Emin olun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ola ki 28 Mayıs seçimlerini yitirseydi, bugün onu neredeyse Mehdi mertebesine çıkaran siyasetçilerin, yorumcuların bir kısmı “Biz demiştik” diye ona hücuma başlayacaklardı. Ve yine emin olun ki öyle bir durumda, bugün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Düşene bir tekme de benden” hıncıyla vuranların bir kısmı onu “İkinci Kemal” manşetleriyle bir laik aziz mertebesinde göklere çıkaracaktı.
Öyle olmadı; 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu ve Erdoğan’a karşı ona oy verenler 52’ye 48 iktidarı yitirdi.
Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun 28 Mayıs’tan beri çıktığı ilk TV programında, Sözcü TV yayınındaki “seçim yarışı” ifadesine katılmadığımı söylemek isterim.
Seçim bir yarış değildir.
Yarışta ikinci gelen gümüş madalya kazanır, seçimde ikinci gelen hiçbir şey kazanamaz.
Kazanan, yüzünde kadim tarihten gelen “Vae victis-Vah yenilmişe” ifadesiyle ne varsa alır.
Yenilgiyi “Büyük bir yenilgi” saymamak, onun yenilgi olma özelliğini değiştirmez.
Seçim ortamının adaletsizliği konusunda sonuna dek haklı olsa da hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz.
Bununla birlikte…
Muhalefet seçimi kazansaydı, başarıda en büyük pay Kılıçdaroğlu’nun olacaktı; yitirmesindeki en büyük hata payının Kılıçdaroğlu’na biçilmesi, siyasetin doğasında var.
Kılıçdaroğlu’nun neden seçim yenilgisinin hemen ardından istifa etmediğini sorgulamak siyasetçinin de gazetecinin de seçmenin de hakkıdır. Bunun için kampanya yapmak siyasetçinin de kendi seçmeninin de hakkıdır ama gazetecinin, yorumcunun sınırını aşar. Sadece Sözcü TV yayınına özel söylemiyorum; düne kadar Kılıçdaroğlu’na toz kondurmayan, yaptığı hataları zamanında söylemek yerine halının altına süpüren bazıları bugün onu adeta bir suçlu gibi sorgulama yarışında. Tribünlerde iş yapıyor, öfkeli taraftarın -ve “Vae victis” coşkusundaki iktidar taraftarlarının alkışını alıyor olabilirler ama biraz tutarlılık gerekmiyor mu? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan uzun yıllardır kendisine aykırı soru sorabilecek tek bir gazetecinin karşısına çıkmamışken, Kılıçdaroğlu’nun kendisini en zor durumunda en sert sorulara maruz bırakmasındaki medeni cesaretin karşılığı nezaket sınırlarını zorlayan “vur abalıya” yaklaşımı mı olmalı?
Aklıma çok sevdiğim Nazım Hikmet’ten bir tutarsızlık örneği geliyor. Sovyetler Birliği lideri Joseph Stalin 1953’te öldüğünde Nazım arkasından onu ölümsüzlük mertebesinde öven bir şiir yazmış, ama yerine geçen Nikita Kruşçev’in 1956’da Komünist Parti’nin 20’inci Kongresinde de-Stalinizasyon kampanyası başlatması ardından 1961’de yazdığı bir başka şiirde Stalin’i hayatları karartan acımazsız bir diktatör olarak betimlemişti.
Kılıçdaroğlu’nun yenilgisiyle muhalefetin, özellikle de CHP, İYİ Parti ve Yeşil Sol adını alan HDP’nin sarsıntılar geçirdiği ve geçirmekte olduğu bir gerçek. Her üç parti de iç hesaplaşmalarını kurultaylarında yapacak
Kılıçdaroğlu’na yönelik haklı ve haksız eleştirilere gelince, belki önce serinkanlı bir doğru-yanlış muhasebesi yapmakta yarar var.
– Kılıçdaroğlu’nun ittifaklar politikası mıydı yanlış olan? 2018’de İYİ Parti’ye 15 milletvekili ödünç vererek seçime girmesini ve Meclis’te yer almasını sağlaması, Meral Akşener ile 2019 yerel seçimlerinde başarı getiren işbirliğinin temeliydi.
– 2019 yerel seçimlerinde kerameti kendilerinden menkul pek çok siyaset gediklisi talipken İstanbul’da Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu aday göstermesi mi yanlıştı? Ankara’da 2014 seçimlerinde CHP’nin örgütsel hataları nedeniyle kazanamamış olan- Mansur Yavaş’ı aday göstermesi mi yanlıştı?
– İttifaklar siyasetini 2023 seçimlerine ulamak mı hataydı? İçinde Atatürkçülerden dindar muhafazakârlara, sosyal demokratlardan ülkücülere dek toplumun değişik kesimlerinden bir muhalefet cephesi mimarisini örgütlemek mi hataydı? HDP’nin desteği olmadan Erdoğan’la kıyasıya mücadelenin mümkün olmadığını görmesi mi yoksa?
Kılıçdaroğlu’nun Akşener ile birlikte nüvesini oluşturduğu Millet İttifakı olmasaydı muhalefetin Erdoğan ve Cumhur İttifakı karşısında yüzde 50 sınırına bu kadar yaklaşması bile mümkün olamazdı. Evet, büyük beklentilerin halay kırıklığı da büyük oluyor ama bütün olumsuzluklara rağmen sayısı 25 milyonu bulan seçmeni iktidar ümidiyle böylesine dolduran da bu ittifaklar siyaseti oldu.
Tabii burada Erdoğan’ın yüzde 52’ye ulaşmasında seçimin son düzlüğünde tek başına yüzde 2,8 oy alan Yeniden Refah Partisi ve yüzde 1,1 oy alan Büyük Birlik Partisi’nin büyük katkısı olmadan Erdoğan’ın kazanmasının mümkün olamayabileceğini de görmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu benzer hamleyi -en azından daha yüzde 3-4’lerde görünürken- Muharrem İnce ve Memleket Partisini kazanmak konusunda yapabilirdi.
Kılıçdaroğlu’na eleştiriler aday seçimi konusunda yoğunlaşıyor. Bu eleştirileri “Neden İmamoğlu’nu göstermedi?” sorusuna indirgeyebiliriz.
Bunu daha konu ilk açıldığında İYİ Partili Koray Aydın’ın “Kazanabilecek aday” çıkışlarında görmeye başlamıştık. Keza CHP’li Bülent Kuşoğlu’nun “Kılıçdaroğlu olmazsa Altılı Masa dağılır” çıkışına, yine İYİ Partiden gelen “Alevi adaya tabanımız oy vermez” tepkilerden de.
Kılıçdaroğlu “Ben hiçbir zaman adayım demedim” savunması çok ikna edici değil. Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’nu işaret etseydi, ortakları karşı çıkmayacaktı.
Kılıçdaroğlu’ysa İstanbul (ve Ankara) Büyükşehir Belediyelerindeki AK Parti çoğunluğuna işaret ederek “İstanbul’u kaptıramayız” diyordu. Zaten CHP örgütü de Kılıçdaroğlu diyordu; ya da Parti Meclisi ve MYK toplantılarında sürekli tekrarlanan buydu. Böylece CHP içinde (sadece Muharrem İnce değil) İmamoğlu’na karşı da bir kampanya başlatıldı. Aslında Mansur Yavaş’a karşı da ama HDP zaten ona oy vermeyeceklerini söyleyince fazla büyümedi.
Bir savunma da İmamoğlu’na verilen ve siyaset yasağını da içeren hapis cezası üzerinden yapılıyor; aday gösterilseydi, İstinaf mahkemesi ve/veya Yargıtay’ın cezayı onayabilir, İmamoğlu adaylığı boşa düşerdi.
Oysa İmamoğlu’nun adaylığı o karardan önce açıklanmış olsaydı, o hapis ve yasak kararı, tıpkı 2002’de Erdoğan’ın lehine işlediği gibi muhalefetin lehine isleyebilirdi. O senaryo çalışmasının yeterince yapılmadığı anlaşılıyor.
Uzatmayalım daha fazla, tekerlek kırılınca yol gösteren çok olurmuş, Kılıçdaroğlu’na şimdi verilmeye çalışılan akılların çoğu bu sınıfta.
Kılıçdaroğlu madem istifa etmedi ve madem Kurultay’da adil yarış sözü veriyor, o zaman değişimin -İmamoğlu’nun dediği üzere- “sadece bir kuruldan” yani Merkez Yönetim Kurulundan ibaret olmadığını göstermeli.
Kılıçdaroğlu’na yanlış yaptıran ekip hâlâ etrafında. Bu kadar günden sonra söyleyecek yeni bir şeyi olmadan onun canlı yayına çıkmasını teşvik eden hâlâ aynı ekiptir.
Kılıçdaroğlu’na vurmanın dayanılmaz hafifliği ve konforu giderek daha çok kişiyi girdabına alıyor ama ne CHP ne Türkiye’deki demokrasinin kalitesi bakımında bir getirisi görünmüyor.
Kılıçdaroğlu’nun ise aynı siyaseti, aynı kişilerle tekrarlayıp farklı sonuçlar beklemesi olanaksız görünüyor.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…