6 Şubat 2023’te 04:17 ve 13:24 saatlerinde meydana gelen iki deprem sonrası 10 ilimizde büyük bir afetle karşı karşıyayız. Kayıplarımız ve yaralılarımız her an artıyor. Binlerce binanın beton yığını altında hala canlarımız var. Acımız çok büyük.
Ve bu büyük acıyla kıvranırken, inşaat sektörünün içinden seslenmek istiyorum: BU DÜZEN DEĞİŞMEK ZORUNDA.
Sağlıklı bir binanın en önemli koşullarından biri de kuşkusuz “yapısal sağlığıdır”. Depremden depreme hatırlanan, bir süre sonra mevcut inşa düzenini sürdürmek isteyenlerin baskısıyla unutulan bu kavram yaşamsaldır, ihmalinin sonuçları ağırdır.
Bir yapının tüketiciye ulaşmasına kadar geçilen bir çok aşama vardır. Proje sürecinden başlayan ve onay sürecine uzanan bu süreçte, her binanın kendine özgü koşulları içinde titizlikle çalışmak gerekir.
İdeal proje sürecinde mimari, statik, mekanik, elektrik disiplinleri bir koordinasyon içerisinde çalışırlar. Zemin etüdleri yapılmış bir araziye, standartlara uygun, sağlıklı binalar inşa edilmesi için proje ve ihale dosyası üretirler.
Herkes proje mühendisi olamaz, olmamalıdır da. Büyük bir birikim ve teknolojiyi takip etmek ciddi bir çalışma gerektirir.
Mesleğe girdiğim yıllarda, tasarım firmalarının saygınlığı çok yüksekti. Binalara hangi proje mühendisince tasarlandığı ile referans verilirdi. Sonra her konuda olduğu gibi bu konuda da işin çivisi çıktı. Bazı ilişkiler ile alınan projeler için taşeronlar kullanılmaya başlandı. Yeni yeni proje şirketleri kuruldu.
Tecrübesiz mühendisler düşük bedellerle ikinci el olarak projeler yapmaya başladı. Çok da önemi yoktu zaten projelerin doğru olup olmadığının, onay işlemleri sorunsuz geçilebiliyordu.
Bilimi önceleyen proje firmalarıyla çalışılıp emeğinin karşılığı verilmek istenmiyordu. Çünkü ürettiğiniz bilgi, kağıt parçası olarak görülüyordu.
Kamu projelerinin bir çoğunda, müteahhitlere verilen işlerde, “projesini de sen yaptır” denmeye başlandı. Sözde proje ücretinden kurtulmaya çalışılıyordu. Ama müteahhit baskısı altındaki proje mühendislerinin bağımsızlığı ortadan kaldırılıyordu.
Tasarım süreci o kadar değersizleşmişti ki: Proje süreleri layıkıyla verilmiyordu. Hiç unutmam bir gün telefonum çaldı. Şehir hastanelerinden birisi için proje teklifi vermemiz isteniyordu. Ön bilgileri aldım, sonra proje süresini sordum. “2 ay” dedi telefondaki ses. “Siz alay mı ediyorsunuz?” diyerek telefonu kapattım.
Bir hastanenin projesi dikkatle çalışılmalıdır ve tasarım süreci en az 1 yıl sürer. Belki yeni yapılan hastanelerin neden yıkıldığına bir delil teşkil edebilir bu örneğim.
Deprem sonrası 1 yılda bütün binaların yeniden yapılacağını söyleyen hükümet yetkililerine de sormak lazım: projelerin hazırlanması için yeterli süre tanınmadan, denetimsiz binalar mı yapılacak bu 1 yılda?
Proje sürecini takiben, üretilen çalışmaların denetlenmesi ve yapım ruhsatının alınarak inşaat sürecine geçilmesi gerekir. 1999 öncesinde projeler, Belediyelerin yetkili mimar mühendisleri tarafından kontrol edilerek, onaylanıyordu. Bu sistemin sağlıksızlığı, suistimaller, onay süreçlerinde herkesin görevini layıkıyla yapmaması, siyasi baskılar, inşaat sektörünün rant odaklı büyümesi gibi nedenlerle 1999 depreminde çarpıcı bir şekilde ortaya çıktı.
1999 Marmara-Kocaeli Depremi 7.4 büyüklüğünde olmuş; 18.000 can kaybı, 48.000 yaralanma meydana gelmiş ve 6.000 bina çökmüştü.
Yurdumuz dünyanın en etkin deprem kuşaklarından birinin üzerindeydi. Geçmişte yurdumuzda birçok yıkıcı depremler olduğu gibi, gelecekte de sık sık oluşacak depremlerle eğer önlem alınmazsa büyük can ve mal kaybına uğrayacağımız bir gerçekti.
Ülke topraklarımızın yüzde 96’sının farklı oranlarda deprem riski taşıdığı, nüfusumuzun yüzxe 98’inin bu bölgelerde yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin yüzde 98’i ve barajlarımızın yüzde 93’ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmekteydi.
Kısacası; Ülkemiz her zaman deprem olasılığına açık bir toprak parçasının üzerinde bulunuyordu. Onun içindir ki “Depremle yaşamaya alışmalı” ve “Gerekli tedbirleri almalıydık”.
1999 Marmara Depreminden sonra, yapılaşma sürecindeki denetim yetersizliğini ortadan kaldırmak iddiasıyla yeni bir düzenlemeye gidildi. 2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun TBMM‘ne sunularak yasalaşması sağlandı.
Yürürlüğe girdiğinden bu güne kadar 4708 sayılı Yasa‘ya bir çok kez müdahale edildi.
4708 sayılı Yasa 2011 yılının başına kadar 19 ilde uygulanmışken, Bakanlar Kurulu Kararıyla 2011 yılının başından itibaren tüm ülke sathına yayıldı. Bu kanun, kapsama giren her türlü yapıyı yapı denetim kuruluşlarının denetimine tabi kılmaktaydı.
Yapının inşa edileceği arsa veya arazinin zemin ve temel raporları ile uygulama projelerini ve hesaplarını kontrol ederek ilgili idareye uygunluk görüşü bildirmek; yapının ruhsat ve ekleri ile mevzuata uygun olarak yapılmasını denetlemek; yapım işlerinde kullanılan malzemeler ile imalâtın proje, teknik şartname ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek; yapının ruhsat eki projelerine uygun olarak kısmen veya tamamen bitirildiğine dair ilgili idareye rapor vermek; zemin, malzeme ve imalâta ilişkin deneyleri şartname ve standartlara uygun olarak laboratuarlarda yaptırmak yapı denetim kuruluşlarının görevleri arasındaydı.
Yani bu firmalara yüklenen sorumluluk çok büyüktü ama bu firmalar bu sorumluluğa hazırlıklı mıydı? Kimler hemen bu yetkiyi almıştı ve almaya devam ediyor?
Yapı denetiminin, Anayasa’nın 128. maddesinde belirtildiği üzere, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülmesi gerekmekte iken 4708 sayılı Yasa ile devlet, bu asli ve sürekli hizmetini özelleştirme konusu yapmıştı.
Mesleki açıdan ise, her ne kadar yapı denetim kuruluşlarının ortakları mühendis ve mimar olmakla birlikte istihdam ettikleri mühendis ve mimarlar ile aralarındaki ilişki, sağlıklı bir zemine oturtulmamıştı.
Yasa, yapı denetim kuruluşunun alacağı ücreti belirlemiş iken, ki bu bedel, hizmet bedeline esas yapı yaklaşık maliyetinin yüzde 1,5’i kadardır, asıl sorumluluğu üstlenen yapı denetçisi mimar ve mühendislerin ücretleri piyasa koşullarına terk edilmişti.
Yapı Denetim Firmalarının bir çoğu bu bedellerin karşılığı olan hizmeti vermek yerine, sadece imza karşılığı ücret ödenen mimar ve mühendislerle iş yapmayı seçtiler.
Yapı denetim şirketleri, belediyedeki onay işlemlerinin prosedürlerini takip eden kuruluşlara dönüştüler.
Bu kadar büyük sorumluluk taşımalarına karşın, projeleri kontrol etme yetkinliğe sahip olmayan veya müteahhit firmalara sorun çıkarmayacak elemanları tercih etmeye başladılar.
Başlangıçta, bir çok inşaat firmasının kendi yapı denetim şirketini kurduğunu da not etmek gerekir.
Yapı denetim sisteminin diğer sorunu sistem bir bütün olarak ele alınmadığından kamu alımlarında, TOKİ ve kamu iştiraklerinde ayrı denetim süreçlerinin işletilmesidir.
Kamu alımlarında ve iştiraklerinde kamusal denetim; TOKİ‘de ise müşavir firmalar üzerinden denetim yürütülmektedir. TOKİ bugün ülkenin en büyük müteahhitlik firması haline gelmişken, yer seçiminden denetime kadar olan süreç ayrı işlemektedir.
Bu nedenle, başta TOKİ olmak üzere, büyük ölçekli kamu eliyle yapılan yapıların denetlenmesi de ayrı ve ciddi bir sorun olarak ortada durmaktadır.
Çünkü:
• Kamuya ait yapı ve tesisler, (isterlerse hizmet alma yoluna gidebiliyor)
• Tarım ve hayvancılık amaçlı (entegre tesis niteliği taşımayan) yapı ve tesisler,
• Köylerdeki 500 m²’nin altındaki konutlar, yapı denetim kanunun kapsamının dışında tutulmuştur.
Depremlerde en çok hasar gören ve yıkılan binaların kamu binaları ve köylerdeki binalar olduğu gerçeği gözönüne alınınca, bu yasa tasarısı ile depreme karşı önlem almanın ne kadar mümkün olabileceği ortaya çıkmaktadır.
Kanun, yapı denetim kuruluşlarını, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı, yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumlu kılmaktadır.
Bu sorumluluğun süresi; yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise iki yıldır.
Yapıda, yapı kullanma izni alındıktan sonra, ilgili idareden izin alınmadan yapılacak esaslı tadilattan doğacak yapı hasarından, izinsiz tadilat yapan sorumludur.
Bu bağlamda, 10 ilimizde yıkılan ve binlerce canımızı kaybetmemize ve yaralanmasına neden olan tüm sorumlular bir an önce belirlenmeli ve gereği yapılmalıdır.
Müteahhitlik ise sistemin büyük bir sorunu olarak varlığını sürdürmektedir. Yapı müteahhitlerinin tanımı, kriterleri ve sorumlulukları üzerindeki belirsizlik varlığını korumaktadır. Yapı müteahhitlerinin teknik kurumsallaşması ve kadrolaşmasını sağlayıcı mevzuat düzenlemeleri ihale mevzuatı ile uyumlaştırılmamıştır. Müteahhitlik tanımı ve yeterlilikleri belirlenmemiştir. Tabir yerinde ise herkes müteahhitlik yapabilmektedir.
Ülkemizde çıkarılan tüm imar afları; seçim dönemleri öncesinde, hem gelir hem de oy kaygısı ile gündeme getirilmiştir.
25 Ekim 2022’de TMMOB tarafından yapılan basın toplantısında dile getirilen veriler çok dikkat çekicidir:
“2018’de uygulamaya girmiş olan ‘İmar Barışı’ ile o tarihe kadar; 3 milyon 119 bin 947 kaçak ve imara aykırı yapı için 26 milyar 151 milyon 389 bin 263 TL yapı kayıt belge bedeli alınarak yurttaşlara riskli yapıları kullanma izni vermiş, mimarlık ve mühendislik hizmeti almamış, teknik olarak ne durumda olduğu bilinmeyen toplam 7 milyon 393 bin 413 bağımsız bölüme bu yasaya bağlı olarak belge düzenlenmiştir.”
İmar Affı ile kaçak yapılara yapı kayıt belgesi verilen illerin başında deprem riski altında olan İstanbul’un bulunduğu; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, kaçak ve imara aykırı olduğu belgelenen bu yapıların depreme dayanıklılıklarının denetlenmediğini itiraf etttiği ve sorumluluğu yapı sahiplerine bıraktığının da altı çizilmiştir.
Anayasa’nın 56. maddesinde belirtildiği gibi “Herkes, sağlam, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir”. Bu kapsamda, tüm yapıların farklılık gözetilmeden can ve mal güvenliğini teminen yüksek standartlarda yapılması ve bunun da denetiminin sağlanması gerekmektedir. O yüzden kamu binaları dahil tüm yapılar denetlenmelidir.
Mevcut tüm yapıların incelenmesi, yıkılması zorunlu olan yapıların yıktırılması, onarılacak yapıların ise onarım ve güçlendirme projelerinin hazırlanarak hayata geçirilmesi başta hükümet olmak üzere herkesin görevi olmalıdır.
Deprem olmadan önce Mühendis ve Mimarlarla tanışılmalı ve denetimin en iyi şekilde yapılması talep edilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, depreme karşı en etkili önlem; sağlam ve güvenli yapıların inşa edilmesidir, bu da bağımsız ve etkin bir DENETİM ile olur.
Uygulanmakta olan “4708 sayılı Yapı Denetim Kanunu”nun aksayan yönlerinin düzeltilebilmesi için, tüm tarafların görüşleri alınarak ivedilikle “KANUNİ DÜZENLEMELER” yapılmalıdır.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…