AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan üçüncü defa cumhurbaşkanı seçildi. 28 Mayıs’ta seçimin ilk defa yapılan ikinci turunda Erdoğan oyların yüzde 52,14’ünü alırken, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 47,84’te kaldı. Küsurat sonuçlar kesinleştikçe değişecektir ama Erdoğan kazandı.
Erdoğan’ın üçüncü defa aday olmaması gerekiyordu; oldu. Devlet imkânlarını AK Parti seçim kampanyasında kullanmaması gerekiyordu; sonuna dek kullandı. Rakibinin propaganda kampanyasını engellememesi gerekiyordu; engelledi. Seçimin serbest olması yetmiyordu, adil koşullarda yapılması gerekiyordu; yapılmadı. Ama rakipleri bu koşullara rağmen Erdoğan’ı alt edebilecekleri inancıyla seçime girdiler. Erdoğan iktidarda olmasının bütün avantajlarını demokratik Anayasal ve yasal sınırları da ihlal etmekten çekinmeyerek kullandı ve kazandı.
İktidar değişmedi. Ama Erdoğan’ın stratejik ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de seçimi kazanma konuşmasında, sonuna “İnşallah Türkiye değişmez” ifadesini ekleyerek söylediği üzere “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir”.
Erdoğan kazandı ama artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı daha kendisi -şimdiye kadarki en sert- balkon konuşmasını yapmadan önce ortağı tarafından ilan edildi.
İktidar ortağı olmasaydı belki de 7 Haziran 2015 seçim gecesi yaptığı gibi “Bu seçim olmadı, yenisine bakalım” diyecekti. Bu bakış bir başka Türk milliyetçisi, Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın Erdoğan’ın “Pirus Zaferi” kazandığını söylemesiyle paraleldi.
27 milyon küsur seçmen Erdoğan’ın devam etmesini isterken 25 milyon küsur seçmen gitmesini istemiştir ama “kalsın” diyenlerin önemli bir kısmı her şeyin yolunda gittiği inancıyla değil, özellikle ekonomideki kötü gidişi yine Erdoğan’ın düzelteceği inancıyla ona oy verdi. Seçmenin bölünmesi ideolojik ve sosyolojik değil, tamamen siyasidir; Türk milliyetçisi ve Kürt seçmenler her iki safta da önemli rol oynadı. Keza hem Erdoğan hem Kılıçdaroğlu destekçileri arasında her ekonomik sınıf ve katmandan seçmen vardı.
Erdoğan kazandı ama yönetmesi artık daha da zorlaşacak.
En zor ve acil sorun, kendisinin de söylediği üzere ekonomik krizden çıkış.
Ekonomik krizden çıkışta Erdoğan’ın önündeki açmazlar arasında, hızla uygulanmasına ihtiyaç duyulan kemer sıkma politikalarını 10 ay sonra yapılacak yerel seçimler nedeniyle uygulayamayacak olması gerekiyor. Bir yandan döviz kuru, faiz ve enflasyon üçgeni, diğer yandan seçim ekonomisini bir şekilde sürdürmek için gerekli kaynaklar Körfez ülkeleri ve Rusya’dan gelen destekle ne kadar bulunabilir? Bunu göreceğiz.
Hem İstanbul’da evinin önünde hem de Ankara’da Cumhurbaşkanlığı önünde yaptığı konuşmalarda hedefi Mart 2024 yerel seçimi olarak belirlemesi boşuna değil. Erdoğan kazandı ama özellikle İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini CHP’nin elinden alamazsa işinin daha da zorlaşacağını biliyor. O nedenle her iki konuşmasında da Kılıçdaroğlu’nu CHP içinde en zayıf gördüğü yerinden vurmaya odaklandı. Yani Millet İttifakında yer alıp Kılıçdaroğlu’na verebilecekleri katkının çok üzerinde milletvekilliğini CHP listesinden alan partilerin varlığından.
Dün akşam istifa etmeyeceğini, mücadeleye devam edeceğini söyledi ama bir yandan CHP içindeki tepkilerle başa çıkmak zorunda; neticede Kurultay sonsuza dek ertelenemez. Diğer yandan Mart 2024’te İstanbul ve Ankara başta olmak üzere önemli büyükşehir belediyelerini kaybetmemek zorunda. Bunu sadece CHP oylarıyla yapması mümkün değil; o halde ittifaklar siyasetini sürdürmek zorunda. Ama nasıl ve kimlerle? Kılıçdaroğlu’nun işi daha da zorlaşacak. Nitekim stratejik ortağı İYİ Parti lideri Meral Akşener seçim sonrası konuşmasında “Kılıçdaroğlu istedi, destekledik” diyerek ittifak içi ilk hamlesini yenilgiden sorumlu tutarak yaptı.
Erdoğan iç politikada her bakımdan sertleşeceğinin işaretlerini verdi. Bu terörle mücadeleden sivil toplumun alanını daraltmaya dek her alan için geçerli. Neticede Erdoğan kazandı, bunu -doğal olarak- politikalarına verilen açık destek olarak yorumluyor ve bunu da en çok üç bakanın çalışmasıyla elde ettiğinin farkında. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ.
Demirel’in “Boş tencerenin devirmeyeceği iktidar yoktur” sözünü geçersiz kılacak şekilde güvenlik konusunu ekonominin de önüne çıkarmasında onların payı büyük oldu. Soylu ve Akar’ın yeni kabinede de yerlerini koruma ihtimali var; göreceğiz.
Erdoğan’ın konuşmasında dünya liderlerinden gelen mesajlara özel yer vermesi, dış politikada da aynı çizgiyi sürdüreceği anlamına geliyor. Dün gece gelen kutlama mesajları arasında Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’den ve ABD’de yıldızı tekrar parlamaya başlayan Donald Trump’tan gelenler dikkat çekici. Bir de Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah Sisi’yi saymak gerekiyor.
Erdoğan’ın kazanması küresel çapta artan milliyetçilik ve otoriterlik eğilimleriyle uyumlu. Erdoğan kazandı ve hem doğu hem batı dünyasında bazı liderlikler bunu kendi çıkarlarına uygun buldu.
Önümüzdeki dönemde Rusya ve Körfez ülkeleriyle daha iç içe ilişkiler bekleyebiliriz ve bu Erdoğan bunu bir çıkış yolu olarak görse de Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarının aleyhine olacak gibi.
ABD’nin bütün siyasi miyopluğuyla derdi, Rusya’ya karşı İsveç’in NATO üyeliğine Erdoğan’ın vereceği onaydı. Kılıçdaroğlu kazansa Haziran ayındaki NATO zirvesinde İsveç PKK konusunda adım atmadıkça bu onayı vermesi zor olacaktı. Erdoğan ise bir yandan PKK’ya vurup diğer yandan İsveç’e onay verip F-16’ların yolunu açmayı düşünebilir.
Keza bütün siyasi miyopluğuyla AB’nin derdi Türkiye’nin Suriyeli ve diğer göçmenleri ülkede tutması, AB ülkelerine göndermemesiydi. Kılıçdaroğlu’nun “Göndereceğiz” demesi Almanya başta AB ülkelerini rahatsız ediyordu. Şimdi Erdoğan kazandı, AB ülkeleri bir taşla iki kuş vurmuş oldu; diğer kuş, Erdoğan’ın “İslamcı” yönetimi nedeniyle Türkiye’yi “ötekileştirmeyi” sürdürebilecekleridir.
Batı’nın Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve diğer siyasi davalara verdiği tepkinin samimiyeti bir yandan göçmenler diğer yanda Rusya dengeleri duvarına çarpıp dağılmış görünüyor ne yazık ki. Beklenmeyen ve bilinmeyen bir şey değildi ama artık Erdoğan kazandı ve ete kemiğe büründü.
Sadece on ay sonraki yerel seçimler nedeniyle değil. Ama Erdoğan’ın ekonomi ve iç politikada sert siyasetini sürdürecek olması nedeniyle de güçler ayrılığı, bağımsız yargı, bağımsız basın ihtiyacı daha da artacaktır.
28 Mayıs sadece -başta CHP olmak üzere- muhalefet cephesinde sarsıntılara yol açsa da zorlaşan koşullar nedeniyle iktidar cephesinde de değişiklikleri zorunlu kılacaktır.
Bazı siyasi aktörler (sadece isimler değil, partiler, siyasi gruplar da) önemsizleşecek, miadını doldurmuş olanlar silinecek, yerlerine belki şimdi görmediğimiz yenileri gelecektir.
Ancak buğundan itibaren siyasette açılacak yeni sayfanın boş olmadığını görmek lazım. Erdoğan devletin bütün imkânlarını sonuna dek kullanarak kazandı, iktidarda kaldı ama ekonomik kriz, siyasi bölünmüşlük ve toplumdaki değişim ihtiyacı nedeniyle işi daha da zorlaşacak.
Nelerin nasıl değişeceği ve 28 Mayıs’tan çıkarılması gereken dersler üzerine konuşacak çok şeyimiz olacak önümüzdeki günlerde.
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…
Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides’in Beyaz Saray’da ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşme,…