Özel Kuvvetlerden albay rütbesiyle emekli Levent Göktaş’ın 1 Eylül’de Bulgaristan’da yakalandığı duyuruldu. Göktaş, 18 Aralık 2002’de araştırmacı Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesine karıştığı zannıyla aylardır aranıyordu. İstediği zaman her şeyi eliyle koymuş gibi bulan Türk polisi tarafından bulunamıyor, bu durum eleştirilere neden oluyordu.
Birdenbire ne olduysa oldu, Adalet Bakanlığı aylar önce yapması gerekeni yapıp İnterpol’e başvurdu. 1 Eylül’de de Göktaş’ın Bulgaristan’in Svilengrad kasabasında yakalandığı, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının Göktaş’ı yurda getirmek için Bulgaristan makamlarıyla temasta olduğu bildirildi.
Svilengrad, Bulgaristan’ın Kapıkule sınır kapısından çıktıktan sonra, yaklaşık 10 kilometre sonra yol üstündeki ilk kasabası. Yani örneğin tespit Kapıkule de yapıldıysa Göktaş hakkında yasal işlemin yapılacağı ilk polis merkezi orada.
Sorular da orada başlıyor zaten.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, haber üzerine Göktaş’ın aslında 4 gün önce yakalandığını, kefaletle serbest bırakıldığını, ama devreye girilerek Kırmızı Bülten çıkarılıp yeniden tutuklandığını açıkladı. Soylu, durumu öğrenince “24 saat içinde” Kırmızı Bülteni Bulgaristan makamlarına iletme başarısının gösterildiğini söylüyor.
T24 muhabiri Asuman Aranca ise, Göktaş’ın Bulgar polisi tarafından 27 Ağustos’ta yakalandığını Adalet Bakanlığının Kırmızı Bülteninin ise 31 Ağustos’ta yayınlandığına dikkat çekiyor. Buna göre Göktaş kefalet ödenerek tahliye edilmiş ama Bulgaristan istihbarat servisi (Devlet İstihbarat Dairesi – DAR) devreye girerek Türk makamlarıyla irtibat kurmuş.
Hayatın doğal akışı içinde bir istihbarat servisi başka bir ülkeyi ilgilendiren gelişmede önce kendi hükümetini, ondan alınan onayla da muhatap istihbarat servisini bilgilendir. Tıpkı MİT’in Cumhurbaşkanına bağlı çalışması gibi DAR da Bulgaristan Cumhurbaşkanına bağlı çalışıyor. Sofya’nın bu durumu Ankara’ya bildirmesi aşamasında MİT ile birlikte bir kurum daha devreye giriyor; o da doğal olarak Dışişleri Bakanlığı.
Özetle işin ortaya dökülmesinden sonra Ankara’nın Kırmızı Bülten çıkarmak durumunda kaldığını söyleyebiliriz.
İstediği zaman herkesi eliyle koymuş gibi bulan Türk polisi daha önce hapsedilmiş, çıkıp avukatlık bürosu açmış Göktaş’ı aylardır bulamadı da Bulgar polisi sınır kapısını geçer geçmez buldu.
Gazeteci İsmail Saymaz, 1 Eylül akşamı Halk TV’de Göktaş’ın yakalanmadan üç gün önce bazı gazetecilere gönderdiği bir mektubu paylaştı. Göktaş mektubunda ne kendisinin ne de Özel Kuvvetlerin Hablemitoğlu cinayetiyle ilgisi olduğunu söylüyordu.
Ancak Göktaş’ın adı Hablemitoğlu cinayeti dışındaki konularla da anılıyordu. Sedat Peker, iş insanı İnan Kıraç’ın 45 milyon dolarlık borcunun, alacaklı Sezgin Baran Korkmaz’ın İçişleri Bakanlığına çağrılarak “sildirildiğini” iddia etmişti. Kıraç’ın avukatı Göktaş’tı. Korkmaz daha sonra yurt dışına kaçmış, ama yakalandığı Avusturya onu Türkiye değil ABD’ye iade etmişti; halen orada hapiste.
Acaba birileri Göktaş’ın Türkiye’de, Türk polisi tarafından yakalanmasını istemedi mi? Türkiye’de konuşmasının engelleneceği endişesiyle birileri onu uluslararası plana çekip susturulmasına karşı güvence oluşturmak mı istedi? Yoksa Hablemitoğlu suikastının bugüne uzanan bağlantıları var da bilmemiz mi istenmiyor?
Aynı durum Taşkesenlioğlu hadisesi için de geçerli.
Gazeteci İsmail Saymaz yazdı yine, kocası Ünsal Ban ile – vıcık vıcık para işleriyle dolu- boşanma davalarına mahkemeden yayın yasağı çıkartan AK Parti Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenliğolu, şimdi de Ban’ın bundan sonra yayınlatacağı Twitter mesajlarına da yasak koydurdu; evet mahkemeden.
Dahası, bunu her türlü gerici zümrenin AK Parti’den kaldırılmasını talep ettiği Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı yasaya dayandırdı. İyi mi?
Yunanistan’a kaçarken yakalanan Ünsal Ban bugün Ankara Adliyesine getirilirken de olay yaşandı. Muhabir arkadaşlarımızın anlatımına göre polisler basın bürosuna gelip Ban getirilirken çekilen fotoğrafları yayınlamamalarını istemiş, “Kim söyledi size geleceğini?” ve “Biz size haber değeri olan şeyleri zaten veriyoruz” gibi sözlerle gazetecilere baskı uygulamaya çalışmışlar.
Maksat bu tiplerin konuşmamasını, konuştuklarının duyulmamasını sağlamak. Konuşurlarsa lafın kimlere dokunacağı belli olmaz çünkü.
Baksanıza, yine Sedat Peker tarafından ortaya atılan rüşvet çetesi iddialarına adı karışan Korkmaz Karaca, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyeliğinden “sağlık nedenleriyle” ayrıldı. Serkan Taranoğlu adlı Cumhurbaşkanı Danışmanı ise sessiz, güya Cumhurbaşkanı Erdoğan çok kızmış, hatta görevden aldığı söyleniyor. Ancak henüz bir açıklama yok.
Taranoğlu konuşur mu? Onunla konuşup kim bilir neyin ricacısı olmak için sıraya giren iş insanları, bürokratlar, siyasetçiler konuşmasını ister mi? Konuşmamasını sağlamanın yollarından biri de içeride tutmak. Maaşını alıp makam imtiyazlarını kullanmaya devam eder, bir süre ortalarda görünmez, olur biter. Ya da böyle düşünüyorlar.
Ama asıl odaktaki Taşkesenlioğlu diğeri, Erzurum Milletvekilimizin abisi Ali Fuat Taşkesenlioğlu.
Arkası olmayan sıradan insanların Fethullah Gülen örgütünün bankası Bank Asya’dan fatura yatırdığı için işinden, özgürlüğünden olduğu ortamda Taşkesenlioğlu’nun nasıl Halkbank Genel Müdürü yapıldığı üzerine tartışma ateşli. Taşkesenlioğlu 2015’te Halkbank’ın başına getirilmeden önce, 2012’de de Vakıfbank Yönetim Kurulu’na alınmış.
Bunlar tam Fethullah Gülen örgütüyle AK Parti arasının bozulmaya başladığı, “aynı kıble” filan demeyip birbirlerine girdikleri, Türkiye’nin 15 Temmuz’a doğru sürüklendiği zamanlar.
Acaba Taşkesenlioğlu, ilk mali itirafçılardan mıydı? Saf değiştirip Fethullahçı gibi görünmeye devam edenlerden miydi? O yüzden mi bir nevi adı konulmamış mali tanık koruma programı korumasında konuşması istenmiyor?
2018’da AK Partili Şamil Tayyar tarafından ortaya atılan “FETÖ Borsası” ile bu ilişkilerin, yargı, bürokrasi içindeki kripto bağlantı iddialarının bir ilgisi var mı?
Varsa bu ilişkilerin çözülmeye başlaması iplerin ucunu başka nerelere taşıyabilir?
Göktaş ve Taşkesenlioğlu olaylarının önemli bir ortak paydası var.
Derin devlet son yirmi yılda üçüncü defa el değiştiriyor.
İlk el değiştirmesinin miladını 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine askerin müdahalesiyle AK Parti ve Fethullah Gülen örgütünün iç içe geçmesi olarak saymak mümkün.
İkincisini 2012’de MİT (o zaman Müsteşarı) Hakan Fidan’ın tutuklanma girişimiyle başlatabiliriz.
Üçüncüsü ise 2016 askeri darbe girişimiyle başladı.
Ancak bu kadar kısa süre içinde hukuki bağı olmayan gizli yapıların bu kadar süratle el değiştirmesi ve bunların arka planındaki müthiş sermaye gaspı ve transferi, bu tür trafik kazalarına yol açıyor.
Devlet içinde birileri karşı tarafı yıpratmak için belli ilişkilerin açığa çıkmasını ama işine gelmeyenlerin gizli kalmasını sağlamaya çalışıyor. Devlet içindeki rakipleri de aynısını yapıyor.
Şimdilik canını ve idamesini kurtarmak için, kendi suçlarının da açığa çıkmasını göze alarak konuşmak, hatta itirafçı olmak, gayrı-resmî tanık koruma programına dahil olmak isteyenler hot-zot ile susturulmaya çalışıyor.
Umarım seçim yaklaşıp mücadele kızıştıkça bu trafik kazalarında hasar oranı artıp 1990’larda Tansu Çiller döneminde başladığı türden can kayıplarına yol açacak boyuta gelmez.
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…