Gezi davası kararları 6. ayını doldurdu. İki hafta sonra ise İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik davanın duruşması olacak. Gezi kararları toplumun önemli bir kesiminin vicdanını yaralayan kararlar olarak kayıtlara geçtiler. Keza Ekrem İmamoğlu’na açılan davanın İstanbul seçimlerinin rövanşı olduğu ve hatta 2023 seçimlerini etkilemek amacı güttüğüne yönelik yaygın inanç malesef yargının bağımsızlığına gölge düşürüyor. 2023 seçimleri öncesinde ülke, “yargının siyasallaşması” kavramı adına adeta bir örnek olarak literatüre geçti.
Bu tür yargısal hamlelerin motivasyonu ne olabilir? Çoğu zaman telaffuz edilen ve gerçekten pek çok siyasi tutuklamada da görülebilen “sindirme” amacı, bu kez tümüyle açıklayıcı olmuyor gibi. Hele de davalara konu olan olayların üstünden seneler geçmişse, hele de seneler boyunca verilmeyip ertelenmiş kararlar kritik bir seçim arifesinde veriliyorsa, hele de seçmen zaten sokak siyasetinden çoktan elini ayağını çekmiş ve seçimlere odaklanmış bir durumdaysa…
İşin doğrusu, söz konusu kararların ardındaki niyeti bilemeyebiliriz, fakat olası sonuçları üzerinden bazı çıkarımlar yapabiliiz.
Siyasi yargılamalarla ilgili mevcut bilgilerimiz, yukarıdaki türden kararların aslında korkutmak kadar kışkırtmaya, sindirmek kadar hareketlendirmeye yöneltici olabildiğini ortaya koyuyor. Sebebi de aşağı yukarı şöyle.
Otoriter bir iktidar muhalefetle baş etmeye çalışırken eğer ılımlılara da radikallere de aynı muameleyi yapıyorsa, yani örneğin iktidarı eleştiren veya sivil bir gösteriye katılan biriyle eline silah alan biri aynı kategoriye konuluyorsa, hükümet politikalarını protesto eden bir birey, cinayet işlemiş gibi 18 sene hapis cezası alıyorsa, ki buna literatürde “ayrım gözetmez baskılama” (indiscriminate repression) diyoruz, bunun çoğu zaman şöyle sonuçları olur: ılımlı muhalefet ikiye ayrılır, bir kısmı yılarak siyasetten çekilir veya sessizleşir, kalanlar ise sertleşir, radikalleşir. Çünkü radikal olmanın maliyeti görece düşmüş, ılımlı siyasetin maliyeti görece artmıştır. Siyaset bilimci Mohammed Hafez bu sürece “radikalleşme çevirimi” der.[1] Daha çok bilinen “havuç ve sopa” stratejisinden daha farklı olarak burada sadece sopa vardır, yani sopa her tür muhalif eyleme gelişigüzel gösterilebilir. Böylece aktif muhalefet aynı anda hem küçülür, hem radikalleşir.
Küçük ve radikal bir muhalefetle baş etmek, geniş ve ılımlı bir muhalefetle baş etmekten çok daha kolaydır. Aktif muhalefetin sayıca küçülmesinin getirdiği zayıflığın yanı sıra, radikal üslup ve yöntemlere yönelmesi, iktidar bloğundan ayrışmaya başlamış ya da kararsız kitleleri ürküterek hızla iktidara geri yaklaştıracaktır. Yani ortam yeniden kutuplaşırken, iktidar saflarını sıklaştırma imkanı bulacak ve kendini konsolide edecektir.
Bu siyaset biçimini, otoriter bir iktidarın seçmen desteğine ihtiyaç duyduğu durumlarda daha çok görürüz. Bu iktidarlar sadece baskıyla değil kısmi de olsa bir seçmen rızasıyla pozisyonlarını korumak durumundadırlar. Çünkü ya ordu hala tümüyle kontrollerine girmiş değildir, ya partileri içinde katıksız bir otoriterliğe karşı olan gruplar vardır, ya da desteğine ihtiyaç duydukları dış güçler tümüyle otoriter bir çizgiyi onaylamayacaklardır.
Bu tür seçimli otoriter sistemler için en büyük risk karşılarında birleşmiş bir muhalefet bulmak ve seçmen desteğini bu muhalefete kaybetmektir. Bunun olmaması için muhalefetin bölünerek küçülmesi ve kısmen de olsa sertleşmesi tercih edilebilir.
Fakat siyasette her zaman riskler vardır. Yargıyı siyasallaştıran bir iktidar açısından en kötü senaryo şudur: 1. Muhalefet herşeye rağmen bölünmez ve radikalleşmez 2. Yargının açık manipulasyonu iktidarın daha geniş kitlelerin gönlünde meşruiyet kaybetmesine neden olur. Seçmen için yargıya müdahale ve yasaların ihlali, iktidarın saygınlığını yitirdiğine ve artık itaati hak etmediğine yönelik en somut sinyaldir çünkü. Bundan böyle, dışarıdan itaatkar görünse de seçmenin gönlünde kopmalar başlar. Bu, iktidar için ciddi bir zayıflıktır. Çünkü Machiavelli’nin dediği gibi iktidarda kalmak için sevilmek gerekmez, ama saygı uyandırmak gerekir. Sonuç olarak, yargının siyasallaşması iktidara her zaman kazandırmaz.
Türkiye örneğine dönecek olursak, açıkça ortada ki 2023 seçimleri kritik bir eşik. Türkiye’nin otokratik dönüşümü ve kurumsal erozyonu hız mı kazanacak yoksa seneler sonra bir normalleşme ve özgürleşme sürecinin önü mü açılacak, bunu büyük ölçüde bu seçimin sonucu belirleyecek. Seçmenin önemli bir kısmı bu anlamda ortak bir vicdanda birleşmiş bulunuyor ve en büyük gücü de buradan geliyor. Seçmen gruplarının hayalleri, yani ütopyaları birbirinden farklı olabilir, ama distopyaları ya da neyi hiç istemedikleri ortak. Seçmenin büyük kısmı keyfi, kayırmacı, kriz dolu bir siyaset ortamını daha fazla tolere etmeye çalışmak istemiyor. Muhalefet, ılımlı ve kapsayıcı pozisyonunu korur, sarsılmaz bir birlik içinde ilerler, ve seçmende ortak olan iyileşme ihtiyacına karşılık verebilirse Türkiye 2023’te bu kez bir “yeniden demokratikleşme” modeli olarak literatüre geçebilecektir.
[1] “From Marginalization to Massacres: A Political Process Explanation of GIA violence in Algeria,” 37-60, Islamic Activism: A Social Movement Approach, ed. Quintan Wictorowicz Indiana: Indiana University Press (2004).ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…