ve yarına güvenle bakan, ekonomik olarak güvende olan ve toplumsal ilişkilerin seyrinden memnun görünen kesiminin yüzde 9 ile 13 arasındaki bir oranla sınırlı olduğu görülmüş.
Yaşadıkları tüm şartları dikkate alarak değerlendirdiğinde, vatandaşların yüzde 16,6’lık kesimi hayatından memnunken, toplumun zaman zaman yüzde 70’lere varan bir kesimi ise ciddi sorunlar yaşıyor.
Rapor sonuc olarak “Türkiye’de son on yılda gerçekleşen otoriter dönüşüm yalnızca ekonomik çöküş boyutuyla değil ekonomik ve toplumsal açılardan da vatandaşların iyilik hallerini etkiliyor,” diyor.
Raporda, otoriterleşmenin olumsuz etkileri, vatandaşları örgütsüz ve bireyselleşmiş çözümlere yönlendirirken, yakın zamanda politik faaliyetlere katılabileceğini belirtenlerin görece yüksekliği ve kadınlar ile LGBTİQ+’lar gibi ayrımcılığa uğrayan kesimlerin haksızlığa uğradığının teslim ediliyor olması; iyilik haline odaklanan bir siyasetin yeniden bir ortak iyiyi kurgulayarak toplumsallığı inşa etmek için atılacak adımlar açısından zemin oluşturma potansiyeline sahip olabileceği sonucuna ulaşılmış.
Bu da gelecek açısından hala umut olduğunu gösteriyor..
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…