Seçmen tercihlerini kendilerine çekme gayretindeki siyasetçiler ve partileri kampanyalarını yürütmeye çoktan başladılar. Peki seçmenler hangi konulara dikkat ediyor ve oy tercihleri ile bu konulardaki performans değerlendirmeleri arasında nasıl bir ilişki var?
Seçmenlerin seçim kampanyalarında gündemdeki her konuyu aynı düzeyde önemsemediği açıktır. Türkiye seçimlerinde örneğin ekonomiye dair tartışmaların görece daha önemli olduğu sık sık dile getirilmektedir. Son 25 yıl içerisinde ekonominin seçmen tercihini nasıl etkilemekte olduğuna dair de pek çok çalışma yapılmıştır. Bunun karşısında dış politika ve güvenliğe dair tartışmaların da örneğin 2015 Kasım’ında olduğu gibi bazı seçimlerde öne çıkmakta olduğu tespit edilmiştir. Benim burada değinmek istediğim soru ise bu konular temelinde işbaşındaki hükümetin performans değerlendirmelerinin oy tercihlerine nasıl yansımakta olduğudur.
Türkiye Seçim Çalışmaları verilerine bakarak 2002-2018 dönemini değerlendirdiğimizde öncelikle göze çarpan işbaşındaki yönetimlerin farklı konu alanlarında farklı performanslar gösteriyor olduklarıdır. Yani tek bir hükümet performansından bahsetmek yerine her konuda performansı ayrı değerlendirmek gerekir.
“Seçmen sadece ekonomiye bakmaz”
Seçmenler nezdinde ekonomik konuların en yüksek öneme sahip olması şaşırtıcı değildir. Ancak ekonomi denilince oldukça çetrefil bir alandan bahsetmiş oluyoruz. Bu alanın teknik detaylarının seçmen tarafından değerlendirilebildiğini düşünmemiz yanıltıcı olacaktır. Düşük tutulan faizlerin seçmenin refahını nasıl kötü etkilemekte olduğuna dair bir değerlendirme averaj seçmene uzaktır. Seçmen öncelikle izlenen politikalara değil bunların hissedilen sonuçlarına bakar.
Son günlerde dile getirilen “muhalefet ne yapacağını açıklasın” türünden serzenişler belki akademi ve iş dünyasında bir yansıma bulabilir. Halk arasında bir karşılığının olabilmesi fikir önderlerinin fikir birliği içinde bu politikaları desteklemesiyle ve belki halka bunun iletilebilmesiyle mümkünse de bu tür bir yaygın desteğin oluşması bana çok da gerçekçi gelmiyor açıkcası.
Ekonomik saiklerle oy verme yazınında uzun zaman önce yapılan bir seri tespite göre de seçmen oy tercihlerini yaparken öncelikle kendi cebine değil ülkenin ekonomik durumuna bakar. Yani Ayşe Hanım ya da Ahmet Bey’e sorulması gereken soru nasıl geçinebildikleri değil ülke insanlarının ekonomik durumlarının nasıl olduğudur. Bu iki değerlendirme birbirlerinden kritik noktalarda farklılaşabilmektedir. Yine unutmayalım pazarda fiyatlardan şikayet edenlerle konuşulduğunda “Allah’a şükür idare ediyoruz” türü bir nihai değerlendirmeyi de sık sık duyarız. Burada baskın derecede önemli olan konu ülkenin ekonomik durumu ve bunun sorumluluğunun ne derece iş başındaki yönetime ait olduğuna dair değerlendirmedir.
“Değerlendirmeler yanlı ve partizan”
Bu değerlendirmelerin zor değerlendirmeler olduğunun ve kişilerin kendi tecrübelerinden çok ülke geneline dair kanaatler olmasının sonucu olarak yanlı ve partizan bir açıdan yapılmakta olduğunun altını çizmek gerekir. Yani ülkeye dair değerlendirmeler iktidar partisinin yandaşları tarafından muhalefet partisinin yandaşlarından anlamlı derecede daha pozitif yapılmaktadır. Bu saptamalar ekonomik krizin her toplum kesimini derinden etkilemekte olduğu kriz günlerinde akademik detaylar olarak görülebilir. Sonuçta iktidar ya da muhalefet yanlısı herkes acı çekiyorsa bir grubun bu acıyı diğerinden daha düşük gösteriyor olması çok da önemli olmayabilir.
Tüm performans değerlendirmelerinde bir diğer önemli konu bunların hangi döneme dair olduklarıdır. Geleceğe yönelik beklentiler geçmiş dönemin değerlendirmelerinden daha önemli görülmektedir. Ne de olsa seçimler geçmişin hesabını kesmekten ziyade geleceğe yapılan bir büyük yatırımdır. Seçmen temelde “bizi önümüzdeki birkaç yıl kimler yönetsin?” sorusuna dair kararını vermektedir. Gelecek geçmişten daha önemliyse bir de gelecekte kimin işbaşında olması durumunda bu beklentilerin nasıl değişmekte olduğuna bakmamız gerekir. Bu da yine son derece zor bir soru olduğundan yine partizan ve yanlı değerlendirmeler öne çıkma eğilimindedir.
Partizan değerlendirme yanlılıklarından kaçamaz gibi görünüyoruz. Oysa iş başındakilerin genel performans değerlendirmelerinin yıpranmış olduğu durumlarda iktidar ve muhalefet yandaşları arasındaki değerlendirme farklılıkları dengeyi iktidar yararına değiştiremeyecek kadar zayıf kalabilmektedir. İşler o derece kötü olabilir ki kendi seçmeni gözünde bile iktidar avantajı geleceğe bakıldığında ortadan kalkmış olabilir.
“Ekonominin etkisini kestirmek mümkün değil”
Türkiye’de durum böyle midir? Seçim gününe daha aylar varken bugünkü durumu veri almak yanıltıcı olacaktır. Seçim günü seçmen iktidarın 2018’den o zamana dek performansını değerlendiremeyecek ve sadece son 6 ay, bir yıl arasına bakarak geleceğe yönelik bir beklenti oluşturacaktır. Bunu yaparken de partizan yanlılıklarını hep yanında taşıyacaktır. Dolayısıyla ekonomi ne kadar önemli olursa olsun seçim günü nasıl bir etkisi olacağını bugünden kestirmek senaryolar dışında mümkün değildir.
Performans değerlendirmelerinde bir diğer zorluk da ilk saptamamızdan kaynaklanıyor: seçmen sadece ekonomiye bakmaz. Ekonomi alanında düşük bir performans örneğin güvenlik ve dış politika ya da bunların dışındaki “diğer” konularda da yine muhakkak düşük bir performans değerlendirmesine karşılık gelmemektedir. Seçmen gözünde farklı alanlarda hem iktidar, hem de alternatiflerinin farklı performans değerlendirmeleri vardır. Bir alanda başarısız görünen iktidar bir başka alanda başarılı bulunabilir. Böyle farklılaşan performans değerlendirmelerinin de oy kararları üzerinde yine farklı etkileri olması beklenir. Türkiye özelinde düşündüğümüzde örneğin ekonomi alanında sorunlarla iyi başedemeyen ve başarısız bulunan bir iktidar, dış politika ve güvenlik ya da diğer konularda seçmen karşısında daha iyi bir değerlendirme alabilmektedir.
Şekil 1 de üç farklı alan ve bunların tümünün eşit ağırlıkla değerlendirmeye alındığı genel bir performans ölçütünün yıllar içinde 0-100 arasında ortalama değerleri gösterilmiştir. Ekonomik konulardaki değerlendirmeler 2007 sonrasında düşüş eğilimindeyken güvenlik ve dış politika aşağı yukarı aynı düzeyde kalmıştır. “Diğer” konularda ise anlamlı bir yükseliş gözlenmektedir. İktidar 2018 seçimleri öncesinde ekonomide yüz üzerinden elli puanın altında kalırken diğer iki alanda ve genel performans değerlendirmesinde elli puanın üzerinde yer almaktadır.
“Diğer” konuların seçmen üzerinde etkisi
Dış politika ve güvenlik konularının da yine son derece çetrefil ve partizan yanlı değerlendirmelere açık olduğunu hatırlamamız gerek. Türkiye özelinde bu “diğer” konular diye grupladığım konuların önemli bir kısmının muhafazakar hassasiyetlerin odağı olan kimlik tartışmaları olduğunu da hatırlamalıyız. Başörtüsü ya da türbanın kamusal alandaki yerine dair tartışmalardan kadın haklarına, sağlık ve eğitim alanındaki politikalarından demokratik değerler/hukukun üstünlüğüne, kentsel dönüşüm ve çevrenin korunmasına dair performans değerlendirmeleri bu başlık altındadır. Bu başlıklardaki değerlendirmelerle sorgulanmamış ancak gündemde önemli yer tutan Ayasoya’nın ibadete açılması, cinsel yönelimlerin kamusal alanda nasıl yönetileceği, bu bağlamda LGBT hakları, İstanbul anlaşması ve aile politikaları gibi konuların bu başlık altındaki değerlendirmelerle benzeşen değerlendirmeler olacağını düşünebiliriz. Ancak burada önemli olan bulgu bu üç farklı alanda, yani ekonomi, dış politika / güvenlik ve “diğer” konularda iktidar performansının Türkiye verilerinde farklı eğilimler göstermesidir. Genel eğilim olarak baktığımızda ekonomi alanında değerlendirmeler kötüye giderken dış politika / güvenlik alanında pek değişmeyen ve pozitif bir düzey yakalanırken “diğer” alanlarda iyiye gitmektedir. Bu da bir alandaki seçmen desteği kaybının diğer alanlardaki görece daha başarılı bir performans değerlendirmesi nedeniyle kapatılması sonucunu doğurmaktadır.
Bu resmin her partizan grup için birbirinden çok farklı şekillendiği de çok açıktır. Öyle ki cinsiyet, eğitim, yaş, mal sahipliği, ibadet , Alevi ve Kürt kimliğini gösteren değişkenler kontrol edildiğinde AK Parti ve CHP seçmeni diğer seçmen gruplarından nasıl farklılaşmaktadırlar diye baktığımızda Şekil 2’de özetlenen resmi görüyoruz. AK Parti seçmeni 2007-2018 arasında ortalama olarak diğer seçmen gruplarından 20 puan yukarıda, CHP seçmeni ise 10 puan aşağıdadır. AK Parti ve CHP seçmenlerinin performans değerlendirmeleri arasındaki fark da 2007-2018 arasında artmıştır. Bu da bize aynı performansın farklı parti grupları tarafından gitgide daha kutuplaşmış bir şekilde farklı değerlendirilmekte olduğunu düşündürmektedir. Basit lineer eğilimlere bakıldığında genel performans değerlendirmeleri arasındaki fark iki partizan grup arasında gitgide genişlemektedir.
“Ekonomi dışındaki alanların değerlendirmesi önemli”
Farklı seçmen grupları sadece demografik özellikler temelinde bile farklı alandaki performansı farklı değerlendirmektedirler. Kadınlar, gençler ya da görece düşük eğitimlilerin performans değerlendirmelerinde farklılaşmalar onlara yönelik kampanya mesajlarının da farklılaşması gereğine işaret ediyor. Benzer şekilde, Türkiye siyaseti açısından belki daha da önemli olan demografik özellikler dışında partizan kimlik ve dini pratiklere bağlılığın da yine anlamlı farklılıklar yaratmakta olduklarıdır.
Sonuç olarak oy tercihleri işbaşındaki hükümetin performans değerlendirmelerine elbette bağlıdır. İyi performans seçmen tercihini cezbederken kötü performans seçimleri kaybettirir. Ancak bu değerlendirmeler sadece ekonomiye dair değil, dış politika ve güvenlik ile diğer alanlara dair de yapılmalıdır. Farklı konuları kapsayacak şekilde geniş bir tanımla oluşturulmuş bu üç siyasa alanındaki değerlendirmelerin farklı eğilimleri vardır ve farklı gruplarda farklı değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu gruplar arasında hem demografik, hem de partizan ve diğer kimlik öğeleri öne çıkmaktadır.
Bu bulgular açısından değerlendirildiğinde muhalefetin mevcut ekonomik krizi veri alarak bu alandaki kötü değerlendirmeler sonucu iktidar karşısında avantajlı durumda olduğunu düşünmesi yanıltıcı olacaktır. AK Parti özelinde ekonomi dışındaki alanlarda nasıl bir değerlendirme yapılmakta olduğu da son derece önemlidir. Muhalefetin ekonominin yanı sıra dış politika ve güvenlik alanında nasıl bir mesaj vermek istediğine karar vermesi gerekir. Bu alanlarda iktidardan farklılaşmak ve bu alanlarda da iktidarı eleştirebilmek önemlidir. Bu siyasa alanlarında hem eleştiri hem de farklı bir gelecek vizyonu oluşturmadıkça iktidarın bu alanlarda gözlenilmekte olan avantajını rahatça kullanarak ekonomi alanındaki kayıplarını kapatması mümkündür.
Gelecek tahayyülü
Burada önemli olan düzinelerce maddeden oluşan politika önerileri değildir. Seçmen bunlarla ilgilenemez. Bu detaylar akademi ve iş dünyasıyla paylaşılabilir. Bunun bile bir arama sürecinde tutulması, genel politika prensipleri üzerinde mutabakat sağlanması, detaylara kendini hapsetmeden, gereksiz taahhütlerden kaçınmak gerekir. Daha önemlisi ve seçmene çok iyi anlatılması gereken geleceğin Türkiye’sinin nasıl tahayyül edildiğidir. Bu tahayyül sadece faizlerin akıllıca belirlendiği ve düşük enflasyonla büyüyen bir Türkiye olamaz. Bu sadece muhalefetin hayal gücünün kısıtlı olduğunu gösterecektir. “Muasır medeniyet seviyesine erişmek,” “halkın iktidarı,” ya da “büyük millet, büyük güç, hedef 2023” kapsayıcı büyük resme dair birer tahayyül örneğidir. Seçmene birkaç senelik ekonomik politika önerileri değil geleceğe baktığında çocukları ve kendi emekliliğinde yani birkaç on yıl için bir tasarım verebilmek bu tahayyülün gerçekçiliğinden ya da politika detaylarından önemlidir. Henüz ne muasır medeniyet seviyesini yakalayabildik ne halkın iktidarı oluşabildi. 2023’e de birkaç ay kaldı, nerede olduğumuz ortada. Ama bu gelecek tasarımlarının kitleleri harekete geçirebildiğini de gözledik. Muhalefete gerekli olan teknokrat projecilik değil uzun soluklu bir vizyon ve gelecek tasarımıdır.