CHP’nin 9 Eylül 1980’deki Anıtkabir yürüyüşünden bir gün önce Deniz Baykal’a bir telefon geldi. Bir baba, Baykal’dan o gece oğlunun Çeşme’deki düğününe katılmasını rica ediyordu. Durumu parti arkadaşlarıyla danıştı; “Gitmek zorundasınız” dediler. Akşam uçağıyla İzmir’e gitti, düğüne katıldı, döndü, Anıtkabir’deki törene zor yetişti.
Baykal üzerinde bu kadar hatırı olan babanın adı, Mehmet Aras idi. 12 Mart 1971 askeri darbesi ardından tanışmışlardı. 12 Mart’ta Baykal, Yassıada’daki Deniz Yedek Subay Okulu’nda askerlik görevindeydi. Hafta sonu Ankara’ya izinli gittiğinde şoke oldu. Eşi Olcay Hanım’ın Bahçelievler’de bir zemin katında en büyüğü altı yaşındaki Aslı olmak üzere iki küçük çocukla kaldığı evini gece yarısı askerler basmıştı. Bir albay ve beraberindekiler, Baykal’ın bütün yazışma, kitap ve evraklarına el koymuştu. İçinde bir şey var mı diye yataklar süngüyle delinmişti.
Baykal’ın notu düşürülüp sakıncalı notuyla İskenderun’a gönderilirken, notu düşürmeyi reddeden bir deniz yüzbaşısı Baykal’a yanaştı, elindeki banka cüzdanını gösterdi. “Bütün hesabım bu” dedi; “Sıkıntıdasınız. İstediğiniz kadarını kullanın, sonra ödersiniz.” Baykal o paraya dokunmadı, ama o yüzbaşıyı da unutmadı. İşte Baykal’dan zor bir anında hatır daveti yapan Mehmet Aras, o deniz yüzbaşısıydı.
Baykal 12 Eylül 1980’i Antalya’da karşıladı. Meclis kapatılmış, Başbakan Süleyman Demirel ve ana muhalefet CHP’nin başındaki Bülent Ecevit, gözaltına alınıp Hamzakoy’a götürülmüş, 30 kadar CHP milletvekili tutuklanmıştı. Baykal yüzünden her 80 kilometrede bir askeri barikatta durdurulup, telsiz emriyle bırakıldıkları uzun bir otobüs yolculuğuyla Ankara’ya geldi. Gözaltındaki milletvekili yakınlarına telefon edip moral vermeyi üstlenmişti.
Birkaç gün sonra CHP yönetiminden arkadaşı ve Ankara, Oran semtindeki komşusu Hikmet Çetin geldi. “Araba yıkıyordum” dedi, “Bir askeri cip durdu. İçinden bir teğmen çıktı. Baykal’a tebligat var, ama askerlerle gitmeyelim, ayıp olur dedi, benden rica etti. Seni saat 17.00’de Merkez Komutanlığı’nda istiyorlarmış”.
Partililer eve gelir, konvoy oluşturulur. Baykal, Turan Güneş’in otomobilindedir. Komutanlık nizamiyesinde Baykal elini bagajdaki valize atınca Güneş “Bırak onu” diye azarlar ve valizi kapıp taşırken, kapıda bekleyen albayı göstererek Baykal’a müthiş bir siyaset dersi verir: “Demek istiyorum ki, Baykal’ın valizini taşıyan, Kıbrıs Fatih’i Turan Güneş’tir. Onu göstermek istiyorum.”
“Bir ay sonra bıraktılar” diye anlatmıştı Baykal bir söyleşimizde; “Sonra CHP’yi yeniden kurmak istiyoruz diye yeniden tutukladılar, bu sefer de Zincirbozan’da dört ay geçirdik. Yıllarca siyasetten yasaklandık. Bunlar bizim yaşadıklarımız, çok daha ağır yaşayanlar, çok ağır darbe alanlar oldu.”
O çok ağır darbe alanlardan birisi CHP’de 12 Eylül’den önce birlikte siyaset yaptıkları kıdemli Kürt siyasetçi Ahmet Türk idi. Türk o meşum Diyarbakır cezaevinde işkencelerden geçirildikten sonra 1983’te serbest bırakıldığında Türk’ü Mardin’de Kasr-ı Kanco diye bilinen evinde ziyaretine gider.
Evin çatısında rakılar açılır, yıldızların altında acılı bir sohbet başlar. Bir söyleşimizde Ahmet Türk şöyle anlatmıştı: “Söz Diyarbakır cezaevine geldi. Ben anlattım, o dinledi. İkimiz de duygusallaştık, ağlama noktasına geldik yani. 12 Eylül’de yaşadıklarım anlatsam, siz de ağlarsınız. Her gün yalvarıyordum ‘Allah’ım al canımı, kurtulayım’ diye. Deniz bey dinledi ve dedi ki, “Bir daha siyasete, Meclis’e girersek, bunların hesabını soracağım.”
Baykal yeniden Meclis’e girdi. Türk’e verdiği sözü unutmadı; 1989’da SHP Genel Sekreteri olarak “Kürt Raporu” diye bilinen, “Güneydoğu Sorunlarına Bakış” raporunu yayınlattı. Sonra yollar ayrıldı. Kürt siyasetçiler SHP’den ayrılıp DTP’yi kurdu. Baykal CHP’yi kurdu ve “solu bölmekle” eleştirildi; kimse neden ilk anda SHP’nin CHP çatısına dönmediğini sorgulamadı.
2009’da yaptığımız o söyleşide Türk, AK Parti’nin başlattığı PKK ile dolaylı diyalogu kast ederek “Keşke yine Baykal’la rakı içebilsek” demişti.
2016’da Türk yine gözaltına alındı. Baykal Mardin’e gitti; Türk ile görüşmek istedi. Görüştürmediler. Konu Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a yansıdı. Oradan sorun çıkmadı ama yine görüştürmediler. Baykal telefonda “Anlaşılan Bakanın talimatını dahi önemsemeyen bazı mekanizmalar iş başında” demişti. Türk PKK’ya yardım gerekçesiyle tutuklanıp Silivri Cezaevine gönderilmişti.
Baykal o sırada artık CHP Genel Başkanı değildi. “Kaset kumpası” diye bilinen skandal nedeniyle 2010’da istifa etmek zorunda kalmış, yerine Kemal Kılıçdaroğlu seçilmişti.
Kaset Kumpası üç temel etken nedeniyle Fethullah Gülen örgütlenmesine ve o dönem onların önünü açıp tam işbirliğine giden (dönemin başbakanı, şimdi Cumhurbaşkanı) Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’sine bağlandı. Birisi Baykal’ın daha 2004’ten itibaren devlet içindeki, kendi koyduğu isimle “F-Tipi Örgütlenmeye” karşı savaş açmasıydı. İkincisi, Baykal’ın 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 367 oy meselesini Anayasa Mahkemesine taşıyarak Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını engelleme girişimi Genelkurmay tarafından yayınlanan e-muhtıraya karşı kesin tavır almamasıydı. Üçüncüsü ise 2008’de başlayan Ergenekon ve devamındaki dava serilerine karşı duruşu, bunları AK Parti ve Fethullahçıların ortak kumpası sayışıydı.
Ama bunlara özel hayatındaki duruşunun meydan verdiği algısı CHP’lilerin gözünde itibar kaybetmesine yol açmıştı ve parti kademelerinde sessizlikle geçiştirilmeye çalıştıysa, tabanda yankılandı. İşte o dönem, ta 2003’te Erdoğan’ın üzerindeki siyaset yasağının kaldırılıp partisinin başına geçmesine onay vermesi nedeniyle yapılan eleştiriler hatırlandı. Baykal, onu siyasi etik gereği yaptığını söylediyse de -kendileri de yasaklardan çekmiş olmalarına rağmen- CHP kitlesini buna ikna edememişti.
Ama sadece CHP değil, cumhuriyetçi, laik, demokrat camiayı Baykal’dan Baykal’ı da camiadan kopartan asıl dönüm noktası 2015’ti. Baykal’ın 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti TBMM çoğunluğu kaybetmişti. Baykal 10 Haziran’da Erdoğan ile -Beştepe’de konuşmamış olma adına- Dışişleri Bakanlığı konutunda bir görüşme yaptı. Bu görüşme CHP’liler ve söz ettiğimiz o camiada derin hayal kırıklığına yol açtı. Baykal, Erdoğan ile bugünlerde Kılıçdaroğlu’nun kullandığı deyim ile “hizalanıp” TBMM Başkanlığı pazarlığı mı yapıyordu? Siyaset çoğu zaman algı işidir ve algı buydu.
Baykal’ın 2017’de geçirdiği rahatsızlık ardından engelli kalması, sadece Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin eski liderlerine vefa adına Baykal’ı milletvekili seçtirmesi gibi gelişmeler Baykal’ın “camia” ile bağını daha da zayıflattı. Son dönemlerde kızı Aslı Baykal’ın CHP’den istifası ve CHP’ye karşı sert muhalefete başlaması da Baykal aleyhine hafıza kaydına alındı.
Baykal 11 Şubat’ta, Türkiye tarihinin en şiddetli deprem felaketiyle uğraşırken 85 yaşında Ankara’daki evinde, uykusunda vefat etti.
Arkasından yazılanların çoğu, yaşasaydı duymayı arzu edeceği övgü ve değerlendirmeler değildi. Mücadeleyle geçen bir ömrün ardından sadece son perdede yaşananlarla yargılanmayı hak etmiş miydi? Bunu da bize tarih gösterecek. Baykal, 2015 seçimleri ardından en yaşlı üye sıfatıyla TBMM geçici başkanlığı yapmış olması dolayısıyla devlet töreni yapılarak, devlet mezarlığında toprağa verilecek.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…