1999 yılında henüz Vladimir Putin iktidarda değilken ilk kez Rusya’ya seyahat etmek istediğimde ülkenin Sovyetler döneminden kalma vize düzenlemeleri sorunu ile yüz yüze gelmiştim. Ülkeye girmek için bir davet mektubu edinmeniz gerekiyordu, ama o davet mektubunu nereden ve nasıl isteyeceğiniz belli değildi. Konsolosluğun internet sayfası davet mektubu olmayan kişiler için özel birtakım şirketlere yönlendirme yapıyor ve o şirketler de size resmi yoldan sahte davet mektup düzenliyordu. O dönemde Rusya sosyalist dönemden kalma kurallarla küresel sisteme entegre olabilmek için mafya ile iş birliği yolunu seçmişti.
Evet, vize bir ülkeye girme izni. Ama gösterdiği şey bir ülkeye girme izninden çok daha geniş. Bir devletin kim ve ne olduğu, nasıl işlediği, sınırlarının geçişkenliği, kimi makbul “misafir” olarak kabul ettiği, kimi dışarıda tutmak istediğine dair çok şey gösteriyor.
Vatandaşı olduğunuz ülke size seyahat edebilmeniz için bir pasaport veriyor. Bu pasaportların küresel olarak tabi oldukları hiyerarşiyi ise vize belirliyor. Basit bir Google taraması yaparak bile bir ülkenin pasaportuna başka ülkelerin pasaportu ile karşılaştırarak sayısal bir değer biçen onlarca site bulabiliyorsunuz (örneğin bakınız https://www.passportindex.org/) . Ve evet küresel hareketliliğin yaşam şansını belirlediği, toplumsal sınıfınızın bir ölçütü haline geldiği bir dünyada kaç ülkeye olduğu kadar hangi ülkelere vizesiz girebildiğiniz de pasaportunuzun gücünü ölçüyor.
Türkiye pasaportu sahipleri halihazırda 67 ülkeye vizesiz, 49 ülkeye sınır kapısında vize alarak ve 77 ülkeye vize ile giriş yapabiliyorlar. Bu rakam Türkiye pasaportunu vizesiz seyahat edebilme gücü üzerinden bir dünya sıralaması yaptığımızda 88. ülke yapıyor. Üstüne üstlük Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat edebildiği ülkelerin hemen tamamı coğrafi olarak Türkiye’ye uzak (ve dolayısıyla ekonomik olarak seyahat etmenin zor olduğu) Latin Amerika ülkeleri. Eğitim, tatil, sağlık gibi nedenlerle ve coğrafi yakınlık açısından da Türkiye orta sınıflarının çokça tercih ettiği Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı Türkiye pasaportuna vize istiyor.
Vize durumu yeni değil. Ama yeni olan bir şey var. Türkiye vatandaşlarından vize isteyen ülkelerden vize alma sürecinin insanı yıldıracak boyutlarda zorlaşmış olması. Zorlaşırken aşağılanma hissinin de katlanarak artmış olması.
Örneğin Barçın Yinanç’ın verdiği rakamlara göre Türkiye pasaportu sahiplerine 2014 yılında yüzde 4 olan Schengen vize reddi 2020 yılı yılında yüzde 12.7’ye ve 2021’de de yüzde 19’a yükselmiş. Üstelik Covid19 sonrası kalkan seyahat yasakları ile artan vize başvurularında hem sürecin zorlaştığını hem de ret oranlarının bu sene 2021’den de kötü olduğunu iddia etmek mümkün. Pek çok kişi ancak aylar ve hatta yıllar sonrasına vize randevusu alabilirken, iş güç sahibi onlarca kere vize almış kişiler bile artık reddediliyor.
Galip Dalay’ın bir yazısında çok yerinde bir biçimde ifade ettiği gibi iktidarın Türkiye’nin dış politikada büyüklük arzusunu savunma sanayii ve jeopolitik aktivizme indirgeyen bir yaklaşımı var. Nüfusun önemlice bir kısmı için ise bu büyüklük arzusu pasaportlarını alıp gittikleri bir özel vize şirketi ofisinde bir anda çöküveriyor.
Bundan sadece 6 yıl önce 18 Mart 2016’da Türkiye-AB arasında Mülteci Mutabakatı imzalandı. Bu mutabakata göre Türkiye mülteci hareketliliğini engeleyebilmek için sınırları daha sıkı koruma altına alacak ve AB sınırlarına yasal olmayan yollardan giriş yapan göçmenleri geri kabul edecekti. Bu antlaşma AB’nın mülteci sorununu dışsallaştırmasını ve Türkiye’nin mültecilerin AB sınırlarına girişlerini engelleyen bir tampon ülke haline gelmesine neden oldu..
Türkiye’nin AB’nin göçmen deposu olmayı kabul etmesinin karşılığında ise AB Türkiye’ye 6 milyar Euro ödeme yapacak ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının AB ülkelerinde vizesiz seyahat edebilmelerine olanak tanınacaktı. Ancak Türkiye’nin vize serbestisi alması için gerekli 72 kıstastan 6’sının hala hayata geçirilememiş olması AB yetkililerine göre vize serbestisi sözünün rafa kalkmasının nedeniydi. Hayata geçirilemeyen kriterlerin en önemlilerinden birinin kişi güvenliği ve özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü alanlarında AİHM içtihatlarına uyulması olduğunu burada hemen not düşmek isterim.
Elbette bu konuda Türkiye’nin sorumluluğu büyük. Ancak şu an karşılaşılan durum ne Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili ne de hükümet yükümlülüklerini yerine getirmediği için gerçekleşmeyen vize serbestisi ile. Mesele artık bu ülkenin pasaportuna sahip olanların vize almakta dahi zorlanıyor olmalarına kadar inmiş durumda.
Barçın Yinanç ret demenin “ben senin, gidip sonra geri döneceğine inanmıyorum” demek olduğunu ifade ediyor.
MEB Erasmus programı ile yurt dışına giden öğrencilerin bir daha geri gelmediğini, gidenlerin orada kaldığını ve öğrenci seçerken dikkatli davranılması gerektiğini açıklıyor. Mühendisler, doktorlar ülkeyi terk ediyorlar. Öğrenciler artık lise biter bitmez yurt dışına gitmek istiyor. Kuralsızlık, kurumsuzluk, otoriterlik, belirsizlik, adaletsizlik, hayat pahalılığı bu ülkeyi hemen bütün seçmen grupları arasında yaşamaktan memnuniyet duyulan bir ülke olmaktan çıkarıyor.
Artık Türkiye’de yaşayan herkes AB tarafından potansiyel bir mülteci olarak görülüyor. Bırakın AB üyeliğini ve vize serbestisini, bu durum bir döneme hâkim olan “hükümetlerarası ilişkiler zora girdi ama ilişkiyi aşağıdan bağları güçlendirerek sürdüreceğiz” yaklaşımın bile zora girdiğini gösteriyor.
Üstelik Türkiye’deki siyasal iktidarın Batı ile kültürel bağı olan yurttaşları “yabancı unsurlar” olarak görmesinin ve yaşam şansını (ve tadını) azaltmasının çok doğrudan bir sonucu olarak potansiyel mülteciler en fazla Batı ile kültürel bağı olan gruplar olarak görülüyor. Bir zamanlar daha kolay vize alabilen bu gruplar, belki tam da bu nedenle artık vize süreçlerinde bambaşka bir muameleye tabii tutuluyor.
Şöyle diyerek bitireyim, eğer vatandaşlığına sahip olduğunuz ülke kendi nüfusunun büyük bir çoğunluğuna kendini huzurlu ve güvende hissettiren bir ülke değilse bütün dünyanın kapıları da o ülkenin vatandaşlarına kapanıyor. Türkiye pasaportunu güçlü kılmak için iyi işleyen bir demokrasiye, adaletli dağıtan bir iktisadi sisteme, farklı kimlikleri dışlamayan bir barış iklimine ihtiyacımız var.
Ancak yaşamaktan büyük çoğunluğumuzun memnun olduğu bir ülke inşa edersek, rahatlıkla bu dünya yüzünde hareket edebileceğiz.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…