Bir süredir İran’da Mahsa Amini’nin başını yasalara uygun örtmediği sebebiyle tutuklanması ve tutukluluğu sırasında süpheli şekilde ölmesini takip eden protestoları takip ediyorduk. Üzerine, geçtiğimiz hafta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kadınların baş örtme-örtmeme hakkını yasal güvenceye bağlama yönünde yaptığı ses getiren açıklama geldi. Neticede, örtünme konusu Türkiye’de yıllar sonra gündem oldu.
Başörtüsü gündemi iktidara mı muhalefete mi yarar tartışmalarını bir yana bırakacak olursak, madem ki konu gündeme geldi yapılabilecek en doğru şey konuya doğru açıdan bakmak, doğru çerçeveye oturtmak olur diye düşünüyorum. Yasa tasarısı geçer ya da geçmez, ama konu gündemde kaldığı müddetçe konunun nasıl ele alınacağı kritik.
Son bir haftadır gördüğüm o ki, Türkiye’de başörtüsü konusu daha çok kimlik çatışması çerçevesinde tartışılıyor. Oysa bana göre en doğrusu konuyu bu her an kutuplaşmaya açık kimlik ekseni yerine, uzlaşı zemini çok daha geniş olan kadın hakları eksenine, özellikle de kadınların kamusal alandaki hürriyetleri ve güvenliği çerçevesine yerleştirmektir.
Bu ülkede kadınların ortak sorunu kamusal alanda kendilerini ifade ediş biçimlerinin eril otoriterler tarafından onay ya da vetoya maruz kalmasıdır. Bu durumun ardında ise şüphesiz yerleşik ataerkil kabuller var.
Şöyle açalım. Ataerkil zihin kadına derin bir şüpheyle yaklaşır. Sebep ise, kadın cinselliğinin bir tehdit olarak görülmesidir. Ataerkil bakışa göre bir cinsel obje olan kadın, erkekler arası rekabet duygularını tetikleyip “biraderlik” bağlarını zedelemek suretiyle, aslında bir erkek dayanışması ürünü olan kamusal düzeni bozma potansiyeli taşır.
Bu da, kimi feministlerin “ataerkil ikilem” dediği durumu yaratır. Buna göre ataerkil erkek, toplumun devamı için kadına duyduğu ihtiyaç ile ona beslediği derin şüphe arasında sıkışmıştır.
Bu ikileme zaman içinde bir “çözüm” bulunmuş, kadının hürriyeti aile içi (mahrem) ile sınırlanmıştır. Kadının dışarıdaki aktiviteleri ise eril otoriteler (baba, erkek kardeş, koca, siyaset yapıcılar) tarafından kimi zaman doğrudan engellenmiş, kimi zaman caydırılmış, kimi zaman da çeşitli kurallarla kısıtlanmıştır. Bir başka deyişle kadının kendini dış dünyada ifade edişi şartlara bağlanmış durumdadır.
Kendini ifade etmek, bazen bir düşünceyi açıkça savunmak, bir kabiliyeti bir mesleğe dönüştürmek, bir projeyi hayata geçirmek olabileceği gibi bazen de saçını belli bir tür taramak ya da bu veya şu şekilde giyinmek olabilir. Hepsinde ortak olan, kadının içinde olan bir fikri, duyguyu, isteği dışarıya vurmasıdır, kendini dış dünyaya açması, bir başka deyişle dış dünyada var olmasıdır. Ataerkil toplum kadını bunların hemen tümünde cesaretsizlendirir. En kötüsü de içselleştirilen ataerkil değerler sonucunda pek çok kadın, kendi kendini dışarıya kapatır, geri çeker, sansürler.
Kadının ne giyip giymeyeceği ile ilgili kurallar da kadının mahrem alan dışında kendini ifade edişine müdahalelerin en doğrudan olanlarından. Bu müdahaleler zıt görünse de özlerinde bir ortaklık var. Örneğin bunlara göre, kadınların giyimi bazen provoktatif olup toplum düzenini bozuyor, bazen gerici olup siyasi düzeni bozuyor. Kabulleri ise bir, “Kadın nerede nasıl giyineceğini bilmez. Bedeni üzerinde dahi tek başına karar verecek özelliklere sahip değildir”. Bu mesaj ise şüphesiz oldukça travmatik kadınlar için.
Kadınların örtünme ya da örtünmeme konusundaki baskılara verdikleri benzer reaksiyonlar da kadınlar için meselenin özünün bir olduğunu gösteriyor.
Bugün İran’da Mahsa Amini’nin ölümünü ve başörtüsü yasasını protesto eden kadınların saçlarını kesmeleri, 2004’te Fransa’da Cennet Doğanay’ın baş örtüsü yasağına karşı saçlarını kazıtmasına ne kadar da benziyor.
Bu benzerliği fark edenler bu saç kesme ritüelinin ardındaki ortak duyguyu da görüyor olmalı. Kadınlar diyor ki, ”Bana hayatımda kontrol edebilecek çok az alan bıraktınız, çok sıkıştım, bunaldım. Ben de hala kontrol edebildiğim tek yerde, bedenimde göstereceğim isyanımı. Bu saçlar benim saçlarım, sizin yasaklarınıza rağmen öyle. Bunu, saçlarımı keserek göstereceğim size.”
Özetle, kadının giyimine kuşamına, örttüğüne örtmediğine karışmak, kadının dış dünyadaki varlığını kısıtlayan cenderenin darala darala bedenine kadar dayanmasıdır.
Peki kadını bu konuda rahatlatacak yasal bir düzenleme olabilir mi? Olacaksa nasıl olabilir?
Eğer bir yasal düzenleme olacaksa bunun temelinde ve dilinde kadınları özgürleştirme motivasyonu yatmalıdır, kamu düzenini korumak değil. Yasalar şunu ortaya koymalıdır ki, kadınlar kendi tercihleri doğrultusunda giyinmekte hürdür. Ne aile, ne bir cemaat, ne de bir kurum bir kadına belli bir tür giyinme konusunda baskı yapamaz.
Kamu düzenini korumak ise siyasetin kadınlara (ve erkeklere) borcudur. Kamu düzeninin sağlanması kadınların belli tür giyinmesi ya da görünmesi şartına bağlanamaz. Bugün arabasına biner binmez kapıları kilitleyen, otobüste minibüste tek kalmamaya çalışan, karanlıkta yürürken elini telefonundan çekmeden arkasındaki ayak seslerini dinleyen pek çok kadının siyasetten dileği kamusal alanın daha güvenli hale gelmesidir. Örtünme-örtünmeme bağlamında başlayan tartışmalarının asıl oturtulması gereken çerçeve bu olmalıdır.
Kamusal alanı kadınlar için güvenli hale getirme sözü veren, kadını kamusal alanda kendini dilediği gibi ifade etmeye, var etmeye, gerçekleştirmeye teşvik eden siyaset, tarihin doğru tarafında olacağı gibi farklı kesimlerden kadınların desteğini de kazanacaktır.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…