Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 15-16 Eylül’de Özbekistan’ın Semerkant şehrindeki Şangay İşbirliği Örgütü liderler zirvesine -ilk kez- katılımına Türkiye’nin hızlı bir değişim sürecindeki güç dengeleri içinde farklı yer tutma imkânı açısından bakılmalı.
Öncelikle biz gazeteci milletinin sık sık düştüğü bir tuzağı hatırlatmakta yarar var. Dünyadaki güç dengelerini değiştiren ve ucu bugünkü Rusya-Ukrayna savaşına dek uzanan 1975 Helsinki Zirvesi hakkında Türk gazete arşivlerine bakarsanız bulacağınız yegâne tartışma Başbakan Süleyman Demirel’in Kıbrıs konusunda “yumruğunu masaya vurup vurmadığı” sığlığıdır.
Erdoğan’ın Şangay Zirvesinde Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüşeceği iddiası İran’ın Tasnim haber ajansı tarafından ortaya atıldı. Suriye, Şangay Zirvesine üye değil. Gözlemci üye de Türkiye gibi “diyalog ortağı” da değil. Esad’ın Semerkant’a gidişi ancak Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, ya da onun ricasıyla, ev sahibi Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in özel davetiyle olabilir.
Erdoğan Esad ile görüşürse bu kuşkusuz Türkiye’de manşetlik, dünyada birinci sayfalık haber olur ve Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de bütün dengeleri değiştirme kapısı açar. Hatta görüşme olur ve Suriyeli mültecilerin geri dönüşü konusunda adım atılırsa, 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın işine bile yarar.
Ancak Esad gelmezse, görüşme olmazsa dünyanın sonu sayılmaz ve Şangay Zirvesinin önemi azalmaz.
O bakımdan Zirveye yeni küresel güç dengeleri ve Türkiye’nin yeri açısından bakmalı.
Yeni güç dengeleri açısından bakıldığında da bir başka sığlık çıkıyor karşımıza. O da Amerikan düşünce kuruluşları patentli “Türkiye’nin ekseni kayacak mı, kaymayacak mı?” tartışması. Bu tartışmaya göre, Türkiye NATO ve Avrupa Konseyi üyeliği nedeniyle “Batı ekseninin” bir parçasıdır ama Türkiye’de İslamcı Erdoğan başta olduğu için Rusya-Çin-İran üçgenindeki “Doğu eksenine” kaymaktadır.
Bu tartışmanın tamamen stratejinin askeri önceliklerini odağa koyan NATO-merkezli bir bakışla üretildiğini söylemek gerekiyor. Gerçekten stratejik bir “Trans-Atlantik”, yani Kuzey Amerika-Batı Avrupa aklı olsaydı, Türkiye 2004’te bütün eksikliklerine karşı -ki o zaman üye alınan çoğu Doğu Avrupa ülkesinden iyi durumdaydı- Avrupa Birliğine alınır, Kıbrıs’a kurban edilmezdi. Türkiye’nin sırtı “Kürt Memet nöbete” kafasıyla Ukrayna Savaşında Boğazları kapatıp Kiev’e TB-2 sattığında, ama Rusya ile köprü olup tahıl anlaşmasını bağladığında sıvazlanıp aynı zamanda yaptırımla tehdit edilmesiydi tam olarak Batı ekseninde sayılabilirdi.
Türkiye’nin ekseni kayıyorsa, bu dışlanmanın da etkisiyle demokrasi, insan hakları ve din işlerinin devlet işlerine etkisi alanlarında evrensel ölçütlerden uzaklaşması bakımından kayıyor. Yoksa bugün -örneğin İsrail lobisinin devreye girmesiyle- ABD başkanı Joe Biden, örneğin BM Genel Kurulu sırasında Erdoğan ile yüz yüze görüşse, hatta daha iyisi Beyaz Saray’da kabul etse rüzgâr dönüverir, emin olun.
Böyle bir görüşme olsa ve Biden da o en beylik “Türkiye ile stratejik ortağız” palavrasını tekrarlasa, hükümet yanlısı, milliyetçi, İslamcı basının en anti-Amerikan, anti-emperyalist söylemlerden bir anda çark edip “Hür dünya” söylemine geçeceğinden de kuşkunuz olmasın. Ne F-16 satışı için “Yunanistan’a karşı kullanmayın” şartı talebinden sonra şimdi de “PKK’ya karşı kullanmayın” talebi kalır ne Türk vatandaşlarını vize kuyruklarında bekletip geri çevirerek bundan Erdoğan yönetiminin sorumlu olduğunu hatırlatmaları.
İkiyüzlülük ABD ve AB’nin Türkiye tavrında da Türkiye’deki muhafazkâr-milliyetçilerin Batı tavrında da standart halde.
Oysa Şangay Zirvesi, bugün başka Erdoğan’ın AK Partisi, yarın bir başka hükümet olsa da önemli ve iyi kullanılırsa Türkiye için stratejik bir kaldıraç imkânı.
ABD merkezli bakışın anlamadığı diyemeyeceğim, ama anlamazlıktan geldiği Türkiye’nin “Ya biri ya diğeri” mantığının dışında hareket etmesi. Bu aslında 1964 Kıbrıs krizi sırasında Başbakan İsmet İnönü’nün ABD Başkanı Lyndon Johnson’a “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır” demesinden itibaren böyle. Başbakan Turgut Özal’ın 1984’te Sovyetler Birliği ile ilk doğal gaz anlaşmasını imzaladığında da böyleydi. Erdoğan özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından Rusya’dan S-400 füzeleri alarak bunu uç noktada somutlaştırdı. F-35’ten çıkarılma beklenmeyen bir şey değildi, doğru olup olmadığı tartışılır ama doğrusu vaz geçildi.
Çok kutuplu dünyada yeni güç dengeleri oluşurken konumunu güçlendirmek için stratejik özerklik kavramını benimseyen sadece Türkiye değil. Hindistan örneği var. Hatta belli açılardan Almanya bunun sancılarını çekiyor.
Çok kutuplu dünya bildirgesinin Şangay İşbirliği Örgütünün -önce Şangay beşlisi adı altında- 1996’da kurulmasından bir yıl sonra, Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin ve Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin tarafından yayınlandığını hatırlamak gerekiyor.
Çok kutuplu dünya kavramı başlı başına Şangay grubunun üretimi ve artık yaşadığımız dünyanın gerçeği. Bu gerçek yokmuş gibi ne Türkiye davranabilir ne Almanya ne de ABD.
Bu Zirve, Rusya’nın Ukrayna Savaşı, Çin’in de Tayvan gerilimi ardından Putin ve Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping arasında yüz yüze ilk görüşme olacak. Dünyanın dikkati en çok orada.
Erdoğan hem Cinping hem Putin ile görüşecek. Türkiye’nin Şangay İşbirliğine diyalog ortaklığından gözlemci üyeliğine geçmesi de gündemde. Böylelikle ilk defa bir NATO üyesi Şangay’da gözlemci statüsüne yükselmiş olacak. Gerçekten siyasi miyopluktan uzak stratejik akla sahip olsalar ABD ve AB başkentlerinin ve NATO’nun da kaldıraç olarak kullanabileceği bir imkân.
Türkiye’de muhalefetin de özellikle CHP ve İYİ Parti’nin Şangay İşbirliğine, Batı başkentlerinin etkisiyle değil, Erdoğan ve AK Parti hükümetinin ötesine geçen stratejik düşünceyle bakmasında yarar var.
AK Parti döneminde Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin yükseldiği sıralarda Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerinin de yükselmiş, bozulduğunda bozulup sadece para kaynağı ilişkisin dönmüş olmasından muhalefetin çıkarması gereken dersler var.
Çok kutuplu dünya kavramı aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk dış politikasının temel ilkesi olarak önerdiği “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine Soğuk Savaşın iki kutuplu dünyasındaki taraf seçme zorunluluğundan daha iyi oturan bir kavram.
Türkiye’nin bir yandan Rusya’yı ve Çin’i hasım olarak gören NATO’ya üyeliği, diğer yandan Rusya ve Çin ile işbirliği ilişkileri geliştirmesi önemini azaltmaz, tersine artırır. Önemli olan bunu yaparken, örneğin Suriye siyasetinde en kötü örneğini gördüğümüz gibi bunu -kendimize yapılmasını istemediğimiz şekilde- başkalarının, özellikle komşuların iç siyasetinde taraf olmadan yapabilmek. Yeniden yıkıcı değil, yapıcı aktör olarak tanınmak.
Şangay bu açıdan fırsattır. Devam edeceğiz.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…