Seçim sonrasında döviz kurunun nasıl gelişebileceği giderek daha fazla tartışılıyor. Son haftalarda yabancı finans kuruluşlarının analizlerini içeren haberler basında yer aldı. 14 Mayıs seçimlerinde Cumhur İttifakı kazanırsa ne olabilir, Millet İttifakı kazanırsa ne olabilir? Gelin, bu sorunun peşine takılalım.
Öncelikle ve de ağırlıklı olarak Millet İttifakının her iki seçimi de kazanacağı senaryoda döviz kurunun nasıl gelişebileceğini ele almak istiyorum. Bunun temel nedeni, bu ittifakın kamuoyuna açıkladığı çok ayrıntılı bir ekonomi raporunun mevcut olması. Oysa seçimi kazanma ihtimali bulunan diğer ittifakın, yani Cumhur İttifakının açıkladığı bir program yok. Onun yerine, program hazırlamak için Mehmet Şimşek’in davet edildiği yönünde haberler var.
Millet İttifakı’nın ekonomi programı bize makule dönüşü vaat ediyor. ‘Makule dönüş’ten ne anladığımı daha önce yazmıştım.
Makule dönüşün üç ayağı var:
Para, maliye ve finansal istikrar politikaları normalleşecek. TCMB enflasyona odaklanacak. Hazinenin gelir ve borç garantileri gözden geçirilecek ve azaltılmaya çalışılacak. Vatandaşlarımızdan döviz cinsi borçlanmaya son verilecek. Şatafatlı projeler rafa kaldırılacak ve öncelik deprem harcamalarına verilecek. Vergi kayıpları azaltılacak. BDDK, bankacılık sektörünün röntgenini çekecek ve sonuçlarını şeffaf biçimde açıklayacak. Bu çerçevede, özellikle banka bilançolarının, faiz artışına karşı ne ölçüde hassas olduklarının değerlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca hem TCMB hem de BDDK özellikle Eylül 2021’den bu yana aldıkları ve banka bilançoları ile şirket bilançolarını bozma potansiyeli taşıyan bir dizi kararı yürürlükten kaldıracaklar.
TCMB’nin politik açıdan bağımsızlığı yeniden sağlanacak. BDDK ve Rekabet Kurumu gibi kurumlar için de benzer düzenlemeler düşünülmesi gerekiyor. Yayınlanan istatistiklere güven duyulmasını sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç var. Kamu kesiminin ‘düşünce kurumu’ niteliğinde, mülga DPT’nin yerini alacak bir kuruma ihtiyaç var. Arazi rantının vergilendirilmesi, ihale yasasının sil baştan yeniden yazılması gibi adımlar atılmalı.
Öncelikle bağımsız, adil ve hızlı çalışan bir yargı sistemi kurulması gerekiyor. Güçlü sendikalar, güçlü bir sosyal güvenlik sistemi, depreme dayanıklı binaların inşa edilmesini sağlayacak bir kurumsal yapı, müsteşarlıkların yeniden oluşturulması, liyakate dayalı atamalar bunlar arasında.
Şimdi soru şu: Böyle bir ekonomi programı uygulanması halinde döviz kuru nasıl hareket edebilir?
Soruyu yanıtlamadan önce bir uyarı yapayım. İktisat kuramının en çok ‘çuvalladığı’ alanların başında döviz kurunun nasıl belirlendiğini açıklamak ve dolayısıyla da onun hakkında ileriye yönelik tahmin yapılmasına yarayacak modeller oluşturmak geliyor. Bu çerçevede, döviz kurunun ileride ne gibi değerler alabileceği hakkında ahkâm kesmek benim işim değil; bu konuda atıp tutanları anlamakta zorluk çektiğimi söylemeliyim. Ancak, koşullara bağlı olarak döviz kurunun eğilimini tartışmakta bir sakınca yok. Ben de öyle yapacağım.
Seçimden sonra hemen işbaşına gelinmeyeceği ortada; bir süre geçecek. O süre içinde döviz kurunda ne olacağı biraz karışık. Ama şöyle düşünelim. Küresel finansal piyasalarda büyük bir gerginlik olmasın. Makule dönüş programı uygulanmaya başlandıktan bir süre sonra, programın kesintisiz biçimde devam ettirileceğine güvenilmesi halinde, Türkiye’nin risk priminde belirgin bir düşüş gözlenmeye başlanır. Ekonomiye duyulan güven artar.
O koşullar altında döviz kurundaki ana eğilim reel değerlenme yönünde olur. Yani, dolar kurundaki artış eğilimi, yurtiçi enflasyon oranı ile yabancı enflasyon oranları arasındaki farktan daha düşük olur. Ekonomi yönetiminin temel sorunlarından biri, bu reel değerlenme eğilimine –bir ölçünün dışında- nasıl set çekileceği haline gelir.
Çok da ileride olmayacak bir tarihte liranın ana eğilimi reel olarak değerlenme yönünde olacaksa, neden o ‘ilerideki tarihten’ birkaç ay (kim bilir belki de birkaç hafta) önce dolar kuru belirgin biçimde artsın? O dövizleri alanlar –özellikle dış ticaret için günlük ihtiyaçlarını karşılamaya çalışanlar dışında kalanlar, neden ileride önemli bir kaybı göze alsınlar? Yine de yeni ekonomi programı uygulanmaya başlayana kadar döviz kurunda bir miktar oynaklık beklemek gerekir.
Şimdi, ana eğilimin reel değerlenme olacağı savımın temel nedenini biraz açayım. Türkiye ekonomisi büyük bir ekonomi. Böyle bir ekonomide, makroekonomik dengeleri yerli yerine oturtan güvenilir bir ekonomi programının uygulanması demek, Türkiye’ye önemli miktarda yabancı sermaye akması (Türkiye tahvillerini ve hisse senetlerini almak, yeni tesis kurmak, şirket satın almak, kredi vermek gibi), farklı bir ifadeyle, döviz arzının belirgin biçimde artması demek. Aynı koşullarda özellikle yerleşiklerin portföylerinde döviz cinsi mali varlık tutmak isteklerinin, yani döviz talebinin de azalacağını düşünün. İkisi de liraya değerlenme baskısı oluşturur.
Elbette şu soru hemen akla gelebilir: Peki onca dış ticaret açığı ve cari açık ne olacak? Soruyu yanıtlamak zor değil. Birkaç hususa dikkat: Birincisi, günümüzde döviz arz ve talebini etkileyen temel unsur sermaye hareketleri, dış ticaret değil. Tüm dünyanın bir yıllık ticaret hacminden doğan döviz hareketleri, neredeyse sadece bir günde sermaye hareketlerince yaratılıyor. İkincisi, son on iki ayda 25 milyar dolarlık altın ithalatı yaptık. Ekonomide makule dönüş halinde, altın ithalatının arkasındaki temel nedenler ortadan kalkacak; çarpıcı bir düşüş gerçekleşecek. Üçüncüsü, geçmişte Türkiye yüksek miktarda cari açık verirken bile liranın reel olarak değerlenme baskısı altında kaldığı çok dönem var.
Bir itiraz da şu olabilir: Son zamanlarda kurdaki artış enflasyonun altında kaldı (lira reel olarak değerlendi). Üstelik gerçek enflasyonun daha yüksek olduğu yönünde şüpheler var. Bu nedenlerle seçimden sonra dolar kuru sıçramaz mı? İşin içine enflasyon girince, hemen dönüp reel kura bakmak gerekiyor. O ölçüt, yurtiçi enflasyon ile yurtdışı enflasyon arasındaki farkı dikkate alıyor çünkü.
Resmi tüketici ya da ondan daha yüksek olan resmi üretici enflasyonuna göre, son zamanlarda kurda gözlenen düşük artışa karşın, hala lira oldukça değersiz bölgede. İstanbul Ticaret Odası’nın ölçtüğü ve daha yüksek olan enflasyona göre de durum böyle. ENAG enflasyonu ile durum farklı olabilir ama onun ne ölçüde gerçeği yansıttığını bilmiyoruz. Üstelik eski yıllara gitmiyor.
Oysa bir paranın reel olarak değerli olup olmadığını sağlıklı değerlendirebilmek için uzunca bir süreyi ele almak gerekiyor.
Bir diğer önemli nokta da şu: Değil ama diyelim ki lira reel olarak değerli. Bu illa önümüzdeki dönemde kurun enflasyondan daha fazla artacağı anlamına gelmiyor. Zira kurun ana belirleyicisi, az önce de belirttim, sermaye hareketleri. Yağmurdan boşanmış gibi döviz girerse ülkeye, lira reel olarak değerli olsa bile daha da değerlenir.
Bir başka olası itiraz: “Ekonomi programında makule dönüşü vaat eden ittifak, bu vaadini tutmazsa ya da ara sıra şiddetli tartışmalar yaşanırsa, döviz kuru sıçrar.” Vaadini tutmazsa kısmını geçiyorum; çünkü yukarıda belirttiklerim o vaadin tutulması halinde geçerli. Peki, ara sıra program hakkında tartışmalar yaşanırsa? Tekrar açıklanan programa dönülüp dönülmeyeceği önemli. Program devam ettirilecekse, o tartışmalar ana eğilimden geçici sapmalar yaratır; eninde sonunda ana eğilim ağır basar.
Şu da söylenebilir: Büyük merkez bankaları faiz artırıyorlar. Neden Türkiye bu koşullarda özellikle tahvil ve hisse senedi almak isteyen yabacılar için çekici olsun? Ayrıca, ABD’de finans sektöründe sorunlar yaşanıyor. Bu sorunlar büyürse? Büyük merkez bankaları faiz artırma sürecinin sonuna gelmek üzereler. Dış faizlerdeki artış sınırlı olacak bundan sonra. Bizim döviz cinsinden borçlanma faizimize belirleyen iki unsur var: Riskimiz ve yabancı faizler. İlkindeki düşüş, ikincisindeki artıştan daha fazla olacaktır. Finans sektöründeki sorunlar yaygınlaşırsa durum farklı elbette. Yukarıda o nedenle belirttim; reel değerlenme ana eğilimi, büyük küresel finansal sıkıntılar çıkmaması halinde geçerli.
Ya Mart 2024 sonundaki yerel seçimler? Bu sorunun arkasında ‘açı reçete’ takıntısı yatıyor. Enflasyonu düşürecek bir programın büyümeyi düşüreceği ve işsizliği artıracağı algısı var; acı reçeteden kastedilen bu. Oysa yüksek enflasyonlu ülkelerde, makro dengeleri yerli yerine oturtan ve dolayısıyla, riski düşürüp belirsizliği azaltan bir program asla ‘acı reçete’ anlamına gelmiyor. Tam tersine büyüme dostu bir program oluyor.
Yerel seçimler yaklaşıyor diye neden büyüme dostu bir programdan vaz geçilsin?
Peki, iki seçimi de Cumhur İttifakı kazanırsa? Bu ittifakın açıkladığı bir ekonomi programı olmadığına göre bazı senaryolar oluşturayım.
C1 senaryosu: Şu anda nasıl bir ekonomi programı uygulanıyorsa yola öyle devam edilmeye çalışılsın. Mevcut ekonomi programı sürdürülebilir bir program değil. Dolayısıyla, kuru uzun süre baskı altında tutmak mümkün değil. Eninde sonunda patlar.
C2 senaryosu: Kısmen makule dönülsün. Kısmen, çünkü makule dönüş programının üçüncü ayağında saydığım adımlar -özellikle yargıya ilişki olanlar, atılmayacaktır. Diğer iki ayağa ilişkin kararlar alınsa bile, bu kararların ne süre devam edeceği hakkında soru işaretleri olacaktır. O koşullar altında liranın ana eğiliminin değerlenme yönünde olmayacağı açık. Ayrıca oldukça oynak bir kur gözlenebilir.
C3 senaryosu: Sermaye hareketleri tümüyle yasaklansın. Çoğu fiyat, faiz, kur merkezden belirlensin. İyi düşünülerek ve planlanarak yapılırsa farklı, şimdiki gibi bugün bir karar, yarın o kararın sakıncalarını gidermek için üç karar, bir hafta sonra dokuz yeni karar şeklinde olursa farklı. İlkinde ekonomi nasıl şekillenir bilmiyorum. İkincisi ise yine sürdürülebilir değil.
Elbette bir diğer olasılık daha var. Şu: Cumhurbaşkanlığını bir ittifakın, Meclis’i ise diğer ittifakın kazanması. Ekonomik etkileri bir tarafın diğer tarafı ne ölçüde bloke edebileceğine, edebilirse de edip etmeyeceğine bağlı.
Bu çok fazla belirsizlik içeren bir senaryo; Cumhurbaşkanlığı ve Meclis ayrı ellerde olursa döviz kurunda hep birden yükselme eğilimi ve aşırı oynaklık mümkün.
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…