Amerikalı gazeteci, siyasi yorumcu ve yazar Anand Giridharadas’ın sevdiğim bir sözü var : “Geleceğe karşı başkaldırının olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Ancak, gelecek kazanacaktır”.
Bir zamanlar The New York Times gazetesinde yazı da yazan Giridharadas ne kadar haklı…
Dünyanın her köşesinde geleceğe karşı bir başkaldırı yaşanıyor.
ABD’de, eski Başkan Donald Trump’ın kurulu sisteme karşı başlattığı “siyasi ayaklanma” Giridharadas’ın sözünü ettiği başkaldırıya örnek olabilir mi? Veya Hindistan’da Narendra Modi’nin, Macaristan’da Viktor Orban’ın, Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun, nihayet Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın popülist tek adam rejimleri aynı çerçevede bir başkaldırı olarak değerlendirilebilir mi? İtalya’nın ilk kadın başbakanı Giorgia Meloni’nin başarıyla sonuçlanan siyasi mücadelesini kurulu düzene bir başkaldırı olarak nitelendirebilir miyiz?
Macaristan’da geçen sene yapılan seçimleri Orban kazandı. Brezilya’da ise son seçimleri Bolsonaro kıl payı farkla kaybetti; önceki Başkan Lula da Silva kazandı. İsrail’de seçimler var. Eski Başbakan sağ popülist Binyamin Netanyahu’nun tekrar seçilip seçilemeyeceği belirsizliğini koruyor.
Bütün bunlar, Anand Giridharadas’ın “Ancak, gelecek kazanacak” öngörüsünü sorgulatacak, daha ziyade büyük bir belirsizliğin ayak seslerini çağrıştıran gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor.
Belirsizliğin en önemli tezahürünü, bir hafta sonra Kongre ara seçimlerinin yapılacağı ABD’de görmek mümkün. Amerikan halkının yüzde 71’i demokrasinin tehlike altında olduğu konusunda hemfikir olmasına rağmen, seçim sonuçlarının ABD genelinde mevcut siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı gidereceğine dair hiçbir işaret görünmüyor. Amerikan halkı adeta iki eşit parçaya bölünmüş durumda. Hatta, siyasi gözlemciler ABD’den “yüzde 50-50 ülkesi” olarak söz etmeye başlamış durumda.
Son kamuoyu yoklamaları, iktidarda olan Demokratların ara seçimlerde Temsilciler Meclisini kaybedeceğine işaret ediyor. Ancak, Demokratların ve Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisindeki sandalye sayıları arasında çok büyük bir fark olmayacağı öngörülüyor. Senato’da ise başa baş bir yarış olacağı anlaşılıyor. Senato’daki sandalye dağılımı hakkında tahminde bulunmak bu aşamada oldukça zor gözüküyor.
Hem Demokratların hem Cumhuriyetçilerin seçimler konusundaki motivasyonlarının yüksek olduğu aşikâr. Demokratların, seçim kampanyalarını büyük ölçüde, 1973 tarihli ünlü Roe v. Wade kürtaj kararının iptaline dair Yüksek Mahkeme kararına ve Trump korkusuna dayandırdıkları görülüyor. Cumhuriyetçiler ise Biden yönetiminin başarısızlığı yüzünden yaşanmakta olduğunu öne sürdükleri ekonomik sıkıntıları ve suç oranlarının yükselmesini gerekçe olarak kullanıyorlar.
Yüksek Mahkemenin kürtaj kararı Cumhuriyetçilere özellikle kadın seçmenler nezdinde ciddi ölçüde oy kaybettiriyor. Örneğin, Kansas Eyalet Yüksek Mahkemesi, federal düzeydeki kararın aksine bir çıkışta bulunarak Roe v. Wade kararının uygulanması yolunda karar aldı. Diğer taraftan, gecen yılın ilk haftasında gerçekleşen Kongre baskını ile ilgili olarak Trump ve Cumhuriyetçi partinin önde gelen mensupları hakkında devam etmekte olan Kongre soruşturmasının Cumhuriyetçi adayları seçim kampanyalarında zor durumda bıraktığı görülüyor.
Nitekim, Trump’a açıkça karşı çıkan ve yeniden Başkan adayı olmasını istemeyen önemli Cumhuriyetçi isimler var. Florida Valisi Ron DeSantis bunlardan biri.
Bu arada, Trump’ın yargılanma ihtimalinin bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Zira, Kongre soruşturma komisyonu, Trump’a, “darbe teşebbüsünde bulunma” suçlaması yöneltmiş durumda.
Seçim sonrasında Trump’ın siyasi geleceği Adalet Bakanı Merrick Garland’ın elinde olacak. Zira, Kongre soruşturma komisyonunun son raporuna istinaden yargılama kararını Adalet Bakanı Garland verecek. Garland’ın böyle bir kararı alabilecek siyasi iradeye ve cesarete sahip olup olmadığını izleyip göreceğiz. Öte yandan, bazı Cumhuriyetçiler de parti içindeki birtakım isimlerin sisteme karşı savaş açtığına inanmakta. Bütün bunlar, Cumhuriyetçi parti içinde rahatsızlık yaratan hususlar olarak ön plana çıkıyor.
Diğer taraftan, Demokratlar da ciddi sorunlar yaşamakta. Biden yönetiminin başarılı olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 45 iken, başarısız bulanların oranı yüzde 54’e ulaşıyor. Bu yüzden, ara seçimlerde yarışan Demokrat adaylar Biden’ın kampanyalarına bizzat katılarak, destek olmasını arzu etmiyor. Buna mukabil, eski Başkan Barack Obama adayların kampanyalarına destek konusunda Biden’a nazaran çok daha etkili olabiliyor.
Ayrıca, Biden’ın yaşı ve sağlığı göz önüne alındığında ikinci dönem adaylığına olumlu bakanların sayısı yok denecek kadar az. Demokratlar genç ve dinamik bir aday arayışı içinde ve böyle bir ismi bulamadıkları takdirde Başkanlık seçimlerinde başarılı olmalarının çok zor olduğunu biliyorlar.
Bağımsız seçmenlerin seçim sonuçları üzerinde belli bir rol oynayabilecekleri söyleniyor. Bağımsızlar arasında hem Demokratlara hem Cumhuriyetçilere karşı olan seçmenler bulunuyor. Özellikle, bağımsız kadın seçmenlerin tercihlerinin belirleyici olabileceğine işaret ediliyor. Ancak, birçoğu demokrasinin elden gitmekte olduğuna inandığını söyleyen bahse konu bağımsız seçmenlerin sayısı ve oy kullanıp kullanmayacakları bilinmiyor. Sözü edilen bağımsız seçmenlerin katılım oranı yüksek olduğu takdirde, Kongre içindeki mevcut dengenin devam etmesini dahi sağlayabilecekleri vurgulanıyor.
Bu şartlar altında, ara seçim sonuçlarının ABD iç siyaseti ve ekonomisi açısından istikrar getireceğini söylemek pek mümkün değil.
Seçimlerden sonra ekonominin düzeleceği beklentisi içinde olan hemen hemen yok gibi. Hassas bir denge üzerinde giden siyasi istikrarın da zarar görmesi ihtimali hayli yüksek. Örneğin, halihazırda seçimi kaybettikleri takdirde sonuçları kabul etmeyeceklerini söyleyen 10’dan fazla aday olduğu belirtiliyor. Kısacası, seçim sonrasında Amerika iç siyasetinin kritik bir dönemece gireceği anlaşılıyor.
İkinci Clinton dönemi Amerika’nın altın yılları olarak hatırlanır. Obama’nın ikinci döneminde kaydedilen ekonomik başarı da daima takdir edilir.
Ancak, Başkan Biden’ın dönemi ile birlikte üçüncü dört yıllık Demokrat yönetimin Amerikan halkının zihninde olumlu anlamda kalıcı bir iz bırakması pek olası görünmüyor. “Reagan devrimi” olarak hatırlanan ve baba Bush ile devam eden Cumhuriyetçilerin parlak döneminin de çok geride kaldığını söylemek yanlış olmaz. Dolayısıyla, Amerikan halkının yakın gelecekte Cumhuriyetçi Partiden de büyük beklentisi bulunmuyor. Rejimin sigortası olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin hayli örselenmiş olduğu, adalet sisteminin şimdiye kadar görülmemiş boyutta siyasallaştığı, kutuplaşmanın önemli boyutlara ulaştığı, ırkçılığın adeta hortladığı ABD’deki belirsizlik ve huzursuzluk ortamı sadece Amerikan halkında değil, küresel anlamda ciddi bir tedirginliğe yol açıyor.
Ara seçimlerin ABD dış politikasında radikal değişikliklere yol açmayacağını düşünüyorum.
Aynı şeyi, Türk-Amerikan ilişkileri bakımından da söylemek mümkün. Zira, son zamanlarda Amerika’da Türkiye ile ilişkilere sahip çıkan siyasetçi neredeyse kalmadı. Aslında, sadece siyasetçi değil herhangi bir kurum da kalmadı. Kongre’nin hem Demokrat hem Cumhuriyetçi üyelerinin genel olarak Türkiye’ye karşı menfi bir tutum içinde oldukları görülüyor.
Bunun temel sebebi, geçen birkaç yıl zarfında ilişkilere hâkim olan güvensizlik havası. Dolayısıyla, ara seçimlerde Kongre’deki denge nasıl şekillenirse şekillensin, ABD ile ilişkilerimizde radikal bir değişiklik beklemediğimi söylemeliyim. Bu durum sadece Türkiye ile ilişkiler bakımından değil, ABD’nin diğer ülkelerle ilişkileri bakımından da geçerli olacaktır. Nitekim, Cumhuriyetçiler çoğunluğu ele geçirdikleri takdirde Temsilciler Meclisi Başkanı olması beklenen Kevin McCarthy “Bundan sonra Ukrayna için açık çek olmayacak” şeklinde açıklamalar yaparken, partinin önemli isimlerinden Mitch McConnell’ın tam tersi söylemlerde bulunduğunu görüyoruz.
Diğer taraftan, Türkiye karşıtlığı ile tanıdığımız Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Menendez’in yerini alması muhtemel Demokrat Senatör Jim Risch’in Türkiye’ye yönelik eleştirel söylemlerinin Menendez’den pek faklı olmadığı da biliniyor. Kısacası, Amerikan Kongresi ara seçimleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Türkiye, demokrasisini ihya yolunda anlamlı adımlar atmadıkça, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde herhangi bir değişikliğe yol açmayacaktır diye düşünüyorum.
Bu şartlar altında, bakalım Anand Giridharadas, “geleceğin kazanacağı” yolundaki öngörüsünde ne kadar haklı çıkacak.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…