Deprem felaketi ülkenin üzerine karabasan gibi çöktü. Görülmemiş boyuttaki can ve mal kaybı herkesin yüreğini dağladı. Yaraların sarılmasından sorumlu kişi ve kurumların sergilediği ibret verici beceriksizlik acıların daha da artmasına yol açtı. Bazı gerçekler apaçık görünür hale geldi.
Deprem, “uzaya sert iniş yapacağız” şeklindeki içi boş söylemlerle ülke yönetmenin maliyetinin ne kadar ağır olduğunu bütün herkese gösterdi. Ülkenin mevcut devlet kapasitesinin üzerinde hedefler belirlemenin yanlışlığını ortaya koydu. Kurumların, liyakatin, ortak aklın ve bilimin önemini gözler önüne serdi. Devlet yönetiminde hukuktan, ahlaktan ve adaletten sapmanın nelere mal olacağının bir kez daha görülmesini sağladı.
Felaketin boyutunun hamasetle gizlenmesinin mümkün olmadığı gerçeği ile yüzleşmemize vesile oldu. Siyasi sorumluların bundan sonra gerçek kimliklerini eskisi gibi kolaylıkla gizleyemeyeceklerinin anlaşılmasını mümkün kıldı. İmar aflarının bedelinin canla ödendiğini gösterdi. Daha çok kâr uğruna yozlaşan inşaat sektörünün gerçek yüzünü ortaya çıkardı.
Böylesine devasa bir sorunla karşı karşıya kalmamıza yol açan yanlışlardan daha onlarcasını sıralamak mümkün. Fakat, bunun kronik hale gelme istidadı gösteren sorunlarımızın çözümüne bir faydası yok. Her şeyden evvel, olanlardan ders alınmadıkça, sorumlulardan hesap sorulmadıkça, “kader planı” gibi akla ve bilime sığmayan gerekçelerle hatalarımızı örtmeyi sürdürdükçe bugün içine düştüğümüz zafiyeti tekrar yaşamamızın kaçınılmaz olduğunu anlamamız gerekiyor. Depremden sonra geçen iki hafta zarfında ülkenin yönetiminden sorumlu siyasi kadronun haline, tavrına ve açıklamalarına bakıldığında, bu hususta gelecek için ümitli olmak maalesef zor görünüyor.
İktidarın, sadece yurt içinde kitlelere dayattığı gerçeklikten uzak, algı yönetimine dayalı siyaset anlayışı değil, dış ilişkilerde etkili bir şekilde kullandığı gerginlik politikası da deprem enkazının altında kaldı.
Ülke içindeki kutuplaştırma ve ötekileştirme yöntemlerinin, özellikle milliyetçi seçmen kitlesini konsolide etmek bakımından işe yaradığını gören iktidar, aynı uygulamayı dış politikaya da teşmil etmekten çekinmedi.
Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarının zarar göreceğini umursamadan var gücüyle dış düşman algısını pekiştirme gayreti içine girdi. Doğrusu, bunun için gereken ortam da zaten hazırdı. Zira, halkın zihninde “dış güçler” algısının oluşmasını ve günlük hayatta buna uygun bir nefret söyleminin yerleşmesini sağlayacak politikalar yıllardır uygulanmaktaydı.
Türkiye’ye karşı derin bir güvensizlik duygusunun oluşmasına ve başta geleneksel dostları ve müttefikleri olmak üzere birçok ülkeyle ilişkilerinin gerilmesine sebep olan iktidarın bu hatalı politikası 6 Şubat depremi ile ciddi bir darbe aldı. Halk nezdinde yaratılan “kötü yabancı” algısının altı tamamen boşaldı.
Türkiye’yi derinden sarsan depremlerin hemen ardından dünyanın dört bir yanından gelen onlarca yabancı arama ve kurtarma ekibi depremzedelerin yardımına koştu. Yabancı ekipler, tecrübeli elemanları ve çağın gereklerine uygun donanımları ile onlarca insanımızın hayatının kurtulmasını sağladı. Ayrıca, birçok yabancı ülke, hayatta kalanların sağlık dahil temel ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik kapsamlı yardımlarda bulundu. İlişkilerimizin hayli gergin ve sorunlu olduğu, ABD, İsrail, Yunanistan ve Ermenistan ekipleri yardım ve kurtarma faaliyetlerinde büyük özveri ile çalışarak, Türk halkının takdirini ve sempatisini kazandı.
Bütün bunlar, iktidarın ve destekçilerinin, uzunca bir süredir halka anlattığı; “Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen dış güçler” hikayesinin, gerçekle ilişkisi bulunmayan siyasi bir kurgudan ibaret olduğu ortaya çıkardı. “Dünyaya ayar veren Türkiye” söyleminin elle tutulur yanı olmadığını gösterdi. Yabancı düşmanlığını körüklemek amacıyla sosyal medyada bilinçli olarak sıkça gündeme getirilen akıl almaz komplo teorilerinin bütünüyle çökmesini sağladı. Kısacası, iktidar ve yandaşları için “takke düştü, kel göründü”.
Normal şartlar altında ciddi bir mahcubiyet yaşaması beklenecek iktidar mensupları, ele güne “düşman” olarak takdim ettikleri ülkelerin üst düzey siyasi yetkilileriyle sarmaş dolaş pozlar vermekten çekinmediler. Düştükleri bu tuhaf durumu eleştirenleri cezayla tehdit etmekten de geri kalmadılar.
Bundan sonraki yakın dönem içerisinde, “deprem diplomasinin” açtığı fırsat penceresinden yararlanılarak, Ermenistan, Yunanistan, Suriye gibi gerginlik yaşayageldiğimiz ülkelerle ilişkilerde bazı yumuşama adımları atılabilir. Ancak, bu adımların kalıcı sonuçlar vermesini ben pek olası görmüyorum. Zira, bugüne kadar uygulanan yanlış politikaların muhatap ülkelerde yarattığı güvensizlik çok derindir. Hayaller aleminde yaşayan iktidar, sebep olduğu güvensizliğin boyutlarını dahi kavrayabilmiş değildir.
Ayrıca, mevcut iktidar uluslararası muhatapları nezdinde inandırıcılığını tamamen yitirmiş durumdadır. Bu nedenle, deprem öncesinde zaten ciddi yönetim zafiyeti sergileyen iktidarın, deprem sonrası dönemi doğru şekilde yönetebileceği hususunda yabancı muhataplarını ikna etmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Diğer taraftan, küresel anlamda ciddi bir istikrarsızlığın hüküm sürdüğü günümüz şartlarında, yabancı ülkelerin ilgisinin uzun süre Türkiye’deki deprem felaketi üzerinde tutulması ihtimali oldukça zayıftır. Örneğin, Rus işgali sebebiyle Ukrayna’da yaşanan dramın, kısa vadede uluslararası gündemin ön sıralarına çıkmaya başlaması şaşırtıcı olmayacaktır.
Dolayısıyla, depremin yakın ve orta vadede Türkiye’nin dış politika yönelimlerinde olumlu ve anlamlı değişikliklere sebep olmasını beklemediğimi söylemeliyim.
İktidarın yurt içinde maruz kaldığı güvenilirlik ve inandırıcılık sorununun, kısa donemde yurt dışına nazaran çok daha ciddi sonuçları olacağını düşünüyorum. Halk henüz depremin şokunu üzerinden atabilmiş değildir. İnsanlarımız halen yakınlarını enkaz altından çıkarabilmek için uğraş vermektedir. Bir taraftan da geleceğe ilişkin beklentilerinin ağır yıkıntıya uğramış olmasından kaynaklanan travma ile baş etmeye çalışmaktadır.
Toz bulutu dağılmaya başladığında, gelişmelerin çok farklı bir dinamik kazanacağını ve fiziki depremin tetiklediği büyük bir siyasi deprem ile karşı karşıya kalacağımızı düşünüyorum. İşte bu siyasi depremin, Türkiye’nin doğru bir yönetime, temel hak ve özgürlüklere, hukuk ve adalete yeniden kavuşmasını sağlayabileceğine inanıyorum.
Deprem sayfası belli bir süre sonra kapanacaktır. Ancak, hurafeleri akıl ve bilime tercih etmeyi sürdürdüğümüz, hatalarımız ile yüzleşmeyi başaramadığımız ve sorumlulardan hesap sormadığımız takdirde acılarla dolu yeni bir sayfa açılması kaçınılmazdır.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…