Türkiye 2011’de Suriye’deki krizin ilk başında, Beşar Esad’ın reformlar yapması ve Suriye toplumunun mümkün olduğunca geniş kesimlerini de sisteme dahil etmek suretiyle yönetimini sürdürmesi yönünde tutum aldı ama bu gerçekleşmedi. Esad rejimi, böyle bir çözümün, mutlak otoritesinin ve sonrasında da iktidarının sonunu getireceği düşüncesiyle olsa gerek, bu yola gitmedi.
Sonraki dönemde Türkiye, Esad’ın iktidarı bırakması ve ideolojik olarak kendisine yakın islami referanslı grupların dahil olduğu bir yönetimin iktidara gelmesine yöneldi. Bu da gerçekleşmedi.
Daha sonra, sınırın hemen ötesinde “öz yönetim” yapılanmasına giden YPG faktörü Türkiye’nin Suriye politikasında belirleyici oldu.
Bugün ise, Türkiye’de iktidarın, bir yıldan az bir süre içinde yapılması beklenen seçime Suriye’deki krizin getirdiği yükten kurtulmuş olarak gitmenin yollarını aradığı görülmekte. Suriye kaynaklı en önemli iki sorunun (güvenlik ve sığınmacılar) oy kazandıran olmasa dahi oy kaybettiren konular olmaktan çıkarılması amaçlanmakta.
Türkiye, Irak’taki tecrübesinin de ışığında, sınır hattından itibaren Suriye toprakları içinde ortalama 30 km derinliğe inen bir alanda güvenli bölge oluşturmak istiyor.
Sınır ötesindeki askeri harekatlarını da bu temele dayandıran Türkiye’nin güvenli bölgeden amacı, esas olarak, YPG’yi (ayrıca rejim, İŞİD gibi tehdit unsurlarını) sınır hattından uzak tutmak ve sığınmacıların yerleştirilebilecekleri bir alan oluşturulmasıdır.
Sınır ötesi operasyonlarda bu yolda önemli mesafe kat edildi ama amaca tam olarak ulaşılamadı. Oluşturulması öngörülen bölge hem enden, hem boydan kısa kaldı. YPG, bölgede halen mevcut. Türkiye, bu durumu, ABD ve Rusya’nın sözlerini tutmamasına bağlıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yarım kalan işin tamamlanması amacıyla yeni bir harekat yapılacağının mesajını vereli üç ay kadar oldu ama beklenen harekat bugün itibarıyla gerçekleşmedi. Bunun nedenlerinden biri, birbiriyle didişip savaşanlar dahil tüm aktörlerin (Rusya, ABD, Esad rejimi, İran, Arap ülkeleri) Türkiye’nin yeni bir askeri harekat yapmasına karşı olmalarıdır.
Olası bir harekatın hangi bölgeleri hedef alacağı, YPG’nin halen mevcut olduğu Münbiç, Tel Rıfat, Ayn İsa ve Tel Temir’le mi sınırlı kalacağı, Rasulyan’dan Irak sınırına kadar olan bölgeyi de mi kapsayacağı; ayrıca, sözkonusu bölgelerde sadece YPG’nin değil, Rus askerlerinin, rejim güçlerinin, İranlıların ve Şii milislerin bulunması olası bir operasyonun askeri ve siyasi boyutları nazarından hayati önem taşımakta.
Rusya’nın mevcudiyeti ve tutumu Türkiye açısından son derece önemli. Suriye sahasının önde gelen iki aktörü bir yandan karşıt kamplarda yer alıyorlar, bir yandan işbirliği yapıyorlar. Rusya bir taraftan Türkiye’nin Suriye kaynaklı terörle ilgili kaygılarını anlayışla karşıladığını söylüyor, öbür yandan, (en azından bu konu temelinde) rejim ile YPG’nin arasını yapıp Türkiye’ye karşı ortak cephe kurduruyor.
Türkiye ile Rusya’nın terör ve terörle mücadele, terör gruplarının hangileri olduğu konularında görüşleri uyuşmuyor. Putin ile Erdoğan arasında en son Soçi’de gerçekleştirilen toplantı sonrasında yapılan ortak açıklamada yer alan Suriye’deki terör örgütlerine karşı mücadelede paragrafını da, görüş ayrılıklarının diplomatik makyajlamayla yansıtılması olarak okumak doğru olur.
Türkiye ile Rusya son yıllarda Libya, Suriye gibi değişik sahalarda birkaç kez karşı karşıya geldiler ve birbirlerine hem can, hem silah ve teçhizat kaybı verdirttiler. Rusya’nın çok övündüğü Pantsir savunma sisteminin pabucunu Türk SİHA’ları dama attı.
Buna rağmen, iki ülke arasında son birkaç yıl içinde doğan özel ilişkiler, Ukrayna savaşından bu yana daha da özel bir hal aldı.
Rusya, özellikle Ukrayna savaşı nedeniyle haydut devlet ilan edildiği ve birçok ülkenin kendisine sırt çevirdiği bir dönemde NATO üyesi de olan Türkiye’nin “dostluğunu” kaybetmek istemeyecektir. Türkiye de Suriye’de Rusya’ya rağmen bir harekat yapmanın risklerinin bilincindedir. Dolayısıyla, iki ülke Suriye’de bir şekilde birbirini idare edecek ve sahada fiziki olarak karşı karşıya gelmeyecek formüller üretmeye çalışacaktır.
Öbür tarafta, ABD’nin de YPG’yi kollayan ve destekleyen tutumu malumdur.
Özetle, gerek terörle mücadelede, gerek briket evler gibi sığınmacı dönüşlerine yönelik projelerde Türkiye ne müttefiklerinden (ABD ve diğer NATO ülkeleri) ne bölgesel işbirliği ortaklarından (Rusya, İran, Arap ülkeleri) aradığı desteği bulamamanın hayalkırıklığını yaşamaktadır.
Suriyeli sığınmacılara gelince; resmi verilere göre Türkiye’de 3.7 milyon Suriyeli sığınmacı bulunmakta. En üst düzey yetkililer bunlardan 210 binine vatandaşlık verildiğini açıkladılar. Muhalefet gerçek sayının çok daha fazla olduğunu ileri sürmekte. Yine BM verilerine göre 2021 yılında ülkesine dönen toplam Suriyeli sayısı 36 bindir. Türk yetkililer ise yarım milyon Suriyelinin ülkelerine geri döndüğünü ifade etmektedir. Bu rakamlar arasındaki farklılıkları muhalefet, iktidarın bu konuda da gerçekleri çarpıtmasına bağlamaktadır.
Sığınmacılar Türkiye’de iç siyaset konusu haline geldiler. Seçimler yaklaştıkça bu konunun gündemde daha da yoğun olarak yer alacağı kuşkusuz. Bu da kaygı verici çünkü siyasete bu şekilde malzeme yapılan konular her zaman farklı bir boyut kazanıyor ve çok zarar verici, yıkıcı etkileri olabiliyor.
İşin prensibinde Türkiye’deki tüm siyasi partilerin sığınmacıların ülkelerine geri dönmeleri temelinde bir söylem geliştirdiğini görüyoruz. Geri dönüşler zorla değil, gönüllülük esasına göre olacak deniyor ama bunun nasıl yapılabileceği söylenmiyor. Bununla birlikte, siyasi partilerin neredeyse hepsinin ortak paydası “Esad’la görüşmek”. Yani, Esad’la görüşeceklerini ve sığınmacıları onunla işbirliği halinde geri göndereceklerini ileri sürüyorlar.
AKP ise, güvenli bölgeler ve briket evler sloganlarıyla somut planlar sunuyor gibi gözüküyor ama bu planların ne kadar gerçekçi ve uygulanabilir olduğu tartışmalıdır.
Bence, bu mesele ancak kaynağında çözümlenebilir. Yani, Suriyeli sığınmacıların gönüllü olarak ve sağlıklı bir sistem dahilinde geri dönebilmeleri, halen yaşadıkları yerden ziyade dönecekleri yerdeki şartlara bağlıdır.
Can güvenliklerinden emin olmazlarsa, Birleşmiş Milletler devrede olmazsa, bazı ekonomik imkanlar ve teşvikler sağlanmazsa sığınmacıların sevinç çığlıkları atarak briket evlere koşacaklarını veya davul zurnayla geri gönderilebileceklerini zannetmiyorum.
Suriye’de ne halleri varsa görsünler diye umursamazlıkla hareket edebileceğimiz nokta geride kalalı çok oldu. Suriye’deki olaylara müdahale edelim anlamında değil ama Türkiye’den (ve başka ülkelerden) Suriye’ye dönüş yapacak sığınmacıların çok kısa bir süre sonra geri kaçmamaları, ayrıca, YPG, İŞİD gibi oluşumların hayat bulduğu bataklığın kurutulabilmesi için Suriye’de kalıcı barış ve istikrar tesis edilmesine, ülkeyi bir arada tutacak ve yönetecek sağlıklı bir idare kurulmasına Türkiye ve uluslararası camia destek vermelidir.
Bugün Türkiye’de her şey seçime ve ekonominin olabilecek en kısa sürede ve mümkün olduğunca iyileştirilmesine odaklı. Son dönemde şahit olduğumuz, yıllardır çeşitli ülkelerle bozuk olan ilişkilerimizin düzeltilmesi hamlelerini de buna bağlayabiliriz.
İktidarın son dönemdeki “pragmatik yaklaşımından ve ara düzeltme hamlelerinden” Suriye politikası da nasibini alabilir.
Türkiye ile Suriye arasında istihbarat kuruluşları üzerinden temas yapıldığı sır olmaktan çıkmıştı. Geçtiğimiz haftasonu Soçi’den dönüşte gazetecilere açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk ve Suriye istihbarat kuruluşlarının “çalışma yürüttüklerini” söyledi. Bu açıklama, hem yapılmakta olanın teyididir, hem geleceğe yönelik olarak “devam” işaretidir.
İki ülke arasındaki temaslarda Rusya’nın arabuluculuk yaptığını, pazarlıklara dahil olduğunu ve ele alınan konuların Suriye’yle sınırlı olmadığını düşünüyorum.
Daha çok başlarında da olsa, sonu gelse de gelmese de, iki ülke arasında halihazırda bir “süreç” işlemektedir. Ama bu çok zor bir süreçtir. Denklemde iç ve dış pek çok faktör bulunmaktadır, pek çok mesele vardır ve her meselenin çözümü de yeni bir mesele doğurmaya gebedir. Dolayısıyla, bu süreç ilerleyebilir de, her an sonu da gelebilir.
İstihbarat kuruluşları arasındaki görüşmelerin bir sonraki aşaması temasların siyasi zeminde yürütülmesidir. Bütün zorluklarına mukabil, seçim arifesindeki Erdoğan iktidarı ile uluslararası camiaya geri dönmeye çabalayan Esad rejiminin bağırlarına taş basıp, bu yönde ilerlemeleri bütünüyle imkansız gözükmüyor.
Öte yandan, Cumhurbaşkanının evvelsi gün Büyükelçiler Konferansı vesilesiyle yaptığı konuşmada, “Suriye’de terör örgütünün yuvalandığı son bölgelerin de temizlenerek güvenli bölgenin halkalarının birleştirileceğini” tekrardan teyit etmesi pek çok yöne çekilebilir. Bu açıklamanın süreçle nasıl bağdaştığı, olası bir harekatın iki ülke istihbarat yetkililerinin temaslarında konu olup olmadığı ucu açık sorulardır.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…