Son günlerde Türkiye’de görülen anti-Semitizm vakaları kamuoyunda yankı uyandırdı. Büyük tepki çeken nefret vakalarından ilki Üsküdar Amerikan Lisesi ve Ulus Özel Musevi Lisesi öğrencileri arasında oynanan futbol müsabakasında yaşandı.
Ulus Özel Musevi Lisesi, Türk Yahudi Toplumu’nun lise düzeyinde eğitim veren ilk ve halihazırdaki tek okulu olma özelliği taşıyor. Üsküdar Amerikan Lisesi oyuncularının söz konusu müsabakada gol sevinçlerini “Nazi selamı” vererek kutladığı haberleri ne yazık ki hem Türk Yahudi Toplumu hem de Üsküdar Amerikan Lisesi tarafından doğrulandı. Üsküdar Amerikan Lisesi yönetimi, yaptığı kamuoyu açıklamasıyla özürlerini iletirken, Dostluk Futbol Ligi turnuvasından çekildiklerini, Millî Eğitim Bakanlığı disiplin yönetmeliği çerçevesinde konuyla ilgili gerekli soruşturmanın başlatıldığını ve cezaların verildiğini açıkladı. Lise yönetimi ayrıca anti-Semitizm konusunda sıfır tolerans politikası izlediklerini söyleyerek müdür, öğretmen ve öğrenci heyetiyle birlikte Ulus Musevi Özel Lisesi’ne bir ziyaret düzenlediklerini ve özürlerini ilettiklerini ifade etti.
Başka örnekler de ortaya çıktı
Olayın vahametine ilişkin tartışmalar sıcaklığını korurken bir başka eğitim kurumu olan Tarhan Koleji ortaokul öğrencilerinin 2022 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne yaptıkları gezi sırasında, müzenin merdivenlerinde toplu olarak Nazi selamı verdiklerine ilişkin bir haber Avlaremoz’da yayınlandı. Okul yönetimi, fotoğrafa dahil olan öğretmenlerin durumdan habersiz olduklarını söyledikleri ve yönetimce uyarıldıklarını açıkladı. Gezide bulunan tüm öğrenciler ve velileriyle birebir görüşülmüştü. Öğrencilerse yaptıkları hareketin anlamından habersiz olduklarını ve durumdan üzüntü duyduklarını söylemişlerdi.
Bu gelişmelerin üzerine Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) öncülük ettiği Diyarbakır’daki 2023 Nevruz kutlamaları sırasında Nazi çağrışımlı, siyah zemin üzerine “Kurden Nasyonalist” yazılı bayrak taşıyan bir şahsın Nazi selamı verdiği görüntüler internette yer buldu. Bu grubun ayrıca miting alanında bulunan Türkiye İşçi Partisi (TİP) destekçilerini darp eden ve LGBT temalı bayrakları yırtan grup olduğu belirtiliyor.
Söz konusu nefret olaylarını alt alta koyduğumuzda, Türkiye’deki genç nüfusta, artan bir anti-Semitizm etkisi olduğu açıkça görülüyor. Bambaşka sosyal ve ekonomik gruplardan gençlerin rol oynadığı bu üç hadise, nefret olaylarına ilişkin kaygıları artırırken, akla gelen ilk soru Türkiye’de anti-Semitizmin kökeni oluyor.
1492’den 1934’e Türkiye’de Yahudiler
Tarhan Koleji yetkilileri İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sorasında Almanya’daki Nazi iktidarının 6 milyon Yahudinin katledilmesinden, Holokost’tan mı söz ediyorlardı yoksa Türkiye’deki Yahudi düşmanlığından, anti-Semitizm akımlarından mı? Bu açık değil. Ama Türkiye’deki Yahudi varlığıyla da ilgisi açık.
İspanya’da Katolik Monarşisi’nin ilanından sonra İberya Yarımadası’nın köklü topluluğu olan Sefarad Yahudileri, 1492 yılındaki “Elhamra Kararnamesi” ile ülkeden sürgün edildi. Canlarını kurtarmak için topraklarından kopmak zorunda kalan yüzbinlerce Yahudi’den bir kısmı Kuzey Afrika coğrafyasına, bir kısmı Hollanda, İngiltere’ye göçerken, büyük bir kısmı ise Sultan II. Bayezid’in daveti ve yolladığı donanmayla Osmanlı topraklarına göç ettiler.
Yoğunlukla Selanik, Trakya ve İzmir’e yerleşen Yahudiler; varlıkları, kültürleri ve her alandaki çalışkanlıkları ile Osmanlı coğrafyasında derin izler bıraktılar. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım başta olmak üzere imparatorluğun dağılma sürecinden Türkler kadar etkilenen Yahudiler, Millî Mücadele dönemine büyük destek vererek, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu büyük sevinçle karşıladılar. 1924 Anayasası’yla birlikte kanun önünde her açıdan eşit statüye kavuştular.
Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yılları
Mustafa Kemal Atatürk’ün genç Türk Cumhuriyeti, Seferadların yanı sıra Doğu Avrupa Yahudileri (Aşkenaziler) için de Avrupa’da yükselmekte olan anti-Semitizm ve ırkçılık fırtınasından kurtulacak bir sığınak oldu. 1933 yılında Almanya’da Adolf Hitler’in başında olduğu Nazilerin iktidara gelmesiyle ve Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim, kültür, sağlık gibi alanlardaki hızlanan reformları aynı döneme tesadüf etti.
Nazilerin yönetimi ele almasıyla birlikte sonu Holokost’a (Yahudi Soykırımı) varacak olan insanlık utancı suçların ilk adımları görülmeye başlandı. Nazi yönetiminin Almanya’daki yoğun anti-Semitizm dalgası altında Yahudiler, ırkçılık ve ayrımcılık nedeniyle üniversiteler ve kamu kurumlarından uzaklaştırıldılar. Bu dönemde Almanya’dan İsviçre’ye sığınan bir grup Yahudi akademisyen, birbirlerine destek olabilmek amacıyla küçük bir dernek kurdular. 1932 yılında Atatürk’ün davetiyle Türkiye’deki üniversite reformunun başına getirilen Profesör Albert Malche, Türk hükümetini söz konusu dernekten haberdar etti.
Malche’nin aracı olmasıyla birlikte ilk etapta 30 Yahudi akademisyen Türk üniversitelerinde istihdam edilirken, 1933-1939 yılları arasında aralarında sanatçılar, özel sektör çalışanları, akademisyenler ve idarecilerin de bulunduğu yaklaşık 600 Yahudi, Ankara’nın davetiyle Türkiye’ye yerleşti. Nazi Almanya’sının zulüm ve eziyetleri nedeniyle Türkiye’ye yerleşen Yahudiler, üniversitelerin ayağa kaldırılmasından, sağlık ve kültür reformlarına kadar pek çok alanda genç cumhuriyete büyük katkı ve hizmetler verdiler.
1934 Trakya Pogromu
Bu gelişmelerle birlikte Türkler ve Yahudiler arasında tazelenen tarihsel dostluk ile bağlara rağmen 1934 yılında yaşanan olaylar yaklaşan tehlike hakkında büyük bir uyarıcıydı.
21 Haziran ila 4 Temmuz tarihleri arasında Edirne, Çanakkale, Tekirdağ ve Kırklareli’ndeki Yahudi nüfusa karşı yaygın şiddet eylemleri, yağma, tecavüzler yaşandı. Güvenlik güçleri olayları önlemekte yetersiz kaldı.
Resmî tarihte “Trakya Olayları” diye anılan 1934 Trakya Pogromu (Rusça’da “kırım”) anti-Semitizmin, Türkiye ve Türk halkına ithal edilmeye çalışıldığı ilk hadise olarak değerlendirilmelidir.
Olayların kışkırtılmasında iki yazarın rolü söz konusu oldu. Bu isimlerden ilki Cevat Rifat Atilhan’dı. Türkiye’deki Yahudi Cemaati’nin tarihi ile ilgili pek çok yayımlanmış eseri bulunan araştırmacı yazar Rıfat N. Bali’nin “Musa’nın Evlatları Cumhuriyet’in Yurttaşları” * isimli eserinde ortaya koyduğu gibi, 1945 öncesi dönemde pan-Türkist sonrasında ise İslamcı görüşleriyle ön plana çıkan Atilhan’ın düzenli olarak Yahudi düşmanı ve ırkçı yazılar yayınlandığı “Milli İnkılap” dergisindeki yazılarıydı. Diğer isim de “Orhun” dergisini çıkaran ve Nazilerin savaşı kaybedeceğinin belli olduğu 1944 yılında açılan Turancılık Davasında (genç subay Alparslan Türkeş ve arkadaşlarıyla birlikte) yargılanacak ve dış politikadaki gelişmelerden dolayı İsmet İnönü hükümetinin hışmına uğrayacak olan Nihal Atsız idi.
Atsız o sırada Edirne’de öğretmendi, yerel Paşaeli gazetesinin yanı sıra Milli Türk Talebe Birliği’nin “Birlik” dergisindeki Yahudi nefreti içerikli yazıları yayınlanmıştı.
“Furtuna” olarak da bilinen Trakya pogromu sonucunda 13 bin ile 15 bin arasındaki Yahudinin Trakya’yı ve bir bölümünün de Türkiye’yi terk ettiği tahmin ediliyor. Bu, savaş sırasında, 1941’de hükümetin koyduğu Varlık Vergisi nedeniyle hızlanan Yahudi göçünün ilk habercisi olacaktı.
Atilhan, anti-Semitizm ve Nazi bağlantıları
Trakya Pogromundan yalnızca bir yıl önce 1933 yılında Cevat Rifat Atilhan’ın, Almanya’ya yaptığı seyahat oldukça dikkat çekicidir.
Araştırmacı yazar Rıfat N. Bali’nin “Yaşam Öyküsü, Yayımları ve Düşünce Dünyası ile Cevat Rıfat Atilhan” isimli çalışmasında belirttiği gibi,** Atilhan söz konusu seyahatte, Nazilerin başta gelen demagoglarından ve yayın politikası tamamen anti-Semitizm üzerine kurulu durumdaki “Der Stürmer” gazetesinin sahibi olan Julius Streicher’ın davetlisiydi. Streicher bu dönemde Nazi ideolojisine uygun anti-Semitist uluslararası bir dalga oluşturabilmek adına Avrupa’nın dört bir yanından kendine ortaklar aramaktaydı. Uygun gördüğü ortaklardan biri de Atilhan’dı. Der Stürmer gazetesi ise zaman içerisinde Nazi propaganda çarkının en önemli dişlilerinden biri haline gelecek ve sahibi olan Streicher’ı ise multi milyoner bir zengin haline getirecektir.
Malche’nin aracı olmasıyla birlikte ilk etapta 30 Yahudi akademisyen Türk üniversitelerinde istihdam edilirken, 1933-1939 yılları arasında aralarında sanatçılar, özel sektör çalışanları, akademisyenler ve idarecilerin de bulunduğu yaklaşık 600 Yahudi, Ankara’nın davetiyle Türkiye’ye yerleşti. Nazi Almanya’sının zulüm ve eziyetleri nedeniyle Türkiye’ye yerleşen Yahudiler, üniversitelerin ayağa kaldırılmasından, sağlık ve kültür reformlarına kadar pek çok alanda genç cumhuriyete büyük katkı ve hizmetler verdiler.
Dünden bugüne
Atilhan’ın Nazi Almanyası’ndan bavulla getirdiği yayınlarla anti-Semitist propagandaya giriştiği anlaşılıyor. Ancak Trakya Pogromundaki rolünden yetkilierin çekindiği anlaşılıyor. Atilhan’ın 1936 basımı “Dünya Nazarında Yahudilik ve Masonluk” kitabı ve 1937 yılında “İğneli Fıçı” broşürü toplatılıyor, kendisine de dava açılıyor.
Türkiye’de Yahudi düşmanlığının tırmandığı dönemlerden biri de İkinci Dünya Savaşı devam ederken 1941’de konulan Varlık Vergisi uygulaması sırasındadır. Hedef sadece Yahudiler değil, bütün dini azınlıklar olmuştu ama kamuoyunda hedef yapılanlar daha çok Yahudilerdi.
Burada “İğneli Fıçı”ya özel bir parantez açmak gerekiyor. Yahudi karşıtlığının yoğunlaştığı Orta Çağ ve Rönesans Avrupası’nın bu en eski anti-Semitik uydurmasına göre, Yahudi hahamlar kaçırdıkları Hıristiyan çocukları içi iğne dolu fıçılarda yuvarlıyor, sonra da fıçının dibine koydukları musluktan kanlarını içiyorlardı. Bu nefret uydurması Naziler tarafından kasten tekrar dolaşıma sokulmuştu. Atilhan bu broşürde Nazi toplama kamplarındaki baskı, zulüm ve kırımı da reddediyordu; bunlar Yahudi uydurmasıydı.
İğneli Fıçı uydurmasının günümüz Türkiye’sinde bazı siyasi İslamcı yayınlar tarafından gündemde tutulması dikkat çekicidir. Atilhan’ın anti-Semitizm propaganda yayınları, 1950’lerden itibaren başta siyasi İslamcılar olmak üzere Türk siyasetini de etkiledi.
Nazizm ve ırkçılığa karşı eğitim şart
Gençlerimizde bilinçsizce yükseldiği gözlemlenen anti-Semitizme ve her türden nefrete karşı hep birlikte karşı koymamız gerekiyor.
Birbirinden farklı sosyal, ekonomik ve siyasal arka plandan gençleri zehirleyen bu nefretin yayılmasıyla mücadele için ortaokul ve lise müfredatlarında yapılacak değişiklikle, Nazi ideolojisinin çirkinliği ve Holokost’un yol açtığı acılar hakkında öğrencilerimizi bilinçlendirmeye başlayabiliriz.
Türkler ve Yahudilerin tarihsel köklere ve derinliğe sahip bağlarını onlara daha iyi anlatmalıyız. 1993 yılında Almanya’nın Solingen şehrinde neo-nazilerin kundaklama terörü sonrasında hayatını kaybeden Türklerin içimizdeki yasını da gençlerimize ırkçılığın ve nefretin nelere yol açtığını göstermek açısından tekrar tekrar hatırlatmalıyız.
NOTLAR:
* Bu yazı, 17 Temmuz tarihinde, yazar Rıfat N. Bali’nin temsilcileri tarafından YetkinReport’a iletilen ve yazıda Bali’nin eserinden şehven veya başka sebeplerle kaynak gösterilmeksizin alıntı yapıldığını belirten uyarının ardından değiştirilmiş; işaretli cümleye Bali’nin ilgili araştırmalarına atıfta bulunulmuştur.
**Bu yazı, 17 Temmuz tarihinde, yazar Rıfat N. Bali’nin temsilcileri tarafından YetkinReport’a iletilen ve yazıda Bali’nin eserinden şehven veya başka sebeplerle kaynak gösterilmeksizin alıntı yapıldığını belirten uyarının ardından değiştirilmiş; işaretli cümleye Bali’nin ilgili araştırmalarına atıfta bulunulmuştur.
***Bu yazı, 17 Temmuz tarihinde, yazar Rıfat N. Bali’nin temsilcileri tarafından YetkinReport’a iletilen ve yazıda Bali’nin eserinden şehven veya başka sebeplerle kaynak gösterilmeksizin alıntı yapıldığını belirten uyarının ardından değiştirilmiş; işaretli cümleye Bali’nin ilgili araştırmalarına atıfta bulunulmuştur.
**** YetkinReport editöryel hatayı kabul eder ve özür diler.